Modern Bir Mit: Mükemmel Dokuzlu | Münire Çalışkan Tuğ

Haziran 24, 2023

Modern Bir Mit: Mükemmel Dokuzlu | Münire Çalışkan Tuğ

Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong’o’nun romanı Mükemmel Dokuzlu, 2023’te Ayrıntı Yayınları etiketi ile okurla buluştu. Gikuyu halkının köken mitini, Gikuyuların doğuş hikâyesini, doğum, evlenme, yaşama hazırlanma ritüellerini, zorluklarla mücadele biçimlerini dingin, acelesiz, huzurlu, eşitlikçi bir seremoni bütünlüğünde, masalsı, destansı ve feminist bir yaklaşımla anlatan yazar, hem teknik olarak hem de işlenen konular ve göndermelerle türler arası geçişkenliği olan bir metne imza atıyor. Metnin şiir formuyla oluşturulması destanları, trajedileri, fablları, bazı bölüm sonlarındaki “Kişi uyanık olmaya görsün, neyi var neyi yok, bir bakmış devlerin olmuş. s.99” gibi ders niteliğindeki özlü sözler fablları, devlerin anlatıldığı bölümde masalları, kiklop benzeri varlıklarla mitolojiyi harmanlayan eser, bizim edebiyatımızdaki karşı beri denen “dedim-dedi” ikilemesi ve daha pek çok yanları ile kültürlerarası imgeler, motifler taşıyor. Ayrıca bir kahramanın olay içinde öne çıkması, kırk gün uyumak, dokuz sayısı, olağanüstülükler, sürekli hareket halinde olma bizim destanlarımızı çağrıştırırken devlerle savaşma sahnesi de Don Kişot’u anımsatıyor.  Doğa ile iç içe olma, doğa içinde deneyim biriktirme, ekoloji, bireyler arası eşitlik temelli yaşam, eşit söz ve yaşam hakkı, birlikte üretip birlikte tüketme, yardımlaşma, dayanışma, şölen, avlanma, ekme biçme, beceri ve yeteneğe göre yetkinleşip toplumsal yaşama katılma, deneyim aktarma, birlikte tamamlanma, savaş karşıtlığı, barış içinde yaşama, düşlerin ardından gitme,  müzik, dans, kutsal mekanlar, erginlenme,  evlenme, kutsama ritüelleri gibi pek çok ayrıntıyı odağına alan, anlatımda beş duyuyu çok iyi kullanarak roman boyunca somutluğu yakalayıp okurun ilgisini canlı tutmayı başaran yazar, didaktizme düşmeden insanlığın evrensel değerlerini işliyor Mükemmel Dokuzlu’da

Mükemmel Dokuzlu “Gikuyu ile Mümbi’nin Hikâyesine Dair Notlar” bölümü ile açılıyor. Gikuyu ve Mümbi, Gikuyu halkının kökenini oluşturan bir çifttir. Tanrı bu çifti Kenya Dağı’nın karlarla kaplı zirvesine koyar. Gikuyu ve Mümbi, tepeden aşağıya inerken etraftaki toprakları inceler, karşılaştıkları zorluklara rağmen cesaretlerini ve umutlarını sürekli diri tutar, kendileri için toprak, su, hava ve ateş olan Tanrı’ya yakarır, mutlulukla dans ederek ilerler ve yuvalarını Mükürüweini adını verdikleri yere kurarlar. Çiftin on kızları olur. Bu kızlar Gikuyu ile Mümbi’nin dokuz kılanının analarıdır. Onuncu kız diğerlerinden farklıdır, dokuzludan söz edilirken genellikle adı anılmaz. Onuncu kızın bacakları bir çocuğun bacakları gibidir. Buna rağmen çok iyi ok atar, attığını vurur. Dişleri öyle beyazdır ki karanlıkta yolları aydınlatır, güldüğünde hayvanlar peşi sıra gider. Kulakları uzaktaki sesleri duyar, gözleri çok uzağı görür. Yazar, “Onunla birlikte dokuz kız evlat on, yani Mükemmel Dokuzlu olur. s.29) der. Kitabın adı da bu dokuz kızdan gelir. Onuncu kızın ayrı tutuluşu okurun merakını kitap boyunca diri tutar.

