“Picasso bitmemiş olanın ustasıydı; bitmemiş sanat yapıtının değil, bitmemiş insan deneyiminin ustası. Resim sanatının tümüyle varlıkla yokluk arasındaki diyalogla ilgilendiğini kabul edersek, en derin noktasında Picasso’nun sanatının, konumunu bu ikisinin birleştiği eşikte, varoluş’un, henüz başlamış olan’ın, bitmemiş’in kapısında bulduğunu söyleyebiliriz.”
Görülebilir olanı verme sorunu üzerinde özellikle duran, dünyadan yalıtılmış bir yaşam süren Picasso, John Berger’e göre bir kral olarak yaşamıştır. Picasso o kadar ünlüdür ki John Berger, Picasso adının kendi başbakanlarının adını bilmeyen insanlar tarafından dahi bilindiğini ve hatta Picasso adını bilenler arasında onun bir tek yapıtının tanıyabileceklerin sayısının yüzde biri geçmediğini yazar. Ününün boyutları açısından Picasso’yla boy ölçüşebilecek tek sanatçının Charlie Chaplin olduğunu söyleyen John Berger’e göre, Chralie Chaplin yapıtlarının tutulmasıyla ün kazanmıştır ve sanatı kendisinden daha önemliyken Picasso’nun bir sanatçı olarak varlığı sanatını gölgelemiştir. Yani Picasso ismi Picasso’nun sanatından daha çok bilinir olmuştur; bu durum Picasso ismini bilenlerin çoğunun Picasso’nun eserlerini bilmediği gerçeği ile örtüşür.
Picasso’nun Avrupa’da yaptığı çağrışımlara bir göz gezdirirsek: “Picasso, kendisine hâlâ genç eşler bulabilen yaşlı bir adamdır. Picasso bir dâhidir. Picasso çılgındır. Picasso yaşayan en büyük sanatçıdır. Picasso bir mültü-milyonerdir. Picasso koministtir. Picasso’nun yapıtları saçmadır: Çocuk bile daha iyisini yapabilir. Picasso bizi kandırıyor. Picasso bütün bu yaptıklarını bizlere yutturabiliyorsa, canına değsin!”
Picasso’nun kişiliğinin kendisine dair bir efsane oluşturduğunu söyleyen John Berger, Picasso’nun yakın çevresi tarafından kişiliğinin abartıldığını yazar. Picasso üzerine uzmanların görüşünün özünde halk arasındaki yaygın görüşe çok benzediğini, uzmanların bize Picasso’yu her fırsatta bir ressamdan başka- ya da öte- bir şey olarak sunduklarına işaret ediyor. John Berger, Picasso’nun resimlerini imge ve eğretilemelere yaslanarak anlatılmasını takdir ettiğini ancak bu imgelerin resim sanatını aşağıladığını ve insanın bu yazılanları okudukça kendi başlarına Picasso yapıtlarının önemsiz olduğu duygusuna kapıldığını söyler. Örneğin Picasso’nun arkadaşlarından birinin ( İspanyol heykeltıraş Manolo) “Picasso için resim bir yan uğraştır aslında” sözünü eleştiren John Berger birçok ilgi alanı bulunsa, Picasso enerjisini resimle bu diğer alanlar arasında bölüyor olsa, bu sözün anlamlı olacağını oysaki Picasso’nun tek yönlü olduğunu; büyülü bir gücün eline düşmüş bir adam gibi çalıştığını ve tüm ilişkilerinin şu ya da bu ölçüde sanatın gereklerine uydurulmuş olduğunu yazar.
Yaratıcılığına hayran olan Picasso modern sanatın imparatoru olarak dünyanın en ünlü ressamıdır ve diğer pek çok modern ressam gibi ünü modernliğe dayanır. Ancak John Berger Picasso’nun sanata ve sanatçı olarak kendi yazgısına karşı takındığı tavırda hiç de modern olmayan, daha çok on dokuzuncu yüzyılın başlarına yakışan bir eğilim olduğunu söyler: Picasso’nun bir varlık biçimi olarak dehaya olan romantik bir inancı vardır. Bir varoluş biçimi olarak dehadan bir yarı-tanrının kutsallığına geçmeye bir adım kalmıştır.
