Kimi zaman yazmanın nedenlerinden biri ‘ıssızlığı paylaşmak’ içindir.
Billur Şentürk de, ben de, Ingeborg Bachmann’ın ‘Malina’sını severiz. Bir başka deyişle gündelik cinayetlerin romanını. Bachmann, Malina’dan söz ederken şu cümleleri kurar: ‘İçimde bir şeye karşı, varlığını hep koruyan bir teröre karşı yazdığım duygusu vardı. İnsanın gerçek ölümü hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır. Faşizm insanlar arasındaki ilişkilerde başlar. İki insan arasındaki ilişkide başlar. Büyük cinayetlerin, kıyımların, savaşın temeli, insanın insanı manevi açıdan sevgisizlikle öldürüşünde, günlük cinayetlerde aranmalıdır.’ Buna karşın direnme biçimleri vardır. Dünyanın acısına dayanabilmenin bir yolu da yazmak, yazarak anlatmaktır. ‘Mirnanın Elleri’ öyküsündeki gibi bir hesaplaşma, yüzleşme sonrasında derinden kavrayış, ‘Ovoid’ öyküsündeki gibi ‘Damarlarının hemen altındaki hücreleri dolduran özsuyunu fark ederek’ yaprağı çizmeye, yazmaya, yolculuğa devam etme kararı ya da beklenmedik bir ‘Yol Arkadaşı’ ile, kendiyle barışma gücünü bulabilmek, sağalmak.
Düşle gerçeğin iç içe geçtiği, bilinçaltının, iç sarsıntıların, hayatın –ya da Bachmann’dan hareketle başkalarının demeli– hoyratlığına maruz kalan insanın ruh hallerinin derinlemesine anlatıldığı öykülerin çoğunda küçük bir kız eşlik ediyor bize. Var olmaya, yazarın deyişiyle ‘dünya içerisinde kendilerine bir yer açmaya çalışan kadınların’ peşine düşen, sorular soran, ansızın kaybolup sonra birden karışımıza çıkan, hayatı anlamaya çalışan o küçük kız kılavuzumuz. Öte yandan bir öykücünün düşleme, kurgulama, yaratma uğraşına tanıklık ediyoruz, ‘Öyküler bir sabah sır perdelerini açıyorlar, düşünceler boşluklara sızıyor, esikler, kayıplar tek tek eriyor sözcüklerin içinde.’ Ardından ‘Bir Oda Dolusu Hava’, ‘Beyin’ ve ‘Uçurtma’ ile gizlenmiş olanın kapıları açılıyor önümüzde.
Mirnanın Elleri’nin kendine özgü anlatımı ile etkileyici, ilgiye değer bir ilk kitap. Dil işçiliği yazarın estetik kaygısını, farklı buluşlar ise yaratıcılığını sezdiriyor. Billur Şentürk, son dönemde sıkça rastladığımız kolaycılık illetinden kaçan, sadece anlatmayı değil, biçimlemeyi de önemseyen, okurunu keyifli bir okuma deneyimine davet eden bir öykücünün gelmekte olduğunu düşündürdü bana.
Jale Sancak – edebiyathaber.net (21 Aralık 2015)