Gikuyuların doğuş efsanesine göre, kızlar evlilik çağına gelince Gikuyu ve Mümbi dağın zirvesine çıkar ve Tanrı’dan kızları için birer talip isterler. Sabah kalktıklarında evlerinin dışında genç ve yakışıklı on erkek beklemektedir. Kızlar bu erkeklerle evlenir, Gikuyu halkının on klanı bu on kızın adını alır. Yazar Ngũgĩ wa Thiong’o, Mükemmel Dokuzlu’dabu efsaneyi olduğu gibi  anlatmak yerine ona  kendince bir yorum getirir ve bu on talibi karakter ve kararlılık sınavlarından geçen doksan genç erkek arasından hayatta kalabilenler olarak anlatır bize.

Kitabın üçüncü bölümünde Gikuyu ile Mümbi’nin kızları Mükemmel Dokuzlu kendilerini tanıtır. Bu tanıtımdan kızların kişisel özelliklerinin yanı sıra olağanüstülüklerinin gerçekle birleşen yanlarını, yaşam felsefelerini öğreniriz. Örneğin büyük kız bir keresinde bir sırtlanı lanetlemiştir, aslında lanetlenen sırtlan değil açgözlülüktür. İkinci kız bir yandan yıldızları okur bir yandan sepet örer, vaktiyle bir zebra sırtında savaşa girip bir orduyu zafere taşımıştır. Üçüncü kız özgürlüğüne düşkündür, kendi ayakları üzerinde durmayı önemser, bedene iyi gelen otlara dair her şeyi bilir. Dördüncü kız ana rahminden şarkı söyleyerek çıkmıştır. Kuşlar onu dinlemek için en yakınındaki ağaç ve çalılara toplanırlar. Beşinci kız adaletin simgesidir. Sorunları yalnızca dinlemeyi değil çözmeyi de sever, taraflardan birini kayırmaz. Altıncı kız aklın sembolüdür, adalet ararken aklını kullanır. Yedinci kız yağmur yağdırma gücüne sahiptir, kimilerine göre efsunlama gücü de vardır. Sekizinci kız çanak çömlek yapar, yaptıklarına süslemeler ekler. Aslına uygun nesneler ve hayvan figürleri yontar. Dokuzuncu kız güçsüzleri güçlüden korur, zihni keskinleştiren anlaşmazlıkların yaşamın bileme taşı olduklarını söyler. Bu özelliklerle yazar bizi bir yönüyle mitik ve destansı bir hikâyeye hazırlarken diğer yönüyle de her bireyin kendine özgü becerilerinin olduğunu, toplumsal yaşamdaki iş bölümünü gözler önüne serer.

