Nazım Hikmet, 1930 yılında Yeni Ay dergisinde “Muazzam Şair Mayakofski Neden İntihar etti?” başlıklı bir yazı yazar. Ancak adının önüne eklenen “sakıncalı” ibaresinden gene kurtulamayarak Süleyman adıyla yayımlamak zorunda kalır yazısını.
Mayakovski, yirminci yüzyıl Rus edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilir. 1930 yılında intihar ettiğinde bir veda mektubu, dostu Bricks’e verilmek üzere yarım kalmış bir şiir ve onlarca soru işareti bırakır ardında. O, devrimin, mücadelenin ve umudun şairidir oysa. Dört yıl önce sevgili arkadaşı şair Sergey Yesenin kendi elleriyle yaşamına son verdiğinde “Şu yaşamda en kolay iştir ölmek / Asıl güç olan yepyeni bir yaşama başlamak” diye yazan ve intihara karşı tavır alan kişidir. Bu nedenle yaşamını sonlandırma kararı, edebi ve devrimci kişiliğiyle bağdaştırılamaz ve bir buhran anında, aşk yüzünden, bencilce, toplumsal amaçlarla uyuşmayan bir ölüm olarak değerlendirilir kimilerince.
Avrupa bilincinin oluşmasında ileriye doğru bakan, yüzünü yarına çevirmiş ilerlemeci anlayışla tutucu ve geçmişin değerlerine bağlı anlayışın mücadelesi belirleyici olmuştur. Sanat açısından bakıldığında da hemen her sanat akımının kendisinden önce gelene karşı eleştirel bir yaklaşım taşıdığını görürüz. Fütüristler bunu bir adım ileri götürerek geleneksel olan her şeyle bağların koparılmasını önerirler.
Mayakovski, Marksist devrimi destekleyen ve yeni bir sanat anlayışını hedefleyen Rus fütürizm akımının önde gelen isimlerindendir. Fütürizm yani gelecekçilik, idealist dünya görüşüne ve geleneğe başkaldırışın Rus edebiyatındaki en güçlü temsilcilerindendir. Rus fütüristler siyasal görüşleri açısından, özellikle de savaş karşıtı ve toplumcu olmaları nedeniyle, İtalyan fütüristleriyle farklı düşünseler de geleneksel olanı yıkma konusunda aynı noktadan bakarlar geleceğe. Mayakovski’nin “Ceketimizi değil iç organlarımızı değiştirelim” önerisi, bu konudaki net tavrını açıklar niteliktedir.
Fütüristlerin devamı olarak da kabul edilen Rus konstrüktivistleri ise 1923 yılında “Çağcıllık gemisinden Puşkin’i, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u atmak 1912’deki savsözümüz. Klasikler, okulların geleneği ile yeni olan her şeyi ezdiler. Bütün gücümüzle bugünün sanatına ölülerin çalışma yöntemlerini taşımak isteyenlere karşı savaşım vermeliyiz”(*) diye yazarak yıkım arzusunun boyutlarını gözler önüne sererler. Geçmişte olan her şey ve gelenek yıkılmalıdır onlara göre. Devrimden doğan yeni toplum, bir depremle yıkılan burjuvazinin kalıntılarını temizledikleri yerde, yeni bir sahnede hayat bulacaktır.
Nazım, henüz genç ve acemi bir şair adayıyken yaptığı Moskova ziyareti yıllarında tanır Mayakovski’yi. Durağan, hantal bir sosyal yapıya sahip topraklardan devrimin devingen ülkesine gelişi ve buradaki sanat anlayışı, şiirinde dönüm noktası olur. Daha önce de şiirler yazmasına rağmen kendine özgü tarzı ve toplumcu kişiliğiyle burada tanışır. Nazım Hikmet’in “Büyük Şair Nazım” olmasında en önemli isimlerden biri de Mayakovski’dir.
“Bir gün Şura’yı görmek için odasına gittiğimde, baktım sesler taşıyor küçük bir odadan. Bütün seslerin üstüne çıkan görkemli bir ses ise hepsini bastırıyor. İçeri girdiğimde bu görkemli sesin, iri yarı, geniş omuzlu, kafası usturayla tıraşlı genç bir adamın sesi olduğunu gördüm. Herkese sövüyormuş gibi geldi bana. Şura Yoldaş beni onunla tanıştırdı. Mayakovski daha o zamandan, Ekim Devrimi’nin şairi olarak dünya çapında ün kazanmıştı. Bense kimsenin tanımadığı, işin başlangıcında bir Türk şairi, bir KUTV öğrencisiydim. Buna karşın hemen dost olduk onunla. Evi dostlarına açıktı her zaman ve ben sık sık giderdim oraya. Fakat çok zor anlıyorduk birbirimizi. O zamanlar Rusçam yetersizdi çünkü” diye anlatır tanışmalarını Nazım Hikmet.
