“Baharın son demlerinde İzmir’in deniz kokulu sokaklarındayız. Sandaletler ortaya çıkmış, bahçe sefaları başlamış şehirde. Okullar da kapanmak üzere. Herkeste bir telaş, bir telaş.”
Kitabın arka kapağında bu satırları okuyunca heyecanlandım bir anda. Çocukluğumun İzmir’ini anlatıyor, dedim kendime. Öyle ya “deniz kokulu sokaklar” diyor ne de olsa. Deniz koktuğuna göre sokaklar, yirmi beş-otuz yıl öncesinden söz ediyordur muhakkak. Çünkü o deniz doldurulalı, kentin beton hacmi artırılalı oldu bir o kadar. Ve o gün bu gündür durmak bilmeyen bir inşaat hevesidir aldı başını geliyor. Her yer beton her yer şantiye şimdilerde İzmir’de. İnanmayan vapura binsin Göztepe-Karşıyaka hattını bir izlesin. Yeşil görünen tek alan Kültürpark dediğimiz fuar alanı. Orasının da son demleri olduğu söyleniyor sürekli. Bu arada vapur dediğime de bakmayın. Onlar da yok artık. Tabut görünümlü deniz otobüsleri süzülüyor şimdi körfezde. Kentin sorunu çok. Kent eski kent değil artık. En iyisi biz gelelim kitaba.
Sözünü etmek istediğim kitap, Nehir Yarar’ın “Mor Yelekli Mucize”si. Nehir Yarar’ı, “Acemi Korsan” adlı kitabından bu yana takip ediyorum. Sonrasında da “Kayıp Şehrin Anahtarı” ve “En Yeşiller Kulübü”nü de severek okumuştum. Sosyal konulara duyarlı bir kalemi var yazarın. Bununla birlikte güçlü bir anlatımı da… Kitaplarını okuyanlarda mutlaka bir farkındalık yaratıyor/yaratacaktır.
“Mor Yelekli Mucize”de de bunu amaçladığı görülebiliyor. Fakat konuyu biraz fazla dolandırdığını düşünüyorum. Öncelikle kitabın İzmir’in deniz kokan sokaklarında geliştiği anlaşılmıyor. Sadece giriş bölümünde birkaç semtin anılması dışında İzmir ya da başka bir kent olduğunu anlayamaz okur. Alanya’ya yapılacak olan/yapılan geziye gelince, sadece hafta sonu için olsa da bu kentin tarihi ve turistik değerlerinden daha fazla söz edilerek öne çıkarılabilir, okurlar bilgi sahibi yapılabilir, merak uyandırılabilir, oraya bir seyahat için heveslendirilebilirdi. Fakat bu bölümde bunları bulamadım. Tüm bunlara rağmen kitabın final bölümünde yaşananlar da duygu dolu anlar yaşatacak, okurunu şaşırtacaktır.
Yakın tarihi hatırlayan ya da okuyarak bilgi sahibi olan çocuklar şu satırlardan da mutlaka etkileneceklerdir: “Sizi çok iyi anlıyorum ama müessesemizin koltuklarını işgal etmeyi düşünüyorsanız bir şeyler içmek zorundasınız, demez mi? İşte o sözden sonra parkın artık bizim olmadığını anladık. Bizi serinleten bu muhteşem çam ağacının da artık o koltuklara para ödeyecek olanları serinleteceğini biliyorduk. Mahallemizin parkı değildi artık Güneşli Parkı. Sadece parası olanların parkıydı. Ama bunu bilmemizle bir şey değişmedi. Çünkü Duygu öyle çok sinirlenmişti ki hemen oturduğu yumuşak minderden kalktı. Sonra da minderini ağacın biraz ilerisine çekmeye başladı. Başımızda dikilen garsonun söylenmesine aldırmadan biz de minderlerimizi çektik ve ağacın altındaki gölge alanı boşalttık. Artık eskisi gibi sadece ağacımız ve çimenlerimiz vardı. (…) Koltuklar onların müesseselerine ait olabilir ama bu ağaç ve toprak bizim.” (s.184)
Hayal kırıklıkları sayesinde mücadeleci olmayı öğrenebiliriz
Yazar ilk gençliğe ayak basan ve kitabın kahramanı olan dört çocuğun çaresizliğe düşmemeleri, mücadele etmeleri gerektiğini kurgularken okurlarına da hayal kırıklıkları sayesinde mücadeleci olmaları gerektiğini öğütlüyor, gösteriyor gizli bir mesajla.
“Mor Yelekli Mucize” başta arka kapaktaki satırlarla ve giriş bölümüyle heyecanlandırsa da olayların geliştiği bölümde durağanlaşarak o heyecanı törpüledi. Fakat final bölümünde çarpıcı bir sonla yazara olan inancımı tazeledi.
İlk hayal kırıklıkları ve heyecanların kitabı “Mor Yelekli Mucize” Nehir Yarar imzası ve Elma Çocuk etiketiyle…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (25 Haziran 2018)