Mucizevi istisna olamayan bir evlilik ve aile hakkında: Bağlar | Funda Dörtkaş

Aralık 21, 2018

Mucizevi istisna olamayan bir evlilik ve aile hakkında: Bağlar | Funda Dörtkaş

İnsan yaşadıklarını tanımlayabilmek, deneyimlerini henüz karşılaşmadığı gerçekliklerin hamlesine mağlup etmemek için hayatın çatışmalarını bertaraf edecek güçlü bir sezgiye ve bu sezginin biçimlendireceği, başkaları tarafından görüneni kendi hissettiğine tercih etmeyeceği sarsılmayacak bir güce ihtiyaç duyar. Bu sayede ikircikli çabasını, yaşarken tasarlamaya fırsatı kalmadan maruz kaldıklarıyla birleştirir ve öngörüsünü galibiyet şiarı gibi sunan varoluşunu aradığı anlamla teselli edeceğini düşünür ki bu, gerek hayata ait trajik yalnızlığını gerek yalnızlığını farklı bir forma büründürmek adına tercih ettiği ilişkilerini karmaşadan kurtarabileceği inancıyla kesişir. Oysa insanın hayatı boyunca gölgesinde kâh büyüdüğü kâh küçüldüğü her ilişki bazen kendi kâbusuna uyanabilir. Mutsuzluğun ruhla akıl arasına bıraktığı halatın ucu kederle derinleşen çukura ulaşınca, kayıtsızlık ve acı, çelişkilerini birbirini üzerine düğümler.

Birlikte yaşayabilme temennisini miadı hiç dolmayacakmış gibi görülen bir antlaşmayla mutlaklaştıran evliliğin aile olmaya ilişkin parlak cilası, idealleştirmeye çalışılan ilişki biçimleri üzerinde solmaya başladığında, antlaşmanın taraflarına ait gerçeklik başkalaşır, öznelleşir. Domenico Starnone’nin Yüz Kitap tarafından Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisiyle yayınlanan Bağlar adlı romanı, böylesi başkalaşan gerçekliği türlü karmaşası, duygusal açmazlarıyla ele alırken; bir evliliğin derin yara izlerini, karşısındaki hor gören sevginin hiddetle keskinleştirdiği yalnızlığı, kayıtsızlığı ve acıyı anlatıyor. Aldo’nun başka bir kadına aşık olduktan sonra on iki yılını paylaştığı eşi Vanda’yı terk etmesi neticesinde yaşananlar, ailenin içindeki sırları, dile getirilemeyen istekleri, yıkımı ve içsel sorgulayışları kuşatıyor. Birlikte yaşama arzusunun, aile olabilme hayalinin zaman geçtikçe bireysel özgürlük alanlarına müdahalesini, tahammül edilmek zorunda hissedilenlerle, geçmişi örselemeden vazgeçilmek istenenleri aileyi oluşturanların, Vanda’nın, Aldo’nun ve çocukları Anna’yla Sandro’nun öznel bakış açısıyla anlatan roman, sosyo-psikolojik bağlamlarıyla ruhu besleyen arzulara duyulan yakınlığı, akılla büyütülen sorumluluklara mesafelenen uzaklıkla karşılaştırıyor.