Rusçayı iyi bilmediği zamanlarda önce fütürist şiirin biçimsel özellikleri etkiler onu. Gazetelerde gördüğü ama okuyamadığı şiirlerin biçiminde şiirler yazmayı dener. Ünlü şair de bu ateşli genç Türk’e kol kanat gerecek, yürüdüğü yolda destek olacaktır. Moskova’da eğitim gördüğü yıllarda topluluk önünde beraber şiirler okurlar. İlk kez kalabalıklara karşı şiirlerini seslendireceği zaman heyecanlandığını gören Mayakovski, “Korkma Türk, nasılsa bir şey anlamayacaklar” diyerek sakinleştirir genç Nazım’ı. Büyük bir şair olduğunda bile Türkiye’de topluluk önünde sadece bir kez şiir okuyabilecek, şiirlerini ancak kulaklara fısıldayabildiğini söyleyecektir bir röportajında Nazım Hikmet. Bu da kendi ülkesinde, kendi dilinde, sesini ve sözünü yutmak zorunda oluşunun ironisidir belki de.
Nazım’ı o dönem şiirlerinden ötürü Mayakovski’yi taklit etmekle itham edenler olur. Nazım Hikmet bu eleştirilere “Mayakovski öğretmenimdir, fakat onun yazdığı gibi yazmıyorum ben” diye karşılık verir. Sanat adına yürüdüğü yolda fütürizmden uzaklaşarak, toplumcu yönü ağır basan konstrüktivizmi tercih eder bir süre sonra. Bu yol ayrımıysa Mayakovski ile farklılaşmalarına ve uzaklaşmalarına yol açar. Gerçekten de Nazım kendi tarzını yaratarak Mayakovski’ye göre daha toplumcu ve lirik şiirler kaleme alır zamanla.
Mayakovski’nin trajik ölümü çok etkiler Nazım’ı. 1930 yılında Yeni Ay dergisinin Temmuz sayısında “Muazzam Şair Mayakofski Neden İntihar etti?” başlıklı bir yazı yazarak yoldaşının intiharına açıklamalar getirmek ister. Kendisinin ve çağdaş dünya şairlerinin, Pablo Neruda’nın, Louis Aragon’un, dünyanın tüm dürüst şairlerinin öğretmeni olarak nitelendirdiği Mayakovski’yi korumak amacıyla ve suçlamalara cevaben kaleme alır yazısını. Nazım’a göre Mayakovski’nin ölümüyle insanlık ve devrim büyük bir şairi yitirmiştir ama hemen her dile çevrilen şiirleri sayesinde fikirleri yaşayacak ve devrim düşmanlarıyla çarpışmaya devam edecektir.
Mektup, Nazım’a göre “İntihar hiçbir şeyi halletmez. Vatandaşlarıma bu işi kat’iyyen tavsiye etmem” demektedir. Bu mektup yeni Mayakovski’nin eski Mayakovski’nin eliyle ölürken bile vatandaşlarına verdiği mükemmel bir derstir, hayata, yeniye, yarına inancın ta kendisidir. (**)
Çünkü Mayakovski devrim yolunda direnmenin ve umudun sembolüdür bir anlamda. Ve umut mühimdir Nazım için, aydınlık yarınlar adına yapılan mücadeledir. “Bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk / Ama gene de eksik etmeyiz cebimizden umudu” diyen Nazım için.
İnsanca yaşayabilmek adına tutunduğumuz en önemli değerlerdendir umut. Hayat yolunda gücümüzün tükenmemesi için dört elle sarıldığımız. Hele ki umutsuzluk uçurumunun yanı başında olduğumuz günümüz dünyasında. “Büyük insanlığın toprağında gölge yok / sokağında fener / penceresinde cam / ama umudu var büyük insanlığın / umutsuz yaşanmıyor” dediği gibi büyük ustanın.
(*) Modernizm Serüveni. Enis Batur
(**) Mayakovski’nin İntiharı ve Nâzım Hikmet. Zafer Toprak
Pınar K. Üretmen – edebiyathaber.net (20 Eylül 2016)