Morenga ya da Alman Sömürgeciliğinin Günlükleri | Görkem Dağdelen

Aralık 21, 2013

Morenga ya da Alman Sömürgeciliğinin Günlükleri | Görkem Dağdelen

39060309411424455“Bu savaşın bir haksızlık olup olmadığını artık sorgulamıyordu. Bundan emindi. Ve bazı anlarda bu gerçeği, bedeninde duyduğu bir acı gibi hissediyordu. Günlüğünde bu savaşı ‘haykıran haksızlık’ olarak kendisi tarif etmişti. Yerlilere uygulanan dayak cezasının infazı sırasında (hayvan doktoru olarak onu zevkle görevlendiriyorlardı) midesinde bir baskı ve kusma isteği hissediyordu. Bu süreci ancak birkaç şnaps içtikten sonra izleyebiliyordu. Kıdemli bir askeri doktor onu avutmaya çalıştı: ‘Bütün bunlar sadece bir alışkanlık meselesi’. Gottschalk’ı korkutan da zaten bu düşünceydi, günün birinde buna alışabileceği düşüncesi.” (Morenga, s. 229)

Uwe Timm’in Morenga isimli romanı Namibya’daki Alman sömürgeciliğini konu ediyor. Morenga 1904-1908 yılları arasında Alman işgaline karşı direnişin liderliğini yapmış bir Namibyalı. Sömürgecilik faaliyetlerine “geç” başlamış olan Almanya’nın güneybatı Afrika’da “neler” yaptığı sorusu romanın tarihi arka planını veriyor. Roman boyunca tarih ve kurgu çok sıkı bir işbirliği içinde. Tarihi gerçekler, Alman bürokratik belgeleri üzerinden oldukça ayrıntılı olarak aktarılıyor. Kurgusal hikâyeler ise soğuk bürokratik dili esnetiyor. Anlatıya ironi ve “humor” katıyor. İki anlatım dili birbiri ardına gelen bölümlerle ayrıştırılmış olsa bile aslında romanın söylemini birlikte oluşturuyor.

Romanın ilk sahnesi Nisan 1904’te açılır. Bu dönem, çiftlik işleten Alman’ların hayatlarındaki sakinliğin şiddet olaylarıyla sonlandığı bir dönemdir. Alman askeri raporları çete saldırıları ve takviye birlik çağrıları ile dolmaktadır. 1904 Ekim’i itibariyle Hotanto`lar isyan başlatırlar. İsyan hareketinin başında eski bir maden işçisi olan, misyoner okulunda yetişmiş, birçok dil bilen ve gerilla savaşını dahiyâne bir şekilde yürüten Jakobus Morenga vardır. Bundan sekiz ay önce ise diğer yerli halk Herero`lar ayaklanmıştır. Şiddet sarmalı tırmanır. Bazı çetelerin büyükbaş hayvan hırsızlıklarına Alman birlikleri yerli halkları cezalandırarak cevap verir. Denizin ortasındaki çıplak kayalıklarda aç susuz bekletilir insanlar. “Ateşlenen ırk savaşı ancak bir tarafın yok edilmesiyle sonuçlandırabilir” diyen raporların altına imza atarlar Alman generalleri binlerce Herero’yu çölde susuz bırakarak öldürme emrini vermeden önce. Yetmiş bin Herero yitip gider “ırk savaşında”. 20. Yüzyılın emperyalist işgallerinin travmatik sonuçlarının belki de ilk örneği yaşanmaktadır: kanlı perde açılmıştır. Ne var ki, direnç eksik değildir. Alman`ların topraklarını mülk haline getirerek kendilerini ücretli işçi yapmaya çalıştığının çoktan farkına varan Hotanto`lar bölgeyi bilmenin avantajı ile gerilla savaşına uzun süre devam ederler.

Romanın başkarakteri isyanın önderi Morenga değil, yazının epigrafında hissettikleri aktarılan veteriner Gottschalk’dır. Gottschalk’ın savaş sırasındaki psikolojik ve düşünsel dönüşümü hem yazarın ağzından hem de Gottschalk`in kurgusal günlüklerinden roman boyunca takip edilir. Alman ordusuna gönüllü olarak katılmıştır Gottschalk. Amacı, sömürge bir devlette mesleği vasıtasıyla gelişme sağlamak ve mümkün olursa huzurlu bir yaşam geçirebileceği bir çiftlik sahibi olmaktır. Afrika’ya doğru açılan askeri gemide bir başka veterinerle tanışır: Alman devletini ulu orta eleştirmekten çekinmeyen, savaşın gereksizliğini savunan ve elinde yasaklı kitapları gezdiren Wenstrup. Wenstrup’un düşünceleri zamanla Gottschalk’ın içinde bir virüs gibi yayılır. Savaşa artık o da eleştirel yaklaşmaktadır. Zaman zaman saf değiştirmeyi, isyancıların arasına katılmayı bile düşünür.

