Asil Çam’ın ilk öykü kitabı Ketebe etiketiyle raflardaki yerini aldı. Yedi öyküden oluşan Ölümlünün Yaşam Fragmanları okuru, bir kapı deliğinden sızan ışığın gölgesinde sokak sokak gezdiriyor.
O çok özlediğimiz gerçekçi üslup her kelimede kendini hissettiriyor. Anlatıcının önüne bazen gevşemiş karlı çamurların olduğu bir yol çıkıyor, bazen araç haczinin kaldırılması için kuruş hesabı yapılıyor, bazen de huzurevinin kasvetini omuzlanıp yün hırkaların arasına gizliyor. Söyleşilerinde de dile getirdiği gibi gerçekçi öyküler bunlar, fakat yeni bir gerçekliğin peydah olması gibi. O insanlar gerçekten varlar mıydı, yoksa yazar onları yazınca mı gerçek oldular bilemiyor okur. İnsanların yanından öylece geçip gittiği ama hayatı böylesi bir “hayat” yapan her ne varsa cümlelerinin arasına gizlemiş.
Alışılagelmiş bir üslubu yok Asil Çam’ın. Günümüzde pek az yazarın tercih ettiği “sen dili” kullanmayı seçmiş. Böyle olunca da bir süre sonra yazarla sohbet etmeye başlıyorsunuz, oysa “sen” zaten yazarın kendisi. Sayfaları atladıkça “biz” olmayı da engelletemiyorsunuz. Kitabın ilk öyküsü Demir Tozları Depo’da “Senden sadece servis şoförü haberdar,” cümlesiyle başlıyor. Mezun olmuş genç bir adamın yeni bir işe başlama hikâyesi; elbette işverenleri diplomanın üzerinde ne yazdığıyla ilgilenmiyor – çünkü gerçek hayatta da ilgilenmiyor.
Silik Bir Gülümseme’de bu sefer geçmişin gerçekliği köprü aralarındaki taşlardan sızarak su yüzüne çıkıyor. Huzurevi Aylıkları öyküsünde sertifikalı bir iş güvenliği uzmanının periyodik huzurevi ziyaretlerinde karşılaştığı çalışan manzaraları var. Çam, sıklıkla yok sayılan çalışma hayatını da aktarmayı ihmal etmemiş oluyor böylece. Bireyin sabah kalkıp işe gitmesi ve mesai saatlerini dolduran diyalogların içinde bulunması iç dünyasını ihmal etmesine yetmiyor. Hatta Gayrimeşru Tekrarlar’da işin “rengi” biraz değişiyor.
Mekânın anlatıdaki önemi farklı bir boyut kazanmış bu kitapta. Penceresiz Evler Mahallesi adlı öyküde bir icra dairesinde anlatıcı. Bunaltıcı, uzun koridorlu ve kendinizi suçlu hissettirecek kadar kasvetli bu devlet dairelerinin de bir anlamı olduğunu bilmek, kurgularda bir şekilde tecelli ettiğini görmek öykü okurları için yalnızca müthiş bir edebi zevk vermekle kalmıyor, aynı zamanda “en az bir kere işi düşmüş” kimseler için buruk bir tebessüm de yaratıyor. Bulanık İkilikler’de ise yutakta konaklıyoruz. Evet yutak. Boğazımıza takılıp kalan birçok heceyi hastalığın vahameti eşliğinde bir dışarı atma çabasıyla şöyle diyor yazar: “Dokunamamalar, bir türlü içinden atamamalar… Yutkun.”
Kitaba adını veren Ölümlünün Yaşam Fragmanları adlı son öyküde hakikaten fragmanlar var. Kitabın en “post modern” öyküsü de bu. Geçmişe dair bu “kısa tanıtımları” okuyunca ve kitabın son cümlesine gelince, Asil Çam’ın bize anlatacak daha çok şeyi olduğunu garantiliyoruz sanki: “Bırakılmışsın, küçük bir el feneri, toprakta seninle, karanlıktan korkma diye, sönene kadar…”
Öyküler kendi içlerinde okunduğunda da belli bir çerçevede başlayıp bitiyor ama aslında tek bir anlatıcı var. Onun ayak izlerini takip edip geçmiş ve gelecek arasında bir bağ kurmaya çalışmak da oldukça eğlenceli geliyor. Ülkenin en prestijli edebiyat ödüllerinde dereceye girmeyi yaşa takılıp kıl payı kaçırmış olsa da Asil Çam’ın adını daha çok duyacağımız kesin. Kitaplıklarınızda şimdiden yer açın.
edebiyathaber.net (29 Eylül 2022)