Aklımın bir köşesinde hep durur: Yazınsal bir metni bütün öğelerini anlayıp anlamlandırmaya çalışarak çözümlemek çetin iştir. Bazen ilgiyle okuduğunuz bir romandan ne anladığınızı sorun kendinize. Ne anlattığını dökmeden ortaya. Yorumlamakta zorlanabilirsiniz.
Bu çetrefil durum okuduğunuz metne göre elbette değişir. Pek çok anlama birden gönderen, çok-katmanlı, derin yapısını anlamaya çalıştıkça derinleşen bir metinle kendini yüzeye ittikçe uzayan bir metni çözümlemek, birbirinden iki ayrı çabayı gerektirir. İlki, eleştiriye de her zaman daha çok olanak tanır, dolayısıyla kendi niteliğiyle eleştirinin niteliğini yükseltir.
Bazen sorulur: Niçin hep beğendiğiniz kitaplar üstüne yazıyorsunuz? İşte bunun için. Okuduğum romanın ya da öykünün, yazacağım yazının önüne geniş bir olanaklar dizgesi sunma şansının yüksekliğinden.
Sonunda bir yazınsal metnin anlamı bizim onu nasıl okuduğumuza göre de değişir. Birkaç yüzyıl önce yazılmış romanlar bugün bambaşka biçimde okunuyorsa, aynı zaman içindeki iki ayrı okuma biçimi de o romana farklı anlamlar yükleyecektir.
Söyleyip geçmeyelim, ilgi çekici bir durumdur bu.
Metin tek sözcük değişmeden dururken okumaya göre birbirinden çok farklı anlaşılabiliyor, her okunuşunda önceden verilmiş anlamını aşan bir nitelik kazanıyor, okuyanlar da onun kendi anladıkları gibi olduğunu düşünüyor. Bunun nedeni o metnin anlaşılmasındaki güçlük değil, aynı anda birden çok anlama gönderen yaratıcı doğasıdır. Bu arada yazarı kendi yazdıklarının anlamını dilediği gibi belirleme şansını da elinden kaçırmıştır.
İyi romanlar yazarın ölümünden sonra da yaşamayı sürdürüyor. Bu yüzden yazarın kendine bir okur seçmesi büsbütün anlamsızdır. Bazen bunun tersi düşünülür çünkü. Üstelik okurları da bu dünyadan tek tek çekip gidecekse, hangi okur için yazdığını öne sürebilir ki yazar.
Bir roman ya da öykü, kendisinden başka hiç kimse için yazılmaz. Bunu döne döne söylemekte sonsuz yarar var. Bizim hep kıskançlıkla korumaya çalıştığımız nitelikli edebiyattan söz ediyorsak eğer.
Demek yazınsal bir metni kendi içinde kalarak okumak gerekir. Onu dışındaki bir yönteme, anlayışa göre okumak, o metni yazınsal bir metin olmaktan çıkarır.
Okuma biçimlerinin yararlandıkları akımlar, anlayışlar, yöntemler, yazınsal metni okuma sırasında kapının dışında bırakılır. Onlardan yararlanılmıştır işte, böylece bir okuma biçimi, bakış açısı edinilmiştir. Bununla yetinilir.
Elbette metnin bütün anlamlarını yakalayabilmek için göstergebilimden de yararlanabilirsiniz, Rus biçimciliğinin getirdiği yeni anlayışlardan da. Ayrı ayrı değerlidir. Sonunda onların tümünü unutup kendinize özgü bir okuma biçimi oluşturdunuz mu, tamamdır. Aradığımız budur. Yoksa yaptığınız bir edebiyat okuması değil, bilimsel okuma olur.
Okuma ne demektir? Çoğu kez hiç sormadığımız bir soru bu. Oysa önemli. Yanıtı karmaşık değil.
Okuma, bir metnin içerdiği anlamları ve o anlamların metin içinde nasıl verildiğini çözmektir. Bunu herkes biliyor belki. Ne ki anlamı sözcükler taşıdığına göre, iyi bir okurun sözcüklere gözbebeği gibi değer vermesi ve nerede, hangi anlamları, nasıl taşıdıklarını izlemesi gerekir. Bunun sıklıkla yapıldığı söylenemez.
Düşünün ki her sözcük doğrudan taşıdığı anlamların yanı sıra, birbirlerine eklenerek anlam dizileri oluşturur ve metin içinde bulundukları bağlamlara göre dolaylı anlamlar da taşıyabilirler.
Çetin bir iştir okuma. Her okurdan bu çabayı göstermesi beklenemez. Kurduğumuz hayaller içinde yaşamıyoruz. Okumayı dizgesel, nitelikli biçimde yapmak isteyen, bunun bilincinde olan her okurun da yüksek düzeyli bir okuma için doğru okuma biçimlerine kendini uydurması gerekir.
Moby Dick’i 1849’dan beri sayısız okurun büyük beyaz bir balinanın avlanma serüveni olarak okuduğu kuşkusuz. Gelin görün ki Moby Dick dünden bugüne o okurların zihninde taşınmadı. Yalnızca balina avcılığını anlatan bir deniz hikâyesi olsaydı, çoktan unutulurdu. Ne Ahab gibi kaptanlar kaldı bugün ne öyle balina avcılığı.
Moby Dick, insanın tarihinde sayısız benzeri yaşanmış olan, ümitsiz bir kazanma savaşının nasıl yenilgiyle sonuçlandığına bakarak okunursa, bir nar gibi açılacaktır.
Hayatın kötücül güçleriyle savaşan Kaptan Ahab’ın yenilgisinin nedenlerini anlatan bir roman olduğu için, bugün daha canlı bir merakla okuyoruz Moby Dick’i. Yani insanın özüne ilişkin evrensel bir damarı yakaladığı için. Moby Dick’in dünya edebiyatının en büyük harikalarından biri olduğunu bize anlatanlar, böyle okumayı bilenler olmuştur.
Bir ağacı dinlemenin yolunun kulağınızı ağacın gövdesine, gövdesinin değişik yerlerine dayamak olduğunu yazıyor Enis Batur. Araya başkasını sokmadan.
Semih Gümüş – edebiyathaber.net (6 Nisan 2015)