Okurun “Dank”, “Bizim Zamanımız” ve “Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey Oldu” gibi kitaplarıyla tanıdığı Sinem Sal, Karakarga Yayınları’ndan çıkan yeni romanı “Behice’nin Yarım Kalan İşleri” ile bir kez daha raflardaki yerini aldı. “Behice’nin Yarım Kalan İşleri”, temelinde bir anne-kız hikâyesi olarak tanımlanabilir. Romanın ana karakteri Ayşe Püren’in annesini kaybetmesiyle başlayan hikâye, bu yoklukla baş etmeye çalışırken karakterin yaşadığı değişimi ve dönüşümü akıcı ve samimi bir dille anlatarak bir büyüme hikâyesi de sunuyor okura.
Ayşe Püren otuzlarında bir genç kadın. Üniversitede okuduğu alanla ilgili bir kariyer edinmek yerine sevdiği işleri yapmanın peşine düşen ve sevdiği işleri yapmanın hiç de o kadar kolay olmadığını görmüş, yayın sektörünün dışarıdan görünenin ötesindeki sorunlarıyla boğuşan bir editör. Çalıştığı yayınevinde edebiyattan beklediklerini bulamadığı gibi “biz bir aileyiz” felsefesinin getirdiği tüm sıkıntılarla da haşır neşir. “Biz bir aileyiz cümlesinin kurulduğu yerde en az bir insan acı çekiyordur ya da zor durumdadır,” diyor, ki hem ailesi içinde hem de iş yerinde “o insan” olma rolü ona düşmüş gibi hissediyor.
Romanın başlangıcında kendini içinde bulduğu durumu şöyle özetliyor Ayşe Püren: “Aynaya bakıyorum. Otuzlarınızdaysanız, anneniz öleli daha bir ay olmamışsa ve yaklaşık on dakika önce sevgiliniz sizi terk etmişse, üstüne hamile olduğunuzu öğrendiyseniz şöyle diyorsunuz: ‘Ben Zeyna değilim.’”
Annesini kaybetmesi, Ayşe Püren daha çocukken çekip gitmiş babası ve her daim babasının yardakçısı olmuş abisiyle yaşadığı sorunların miras meselesiyle birlikte iyice köpürmesi, çok sevdiği Kadıköy’de ve sevgilisinin kollarında huzuru bulmayı umarken sevgilisi Anıl’dan da bir tekme yemesi derken her şey üstüne üstüne geliyor. Bunca karmaşa arasında Ayşe Püren’in tutunduğu tek dalsa annesinin evinin bahçesindeki gül ağacı. O ağacı babası ile abisinin planlarından kurtarmak için mücadele ederken annesinin kim bilir kaç Hıdrellez önce yazıp gömdüğü bir dilek listesi bulmasıyla hayatının değişeceğindense habersiz. Annesi Behice’nin yarım kalmış dilek listesini gerçekleştirmenin peşine düşerken hem annesinin bambaşka yönlerini tanıyacağını hem de kendi hayatını yeni baştan yazacağını bilmiyor henüz.
“Behice’nin Yarım Kalan İşleri”, Sinem Sal’ın ana mekân olarak seçtiği Kadıköy’ü de âdeta bir karakter gibi işliyor romana. Sokaklarını, kitapçılarını, kafe ve barlarını uzun uzun tasvirlere kaçmadan ancak bilenlerin gülümseyerek tanıyacakları, bilmeyenlerinse gözlerinde tüm renkleriyle canlandırabileceği şekilde yerleştirmiş arka plana. Ailesinden yana dertli olan Ayşe Püren de bu sokaklarda karşılaştığı insanlarla kuruyor yeni ve seçilmiş ailesini.
“Serçe parmağını bir yere vurunca serçe parmağını hissetmek gibi sadece kalbimi hissediyorum. Ortadan kaybolan şeyler mi benim payıma düşen? Babam, annem, Anıl…” derken her koşulda yanında olan, gerektiğinde onu sarsıp kendine getiren, yolunu bulmasına yardımcı olan insanlar çıkıyor karşısına Kadıköy sokaklarında. Ve payına düşenin bazen de bir anda karşısına çıkanlar olduğunu anlıyor.
Annesini ölümünden sonra bir gül ağacının dibinde bulduğu bir kâğıdın peşine düşerek tanıyan bir genç kadının, aynı yolculukta kendini de tanıması ve hayatının akışını değiştirmesine odaklanan “Behice’nin Yarım Kalan İşleri”, Sinem Sal’ın su gibi akan, yer yer sızlatırken yer yer de kahkahalar attıran üslubuyla modern bir şehirli kadın hikâyesi.
edebiyathaber.net (17 Temmuz 2023)