Yeni taşındığınız apartmanda bir gün kapınız çalınır, karşınızdaki kişi:
“İyi akşamlar efendim. Ben altıncı Cumhurbaşkanı Vefa Taylan Paşa. İbrahim Bey bana beşinci Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ten maaşını getirecekti. Kendisi geldi mi? Burada mı?” (s,34) derse, tepkiniz ne olur? Gülüp geçebilirsiniz, aklını yitirmiş olduğunu düşünüp, korkabilirsiniz…
Ama daha derinden yavaş yavaş sizi etkileyecek başka bir komşu vardır ve gün geçtikçe belki de ona benzeyebilirsiniz.
Ödüllü yazar Vecdi Çıracıoğlu son kitabı Tutsak Kediler Kumpanyası ile okuru böylesi bir mekâna, Huzur Apartmanına götürüyor.
SRC yayınlarından çıkan eser, 2023 yılında okurla buluşmuş.
Vecdi Çıracıoğlu’nun mizahi dille yazdığı romanı aslında benim için sadece güldürmek üzerine değil aynı zamanda düşündürmek üzerine yazılmış. Normal gördüğümüz hayatların aslında o kadar da normal olmadığı, o anormalliklerin zemininde ne tür travmalar yattığını düşündürüyor yazar, bizlere.
Yazar, kahramanlarını seçerken ütopik tiplerden değil, sıradan her daim karşılaşabileceğimiz türden seçmiş. İşte ancak o tiplemelerin gerisindeki gerçeği Huzur Apartmanı’na girdiğimizde görebiliyoruz. Her apartmanda bir Taylan Paşa, her apartmanda gelen gidenin şeceresini tutan bir Adile Hanım vardır kuşkusuz. Sonra, son dönemde sıkça haber olan çöp evler…
Huzur Apartmanı özünde huzursuzların apartmanı belli ki. Kahramanlar kronik acı çeken, bunları gündelik yaşama normallikle yansıtan ıstıraplı tipler. Cumhurbaşkanı Vefa Taylan Paşa durduk yere kendini cumhurbaşkanı ilan etmiş olamaz elbette. Onun travması hayli gerçekçi ve hüzünlü en az başka bir kahraman Hakkı Balkon kadar. Kaybettiği, gözünün önünde yok olan ne olabilir Hakkı Balkon’un?
Roman bu karakterlerle birlikte, ağırlıklı olarak baş kahraman Fikriye Hanım etrafında dönmekte. Dokuz kedisiyle birlikte yaşayan bu kadını yalnızlığa tahammüllü kılan kedileri. Olaylar içinde ilerlerken “neden kedi,” diye sormuyoruz elbette. Ancak Fikriye’nin kedileri tercih etmesinin çok gerçekçi, çok travmatik bir sebebi var, merak eden okurlar için. Romanın ilerleyen sayfalarında her insanın yaşadıklarıyla şekillendiğini düşündürüyor yazar. Mizahi dilin ardında derin bir trajediyi başarıyla sunuyor okuruna. Ve o kara kutu, o bilinç, çocukluk hatta bebeklik sürecinde şekillenip bütün ömür kader olarak asılıyor boynuna. Yazarın bu denli derin yarayı / yaraları ustalıkla gizlemesi, merakla okuru romanın sonuna dek sürüklemesi taktire şayan. Fikriye’nin her gece bir masanın altına yatağını serip yatma sebebi ne olabilir? Nasıl en korunaklı yer olduğunu düşünülebilir? Oliver Sacks, “Akrabalık şifa getirir: Hepimiz birbirimizin hekimiyiz,” derken kastettiğinin aksine acılı bir atmosfer var eserde. Kız çocuğunun babaya olan inancını, güven ve sevgisini sorgulatıyor bu atmosfer bana. “Masa altı, sıkı sıkıya sarılacağı, her gün yeniden doğduğu hayatını açacağı büyük ve kunt kapının koluydu. Akşam olup da yorgun argın evine döndüğünde onu sevecenlikle karşılayan, sonra da sarmalayan bu sevgili kitin dev kabuklu deniz hayvanıydı ve bağrını ısıtmanın dışında bedeniyle ruhunu da besliyordu. Fikriye hanım, koruyucusunun sedef kaplı cidarına yapışmış küçük bir inci tanesiydi. (s,94)
Fikriye’nin annesiyle olan ilişkisi de en az baba kadar güven sorununu düşündürüyor. “Anne, gün gelecek, ben bir kedi olacağım ve tüm farelerden seni koruyacağım.” (s,230)
Bu denli kapalı geçmişe sahip kahramanın hayatına birini alması birçok okur gibi benim için de ilginçti. Bir yanım onun bunu başarmasını isterken tecrübelerim imkânsız dedi. Psikolojik sorunlar mı travmaları tetikler, travmalar mı psikolojik sorunları yaratır? Hangisi önce başlar?