3Romanın kurgusal boyutunun öne çıktığı bölümlerde, bölgeye farklı amaçlar için gelmiş misyoner ve tüccar Almanların hikâyelerini dillendirir Uwe Timm. Misyonerler 1850’li yıllardan itibaren Alman ordusunun işgaline zemin hazırlarlar. Her misyoner görevini hakkıyla yerine getiremez. Örneğin misyonerlerden bazıları yeterince dindar değildir. İncil’i tanıtmak yerine bir süre sonra öküzlerle konuşmaya başlar, onların hikâyelerini dinlemeye başlarlar. Delirirler. Bazı maceraperest tüccarlar ise devasa konyak fıçılarını çölün ortasından geçirerek ticaret yapmaya çalışırlar. Bu sefer de ölümcül hastalıklar bahsi geçen öncülerin sonlarını hazırlar. Alman devletinin demir dişlileri en çok yerli halkları ama bunun yanında yeterince itaatkâr olmayan Almanları da öğütmüştür.  

Afrika’daki sömürgeciliğin edebiyattaki izlerini “içten” ve “dıştan” bakışa sahip olanlar şeklinde ikiye ayırmak mümkün. İçten bakışa sahip olanlar ile, Afrika doğumlu yazarların sömürgecilik karşıtı romanlarını kastediyorum. Örneğin Chinua Achebe’nin klasik romanı Parçalanma. Achebe çarpıcı bir şekilde sömürgeciliğin Afrikalı halkların hayatlarını nasıl dönüştürdüğünü “içten” bir bakışla resmeder. Batılı yazarların Afrika’nın sömürgeleştirilmesinin burada ikâme eden Batılılara etkilerini işledikleri romanlar ise “dıştan” bakışa sahip olarak tanımlanabilir. Bunlar Afrika’nın bir sahne olarak resmedildiği romanlardır. Yerli halkların konuya güçlü bir sekilde dahil olmadığı; Batılı askerlerin, maceraperestlerin ve din adamlarının yaşamlarının bir dönemini etkileyen bir sahne. Graham Greene’in başarılı bir kurgusu olan Meselenin Kalbi tam da bu tanıma uygun bir roman. Morenga da anlatının merkezine yerli halkları koymaması itibari ile ikinci gruba dahil bir roman olarak düşünülebilir. Yine de roman Afrika’nın sömürgeleştirme dinamiklerini basit bir fon perdesinin ötesinde ayrıntılı ve eleştirel bir şekilde anlatmaktadır. Bu nedenle Morenga’nın alt başlığının “Alman Sömürgeciliğinin Günlükleri” olabileceğini düşünüyorum. Aynı zamanda romanı Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde teorize ettiği, Afrika’da sömürgeciliğe başkaldıran siyah halkların mücadelesine 1970’lerin Avrupa’sından bir ses olarak görmek de mümkün. 

Bitirmeden: Uwe Timm’in diğer romanlarında da bulunabilecek olan ütopya arayışları Morenga’nın gözden kaçırılmaması gereken bir boyutu. Roman boyunca dini ve askeri kurallar, bildiğimiz şekliyle çalışmanın ve katı ahlak kurallarının olmadığı yaşam tarzlarıyla bir karşıtlık içindedir. Sadece sömürgeci devlet ile yerli halklar çatışmamaktadır; modern kapitalist sosyal organizasyon ile tembellik hakkının kullanıldığı, zamanın özgürce yaratıldığı yaşam anlayışları da bir çatışma halindedir. Tesedüf değildir; Gottschalk’ın gemide tanıştığı Wenstrup ona anarşist yazar Kropotkin’in kitabını bırakmıştır: karşılıklı yardımlaşmanın anlatıldığı o lanetli kitap! Sömürge bir devlette kapitalist çiftlik kurma hayalleri romanın sonuna doğru dönüşmeye başlar. Artık çiftlikten anlaşılan sadece özel mülkiyet değildir. Çiftlikler aynı zamanda kültürlerin alışveriş içinde olduğu, sömürünün olmadığı yerlerdir. Ütopya arayışları romantik Alman şairi Friedrich Hölderlin’in dizelerine şöyle yansır:

Haydi gel, bakalım önümüzde açık olana,

Bize ait olan bizi arayalım, ne kadar uzakta olursa olsun.

Bir tek şey kesin; ister öğleyin olsun ya da gece yarısına kadar sarkan,

Daima bir mizan vardır, herkesin ortak ve herkese kendi yerini bırakan,

Oraya gider ve geliriz, gideceğimiz yere kadar. 

Görkem Dağdelen – edebiyathaber.net (21 Aralık 2013)

Yorum yapın