Gikuyu ile Mümbi’nin kızları evlenme çağına gelince, kızların dillere destan güzelliğini duyup bu güzelliğe ulaşmak için gelen doksan genç inanılmaz bir misafirperverlikle karşılanır, şölenler yapılır dans edilir. Gençlere, yaşama ve hayata bakış kuralları anlatılır. Bu kurallara uymayanların yolunun açık olduğu, geldikleri yere dönebilecekleri söylenir. Sekiz genç öne sürülen kuralları beğenmediği için ayrılır. Geriye kalanlar kızlarla birlikte kutsal dağın tepesine çıkılacak, dağın zirvesindeki Ay’dan bir parçayı su kabağına koyacak, sonra o Ay ve su karışımını getireceklerdir. Bu karışım toprağın kutsanmasında kullanılacaktır. İkinci bir görev de insan yiyen yüzlerce dev tarafından korunan bir devin dilinin tam ortasındaki her derde deva tüyü alıp getirmektir. Bu tüy onuncu kızın bacaklarının tüm gücünü geri verecektir. Kızlar ve gençler birlikte yola çıkarlar. Bu yolculuk cesaret, umut ve kararlılık yolculuğudur. Şarkılar ve kahkahalarla başlar. Dağlar, tepeler, tehlikeli sular, içlerinde timsahların bulunduğu nehirler aşılır. Gençlerin bir kısmı timsahlara yem olur, bir kısmı da korkar geri döner. Geride kalanlar kimi tehlikeleri akıllarını kullanarak, kimilerini savaşarak atlatırlar. Ara sıra kendi aralarında anlaşmazlığa düşerken kimi de yolculuğu sorgulayıp onun sırrına ermeye de çalışırlar. Devlerle savaşırken erkeklerin sayısı iyice azalır. Bu savaşta bir erkek karakter öne çıkar, bu öne çıkış okurun merakını kamçılar. Acaba sonuçta bu karakter ne ile ödüllendirilecektir? Sorunun yanıtı öykünün sonunda ortaya çıkar.

Masalsı yanı ağır basan bu bölümde savaşılan devler de imgesel özellikler taşır. Okur bu imgeleri kendi algısı, hayata bakışı, duygu ve düşünce dünyasındaki birikimle farklı farklı yorumlayabilir. Kimi devlerin imgesel karşılığı daha açık sezdirilir. Örneğin, Dinmeyen Gözyaşı Devi acıyı, kederi, üzüntüyü, Karanlıktan da Karanlık Dev geceyi, zorlukları, tehlikenin büyüklüğünü, Sel Devi doğal afetleri, Habire Sıçan Dev hava kirliliğini, Kana Susamış Dev caniliği, insanın karanlık, ilkel yönlerini, Üç Bacaklı Dev (Ateş ve Öfke Kusan Dev) insanlığa zarar veren, onun gelişmesini engelleyen tehlikeli kişi ve durumları imler. Ateş ve Öfke Kusan Dev, Antik Yunan mitolojisindeki Zeus’un Olimpos’ta yüzlerce koruma ile elinde tuttuğu ve vadilerde yaşayan, üşüyen, hasta olan insanlarla paylaşmadığı ateşi; devle savaşanlar da o ateşi çalıp halka ileten ve uygarlığı başlatan Promete’yi anımsatır.

Ay beyazı, su kabağına doldurulur, devin dilinden her derde deva tüy koparılıp alınır ve geri dönülür. Kızların hepsi dönmüş erkeklerden on kişi kalmıştır. Mücadele verilmiş, dersler alınmış, çıkarımlar yapılmıştır.  Kitapta bu bölüm şöyle anlatılır: “Evden ayrıldığımızda doksan dokuz kişiydik, toy bir topluluktuk… Olmaya çalışmadan olamıyormuş insan // Eve döndüğümüzde on dokuzdu sayımız, olgunlaşmıştık artık… Artık biliyoruz ki devler yalnızca masallarda olmaz. // Farklı tür ve renklerde olsalar bile hepsi de insan yer // Onlara karşı verdiğimiz mücadeleden, // Hep birlikte olmazsak yenik düşeceğimizi öğrendik.”

Geri dönüşle birlikte nişan ve evlenme ritüelleri başlar. Ay beyazı suya dönüşmüştür. O su çiftlerin üstüne serpilir ve gençler kutsanır. Birlikte aşacakları yaşam yollarında saf olmayan ne varsa bu suyla arınacaktır. Kutsamadan dokuz gün sonra evlilik törenleri başlayacaktır.