“Evin kapısından ritüelsiz çıkması, merdivenleri saymadan inmesi ve şimdi de doğanın kendisine sunduğu natürel desenleri es geçmesi. Olacak iş miydi şimdi bütün bunlar? Bunların bir erkeğe karşı olan duygusundan kaynaklandığını çok iyi biliyordu.” (s,122)
Vecdi Çıracıoğlu, Huzur Apartmanındaki karakterleri aklımıza kazırken anlatıcının sesiyle bize zaman zaman “evet” dediğimiz sorular da soruyor. “Her insanın yüz ifadesi içlerine çöreklenmiş ifritlerin aynası değil miydi? Her kötülük insanın içinden yeryüzüne teşrif ediyordu.” (s,74)
“Ver nasihati dönsün gelsin kafana vursun! Yaşayıp tökezleyerek, yuvarlanmalıydı insan. Öyle olmalıydı.” (s,158)
Yasar, eserinde çok güçlü bir tespiti de Gülperi karakterinin üzerinden yapıyor bunu. Evladı hapishanede açlık grevinde olan anne ne yiyebilir ne doyabilir? Sosyolojik ve kültürel soruna güçlü bir bakış bırakıyor yazar. Mutluluk sarhoşu olanlar, tüm geçmişlerini unutup anlama yetisini kaybedenler bu anneyi anlayabilir mi? Bence kitabın önemli bir ayrıntısı da tam bu bölümde. “Ziftin pekini ye emi” (s,143) diyen annenin sesiyiz biz de.
Ve Şiirsel Hanım. Romanın önemli kahramanı Şiirsel Hanım’ın gün geçtikçe tepki gösterdiği, garipsediği her şeyi normal karşıladığı kişiye/ kişilere dönüşmesini izliyoruz katmanlı romanda. Eric Hoffer 1995 yılındaki bir yazısında “İnsanlar gönüllerinden geçeni yapmakta serbest olduklarında, genellikle birbirlerini taklit ederler.” Demişti. Eşinden ayrılmanın verdiği özgürlükle Şiirsel Hanım kime dönüşüyor acaba? Gerçekten insan yaşadığı çevreye önce davranışlarla, sonra düşüncelerle ve hatta şivesiyle dönüşe bilir mi? Şiirsel Hanım, şiir yazma aşkıyla yanarken belki de başka biri olmuştur…
Vecdi Çıracıoğlu, Tutsak Kediler Kumpanyası adlı kitabıyla sıradan bir “apartman sakinleri” profili çizmiyor. Görünenin ardındaki sebeplere dikkat çekiyor. Kim bilir kitabı okuduktan sonra belki bir çoğumuz sebep ve sonuç ilişkisini düşünerek komşuluk ilişkilerini sürdürecek. Daha hoşgörülü, daha bilinçli…
Psikoloji dayanağı yüksek, mizahi, şiirsel ama çok gerçekçi bir roman okumak isteyenlere önerimdir.
edebiyathaber.net (24 Ağustos 2024)