Bağlar; Vanda’nın terkedildikten sonra çektiği acıyı, tahammül edemediği endişelerini, hıncını, ruhuna yığıldıkça baş edemediği, derinden duyumsadığı değersizliğini Aldo’ya yansıtmak için uğraş verdiği, melankoli ve intikam duygularıyla bölünen mektuplarıyla başlıyor. Üç bölümden oluşan roman –ki her bölüme kitap adını veriyor yazar- sadece kadın-erkek arasındaki uzun ilişkinin ve evliliğin başkalaştığı süreci değil, evliliğe verilen anlamın niteliğini, duyguların ifadelenme biçimini, aile üyelerinin hatıralarını, anımsadıklarını, hayatlarının evrelerini, yalnızlıklarını, şüphelerini, birbirlerine yönelik hislerini detaylandırıyor. Bunu yaparken ilişkiye eşlik etme ve ilişkiyle özdeşleşme aşamalarını toplumsal alana dahil ediyor*: Kişilerin topluma iki ana bağ ile bağlı olduğunu düşünürsek, (üyelik vasfıyla kolektivitelere, toplumsal ilişkiler aracılığıyla diğer kişilere) toplumsal ilişkilerin uçlarını bağlayanın bir uçtaki beklentiyle diğer uçtaki yükümlülüğe karşılık gelmesi kaçınılmaz olur elbette. Karşılaşıncaya kadar birbirine yabancı olan iki kişinin karşılaştığında ilişkilerinin henüz özel bir yapısının olmadığı yine onlara has kimi işaretlerle diğerlerine bildirilir. Sabitlenmiş ilişkilerin anonim kalmayışı, ilişkinin taraflarını nesneler, eylemler ve ifadelerle bağlar. Bağ işaretleri hem karmaşık hem önemli; çünkü sadece ilişkinin anonimlikten çıkarak sabitlendiğini göstermekle kalmaz aynı zamanda bu ilişkinin nasıl adlandırılacağı, evreleri ve samimiyeti hakkında başkalarına bilgi sunar. İlişkinin tarafları, varlıklarını yine bu sabitlenmiş varoluş biçimi içinde devam ettirebilmek niyetiyle kendi aralarındaki bağ işaretlerine bağımlıdır. Usuller, olasılıklar ve yükümlülükler belirlenir, sembolik ve semptomik değerdeki olaylar delillerini sunmak için biçimlendirilir. Aldo’nun ve Vanda’nın evlilikle sabitledikleri ilişkilerinin kırılma noktaları kişisel olarak geçirdikleri dönüşüme bağlı, bağımlı ve eklemli. İlişkiye eşlik eden Aldo’ya rağmen ilişkiyle özdeşleşen Vanda, varoluşlarını acziyetleri üzerinden yorumluyor ve birbirlerinden habersiz itiraf ediyorlar.

Peki bunu nasıl yapıyorlar? Vanda öncelikle kendini anımsatarak başlıyor mektuplarına. “Unuttuysan şayet” diyor, “sana hatırlatayım muhterem beyefendi: Eşinim ben senin” Aldo’nun unuttuğunu düşündüklerini hatırlatmanın, ilişkilerinin biçimsizliğini en çıplak haliyle ortaya koyacağını, yitirdikleri şefkate kavuşacaklarını ve onu utandırabilmenin anahtarını saklayacağını düşünüyor. Katı ve iğneleyici tavrı, kırılganlığını örtüyor. Rica etmeyi gereksiz bularak emir verme mecburiyetine sıkıştırdığı cümlelerinin ard alanında vurdumduymazlık yok, aksine affetmek isteyen kalbinin bahanelerini saklıyor Vanda. Söylemde sert ve acımasız olan bu mektuplar, suçlamalarla ve sınırlarını Vanda’nın çizdiği tehditlerle ilerliyor. Aldo’ysa Vanda’dan uzaklaşmasının, Lidia’ya aşık olmasının gerekçesini kendisine bir ilişkinin doğal düzeni olarak yıllar boyu dayatılanları reddederek,“zamanın arzulanan dilimi”ne özgürlükle ve mutlulukla sahip olabilmek olarak sunuyor. Lidia’yı sevmesinin nedeni daha önce kimseyi sevmediği kadar mutlak biçimde seviyor oluşu. Öte yandan Vanda’nın “neden” sorularına “bilmiyorum” yanıtı verirken pek tabii bildiği gerçeğin Aldo’yu toplumsal alanda da değiştirmesi, çocuklarıyla iletişimini ve ilişkisini etkiliyor. Lidia’yla geçirdiği vaktin neşeli ve ağırlıklarından kurtulmuş ânlara dair oluşu Aldo’ya hayat enerjisi yüklerken, bu ağırlıklarından kurtulduğu özgürlük alanı, üniversitedeki işinden uzaklaşarak yöneldiği diğer işlerde başarı kazandıran belirleyici bir unsur oluyor. Söylediği yalanları yeni hayat enerjisinin varlığında yarattığı karmaşayla tanımlayabiliyor.