Picasso’nun hakkında efsaneler yaratılmasını kışkırtacak, son derece güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu belirten John Berger, bu anlamda Picasso’yu Napolyon ile karşılaştırır ve Napolyon gibi Picasso’nun da kendisine kullar edinme ve bunları koruma gücü olduğunu yazar. Picasso’nun çevresine bir maiyet topladığını ve kendisinin de kral olduğunu, kendisini kişisel olarak tanıyanlar tarafından asla eleştirilemediğini söyleyen John Berger’e göre bu durum Picasso’nun sanatına zarar vermiştir. Krala övgüler dizme adına, mide bulandırıcı bir şiirselliğe düşüldüğünü de sözlerine ekleyen John Berger Georges Besson’ın 1952 yılında Picasso ile ilgili söylediklerini örnek olarak verir:
“ha, söylemeyi unutuyordum- yoksa söylemiş miydim?- zevklerinde hiç de aşırıya gitmeyen bu adamın kara elmaslara bir düşkünlüğü var. Bir çift harika kara elması var ve bunlardan asla ayrılmıyor. Elmasların her biri yüz kırat değerinde. Picasso bunları herkesin gözlerinin olduğu yere takmış. Vallahi böyle. Sizi temin ederim ki bu elmasların ateşini yönelttiği kadınlar yanıp tutuşuyorlar.”
Oysa Picasso yalnızdır diye yazar John Berger; Picasso’nunki bir delinin yalnızlığına benzer: Deli, kendisine kimse karşı koymadığından, istediği her şeyi yapabileceğini sanır. Aslında bu –çelişik görünse de- kendi kendine yetmenin getirdiği bir yalnızlıktır.
Picasso’nun olağanüstü bir dâhi çocuk olduğunu yazan John Berger, onun böyle kabul edildiğini bu nedenle de çok küçük yaşta kendisini bir gizemin ortasında buluverdiğini söyler. Dâhilerin çoğunun kendilerinin bir araç olduğuna- bir güç tarafından yönlendirildiğine- inandıklarını ve bunda şaşılacak bir şey olmadığını yazan Berger, Picasso’nun, seksen iki yaşında şöyle dediğini yazar: “Resim benden daha güçlü. İstediğini yaptırıyor bana.”
Picasso, diye yazar Berger, benzersizdir; başka hiçbir ressamın yaşamında, bir yapıtlar topluluğu, kendisinden önce gelen ressamların yapıtlarından bu denli bağımsız ya da kendisinden sonra gelenlerinkiyle bağıntısız olmamıştır.
Picasso sanatı doğanın bir parçası olarak görmüş ve şunları söylemiştir:
“herkes sanatı anlamak istiyor. Neden kuşların ötüşünü anlamaya çalışmıyorlar? Neden insanlar geceyi, çiçekleri, çevrelerindeki her şeyi anlamaya çalışmadan sevebiliyorlar? Oysa resim örneğinde insanların ille de anlamaları gerekiyor. Her şeyin ötesinde, insanlar sanatçının zorunluluk nedeniyle çalıştığını, dünyanın küçücük bir parçası olduğunu açıklayamasak da bu dünyada bize zevk veren bir alay başka şeyden daha fazla önemi hiç de gerektirmediğini bir anlayabilseler?”
Bir resmin yaradılışı sırasında ilerleme diye bir şeyin olduğunu yadsıyan Picasso’nun servetinin haddi hesabı yoktur. Sahip olmak istediği her şeyi, resim yaparak elde eden bu dahi ressamın bu serveti dudak uçuklatır cinstendir.
Picasso arkadaşları ve diğer ressamlar arasında ünlenince galeri sahiplerinin dikkatini çekmiştir. Bugün ise ününün artmasını onun zenginliğine bağlayan John Berger hiçbir ressamın bu kadar çok insan tarafından tanınmadığını söyler. John Berger bu durumun bir nedeninin de kitle iletişim araçları olduğunu ve bir insanın şu ya da bu nedenle bir kez seçildikten sonra onu tanıyanların sayısını binlerden milyonlara çıkarabilecek kadar büyük bir güç olduğunu yazar. Bir adı tanımanın, kişiliğini tanımakla aynı şey olmadığını söyleyen John Berger, ancak anımsanan her şeyin bir dizi çağrışımı da kendine çektiğini, peşi sıra getirdiğini sözlerine ekler. Bu bağlamda Picasso adının çevresindeki çağrışımlar, onun kişiliği ile ilgili bir efsane oluşturmuştur.
Nazê Nejla Yerlikaya – edebiyathaber.net (13 Ocak 2015)