Söyleşi: Serkan Parlak
Müjde Alganer’le Artemis Yayınları etiketiyle okurla buluşan son romanı “Hakikatler Kulübü” hakkında konuştuk.
Müjde Hanım, son romanınız “Hakikatler Kulübü” geçen hafta Artemis Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Roman türüyle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve son romanınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.
Sevgili Serkan Bey, ben senelerce insan kaynakları danışmanlığı yaptım. İnsanların hayat hikâyelerine o kadar yakındım ki. Fakat işin ilginci bir şifa eğitiminin ardından yazmaya başladım. 2010 senesi ilk kitabım çıktı. İlk kitaptan altı sene sonra bir roman ve bir hikâye kitabım yayımlandı, üç sene sonra 2019’da ise Ziziro. Son romanım üç buçuk sene içinde vücut buldu.
Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da son romanınıza başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu? Taslağınızı nasıl oluşturdunuz?
Hakikatler Kulübü, tamamen kurgu olsa da otobiyografik öğeler taşıyor. İlham kaynağım bu kitapta eşim oldu. Ama benim şöyle bir yeteneğim var. Acıyı bile anlatsam onu bir şekilde normalleştiriyorum. Dille ehlileştiriyorum.
Müjde Hanım roman ve öykü türlerinde yazıyorsunuz. Farklı türler arasında gidip gelmek nasıl bir deneyim?
Roman uzun proje. Çok kıymetli ama ruhen yorucu. Ben bu gücümü uzun süre hikâyeye ayırmadım. Çünkü hep uzun soluklu yapacaklarım vardı. Şimdiyse anlık duygulara ait, daha kısa ama çarpıcı tespitlerim ve bunlara ait hikâyelerimle onlara dair yazma heyecanım var çokça. Bence bu tıpkı farklı dans figürlerine alışmak gibi. Uzun ya da kısa olması bir süre sonra fark etmiyor. Yerinize göre oynamaya başlıyorsunuz. Küçülmek, kısa adımlar atabilmek hatta daha az bir alana sığabilmek aslında nasıl da rahatlatıcı.
Önceki romanlarınızda çoğunluğu orta sınıfa dâhil edilebilecek kahramanların evlilikte, çalışma hayatında belli bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan amaçsızlık, yalnızlık ve boşluk duyguları temel izlekleri oluşturuyordu. Öykülerinizin merkezinde ise kadınlar vardı. Orta sınıfın ölümcül cazibe üçgeni; sermaye birikimi -ev, araba, bankada mevduat, çocuk- cinsellikle ilgili ayrıntılar metinlerin temel dertleriydi. Evlilik ve onun üzerinden gelişen aldatma durumları, geçmişle hesaplaşma, korkular, endişeler ve içine düşülen komik anlarsa kahramanların duygu durumlarını açığa çıkarmada işlevsel rollere sahipti. Kadın erkek ilişkileri üzerinden kâbus aile yapıları, aldatma, haset, kin ve öfke; çalışma hayatında statü endişeleri ve bütün bu olgular üzerinden karakterlerin anlam arayışlarını görünür oluyordu. Peki, son romanınız “Hakikatler Kulübü”nde temel izleklerinizde değişimler oldu mu, hangi temel dertleri ele aldınız?
Soru, yorumlarla birlikte gelmiş, bu şahane. Önceki kitaplarımı ve içindeki karakterleri bilen bir edebiyat eleştirmeni olarak özetleriniz gayet isabetli. Hakikatler Kulübü sorduğunuz soru bağlamında artık belki de maddenin anlamını sorgulayan bütün karakterlerimin vardığı noktayı işaret ediyor ve hatta her ne kadar kitabın farklı bölümlerinde ele alınsa da onlara hayat nasıl yaşanmalı cevabını verdirtmeye çalışıyor denebilir, naçizane.
Yalın ve akıcı bir anlatım, işlevsel diyaloglar, şiirler. Romanınızın dil ve anlatımına nasıl çalıştınız?
Bunlar hep gönülden gelen satırlardı. Onları zaman içinde düzenledim, düzelttim, fikirler aldım. Yazmak hep yeniden yazmak çünkü. Sonu yok gibi.
Romanınızın merkez karakteri Simla’nın anlatıcı olduğu bölümler birinci tekil kişi anlatıcı, yardımcısı Aynur’un olduğu bölümler ise üçüncü tekil ve tanrısal konumlu anlatıcı aracılığıyla kurgulanmış. Neden?
Simla, günlük tutmaya uygun bir sosyokültürel yapıdandı. Aynur ise daha ziyade sözel kültürün hâkim olduğu bir toplumsal yapıdan geliyor. Simla, psikologunun önerisiyle defter tutmaya başlıyor. Aynur ise kendi kendini iyileştiren bir yapıda hep, görünürde öyle. İki kadının anlatımı da, aktarımı da farklı şekillerde olmalıydı. Birini yazdıklarıyla ortaya koydum, öbürünü ise omzuna koyduğum kalbine yakın bir kamerayla.
Sizce romanda döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu, son dönemde kadın erkek ilişkileri ve aile meselesi mesela?
Biz özeleştiriyi kolay yapamayan bir toplumuz. Aynada kendimize bakmakta ciddi zorluklar çekiyoruz. Gördüklerimize de torpil geçiyoruz zaten. Gerçekten hissederek yazmak için sanki yaşamak gerek diyorum bazen. Bu bir yazar için asla zorunluluk olmasa da. Kadına dair duyguları yaşayarak yazdım. Hayat tecrübesi olmayan bir insanın yürekten yazacağına da inanmıyorum.
Müjde Hanım son olarak sizi çok etkileyen roman ya da öykü atmosferlerini sormak istiyorum.
Beni yine gerçeğe yakın hikâyeler çekiyor ya da gerçeğe yakın hissi verenler. Bu cümlelerin gidişatından öyle çabuk seziliyor ki. Yama veya suni duygu benzetmeleri yerine gerçeği duyumsamış satırlar arıyorum okuduklarımda. Büyük yayınevlerinin büyüklü küçüklü eserlerinde bunlara eser miktarda rastlarsam seviniyorum.
edebiyathaber.net (7 Şubat 2022)