Gelgelelim sınıfsal olarak konumunun yer değiştirmesiyle daha önce dahil olmadığı grupların arasında görece kusursuz keyfinin tadını çıkaran Aldo, Anna ve Sandro için nasıl bir baba olduğunu sorgulamaya başlıyor. Bu sorgulayış ve yer yer vicdanına söz geçiremediği kaygılarıyla Aldo, ailesiyle tekrar birlikte yaşamaya başlıyor. Terk ettiği eve bu isteksiz geri dönüş değişimden kaynaklanan mesafeyi kapatamıyor. “Vanda, onsuz yaşadığım hayattan ne kadar çok güç aldığımı kısacık bir an gözlerimden okudu ve beni hiçbir şeyin, çocukların bile tutamayacağını anlayıverdi. Bir an, ona yaptığımın çok kötü bir şey olduğunu kavradım, ama bunun bilincine tam olarak varmamak için kaçtım gittim” diyerek terk edişini suçluluk sınıflamasından kurtarmaya çalışıyor. Özgürlüğe teslimiyeti, eve geri gelişiyle savrulduğu yabancılık ve uzaklıkla sınanıyor. Mesafeyi bölen ve eve dönüş yollarının taşlarını döşeyen Vanda’nın intiharı oluyor. Vanda’yı yıpratarak kendi arzusunun peşine coşkuyla düşen Aldo için dönüş, Vanda’nın iğnelemeleri, Lidia’nın yok saymaları eşliğinde, korku ve yalnızlık duygusunu büyüterek gerçekleşiyor. Beri yandan mekânsal anlamda eve dönüş Aldo’nun duygularını yaşama pratiğini de değiştiriyor. Mekânsal kategorilerle duygusal çağrışımların eş değer ilerleyişi kişisel deneyimlerin kaynağını oluşturuyor**: Macerayı ve özgürlüğü sunan açık uzam, kapalı uzamda yerini anne rahmindeki güvenceye ve karanlığa bırakıyor. Aldo’nun tersine Vanda’nın eviyle kurduğu bağ, duygusal çağrışımlarını anlamlandırıyor. Kitabın adının Bağlar olmasının diğerleriyle, mekânla ve zamanla kurulan ilişkiye kimlik kazandırması açısından önemli bir tercih olduğunu söylemek gerekiyor sanıyorum.

Romanın ilk iki bölümünde -yani ilk iki kitapta- Vanda ve Aldo anlattıklarıyla hoşnutsuzluklarını ve tahammülsüzlüklerini birbirleri üzerinde eskitirken, mutlu olabilmekten veyahut problem çözme uyumunu yakalayabilmekten çok evliliğe ait yerleşik kanılarını zayıflıkları, huzursuzlukları, kırıcılıklarıyla yaşadıkları zamana ve uzama yığıyorlar. Ki üçüncü bölümde Anna’yla Sandro’nun anlattıkları, telafi edilmedikçe belleğin karanlığına hapsolanların verdiği acıyı anne-babanın yarattığı cehennemin içinden çıkartıyor. Babaları eve döndükten sonra, geçen yılların yarattığı boşluğun doldurulamayışı, Anna ve Sandro’nun aralarındaki ilişkiye ait bağları koparıyor. Duyguları yağmalandıkça yakalayamadıklarını, çocukluk günlerini -tıpkı anne-baba ilişkisinde gördükleriyle besleyerek- devasını bulamayan şiddetli bir ağrı, kabuk bağlayamadığından kapanmayan yara olarak görüyorlar. Sandro’nun giderek babasına, Anna’nın karşı koymaya çalışsa da giderek annesine benzemesi yadsıdıkları her şeyin tekrarlandığı o yerde, evlerinde yaptıkları yüzleşmeyle nihayetleniyor. Bağlar, dört anlatıcının gayet cüretkâr itiraflarıyla mucizevi istisna olamayan bir evliliğin ve ailenin uzun yaşam hikâyesi aslında. Bu hikâye, romanın başında anlamayacağı bir sonla karşılaştırıyor okuru. Tatilden dönen Vanda ve Andro’nun evlerini gördüklerinde yaşadıkları şok, kedileri Labes’in sır dolu kayboluşu ve ilişkilerinin arkeolojisinden kalanlar, okura hiçbir zaman göründüğü gibi olmayan evlilik, sadakat, aile üzerine ve insan varoluşuna içkin sorgulayışların dışavurumu hakkında düşünme ve tartışma şansı sunuyor.

* Goffman, Erving. (2017), “Kamusal Alanda İlişkiler”, Çev: M. Fatih Karakaya, syf. 235-240, Ankara, Heretik Yayınları.

** Lupton, Deborah. (2002), “Duygusal Yaşantı”, Çev: Mustafa Cemal, syf. 224, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

Funda Dörtkaş – edebiyathaber.net (21 Aralık 2018)

Yorum yapın