Evlenme törenlerinde ilginç ve güzel ritüeller uygulanır.  Evlilikte hane kızın adıyla, klan erkeğin adıyla anılacaktır. Kızın anne ve babası tam bir eşit söz hakkına sahiplikle genç çiftlere iyi dileklerde bulunur ve dua ederler. Yuva kuranlara tohum hediye edilir. İlk hediyeler iki pala ile toprağı ekip biçmeye yarayan araç gereç ve tohumdur. Ayrıca  işlemeleri için paylarına düşen topraklar da gösterilir. Bu toprağın bir kısmı ekip biçilecek, bir kısmı otlak olarak kullanılacaktır. Genç çift pişmiş bir fasulye tanesini paylaşır. Fasulye tanesi ürettiklerini saygıyla bölüşeceklerini simgeler. Damat kürek kemiğinden bir parça et kesip gelini, gelin de aynısını yaparak damadı besler. Kadınlar eski yataklarına veda şarkısı söyler. Evlerinin çevresine anne ve babaları tarafından kutsal su serpilir. Evlenme törenlerinin hepsi birden yapılmaz, dokuzar gün arayla gerçekleştirilir.

Devlerle savaşırken diğer gençlerden daha cesur davranan, ateş kusan devin dilindeki tüyü yiğitçe alan onuncu genç, herkes eve dönerken yurduna gitmek için ayrılan onuncu genç, de gelip gruba katılmıştır. İlk dokuz evlilik gerçekleştiğinde o da onuncu kızla evlenir. Bu arada onuncu kız onlar dağın tepesine yolculuğa çıktığında bedenini geliştirmiş, spor yapmış, ayağa kalkmış, sağlam bir beden yapısına sahip olmuş, emek verilen organ gelişmiş, ateş saçan devin dilinden alınan her derde deva tüye gerek kalmamıştır.  Diğer kızlar anne babanın yurdunda yaşarken onuncu çift, gencin ailesinin yanına gideceğini söyler. Onuncu kız geleneği-töreyi bozandır. Töreye göre evlenen kızlar erkeklerin yurduna gitmeyecek, kızların yurdunda kalacaktır. Onuncu kız kendi Mükürüweini bulmak üzere dünyayı keşfe çıkacağını söyler. Gitme, kal yakarışlarına aldırmaz. Kendi hikâyesini yazmak için yola çıkar.

Kitap Gikuyu ile Mümbi’nin vasiyeti ile sona erer. Bu vasiyet; doğa ile bütünleşerek insanca, barış ve huzur içinde yaşamanın önemini dile getirirken fabllardaki ders bölümünü de anımsatır.  Anne baba, Mükemmel Dokuzlu’yu kocaları ve çocukları ile bir raya toplar. Yemekler yenir, şarkılar söylenir, davullar çalınır. Vasiyetlerini açıklayıp geldikleri dağa dönecekleridir. Dürüst olmaları, savaşlardan talandan uzak durmaları, öfkeye kapılmamaları gerektiğini söyledikten sonra eğer kendilerini, anne-babalarını, arayacaklarsa suda, rüzgarda, toprakta, ateşte, güneşte, yıldızlarda, yağmurda, fidanda, hasatta, aşkta, birlik beraberlikte, yardım edenlerin, mazlumların, adalet arayanların, aç olana yemek, susuz kalmışsa su verenlerin, hastalara yardım edenlerin, ulusunu insanlık adına kuranların arasında aramalarını söylerler. Hatta böyle yaparsanız sonsuza kadar birlikte oluruz diye de eklerler.

Mükemmel Dokuzlu doğadan kopan, hırslarına yenik düşen, birbirini boğazlayan, doğayı gün be gün katleden, bütün kaynakları kendi çıkarı için kullanan, geleceği düşünmeyen insanların çoğunlukta olduğu bir dünyada okuyana nefes aldıracak, anlık da olsa gülümsetecek, içine umut tohumları serpecek bir yapıt. Yazıyı kitaptan bir alıntı ile bitireyim:

  “Uzun bir öğrenme sürecidir yaşam yolculuğu,

 Aceleye gelmez o yol, bir başına da yürünmez.”

edebiyathaber.net (24 Haziran 2023)

Yorum yapın