Söyleşi: Serkan Parlak
Yazar Müjde Alganer ile “Ziziro” adlı yeni romanı, öyküleri ve yazma sürecine dair söyleştik.
Roman ve öykülerinizde çoklukla orta sınıf karakterleri ele alıyorsunuz. Özellikle 80’li yıllar sonrası yaşadığımız değişimlerin yazdıklarınız üzerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet aslında benim gençlik yıllarım seksenler, doksanlar… Kadının klasik rolleri, üzerine yapıştırılan geleneksel beklentiler, bunlardan istemli istemsiz kurtulmaya çalış çabaları, kendilerine “el işi” açtıkları özgürlük alanları, var olma çabaları; erkeklerinse bir yandan çaresizlikleri; ilişkilerin üzerlerine yapıştırdığı yorgunluk, ayakta ve ekonomik olarak bağımsız olma çabaları, çocukların sorumlulukları derken, insanların bir bakıma insan dışılaştığı derme çatma düzen, benim laboratuarım. Tabii ekonomi, ilişkileri de büyük oranda belirliyor. Düzlemin üzerindeki kadın, erkek ve çocuk buna göre konumlanıyor. Düzenli gelir, çocuklara iyi eğitim, kaliteli yaşam derken; arada kaçırılanlar var… Ne var? Aylaklık var, yaratmak var, özgürlük var. Bunları özleyen bir birey de varsa işin rengi değişiyor. Hele de iki binli yıllardan sonra, kodlar iyice sorgulanıyor. Benim karakterlerim hep bu örüntüyü sorgulayanlar. Sistemin dışında çok da kalmadan, yaşamın anlamını sorgulayanlar…
Roman ve öykülerinizin merkezinde yer alan kadın karakterleri ele almada temel yaklaşımınız nedir?
Aslında insan-yazan, en önce kendinden yola çıkar. Kadınlık, annelik ve bunlara iliştirilen sıfatlarla biraz derdim var. Bunları yapar, bunları yapmaz, bu olur, bu olmaz… demeyen kadınlar benim ütopyam. Kendilerini, kaderlerini, olayları kendilerinden beklenenden yola çıkarak değil, özgür ve yaratıcı iradeleriyle ele alan kadınlar… Onların sıradan toplum içinde savruluşları ise bir travma. Bu travma ise benim biricik merceğim.
Roman ve öykü apayrı türler, sizin önceki metinlerinizin de okuyucusu olarak açıkçası bir kez daha roman yazacağınızın ipuçlarını hep görmüştüm yazdıklarınızda. Öykü veya roman yazma kararı ve süreci siz de nasıl oluşuyor, gelişiyor ve sonlanıyor?
Aslında ben uzun yazanlardanım. Kısa yazmak başka bir oluş şekli. Duyguyu yakalamak hemen kâğıda aktarmak ve var etmek. Roman ise daha uzun bir koşu. Düşünmek, tasarlamak, planlamak. Ciddi proje işi aslında. Ama bu çok insiyaki bir eğilim, anlatmak istedikleriniz varsa ve tek bir düş üzerinde uzunca vakit geçirmeye istekli ve niyetliyseniz zaten ortaya çıkan kısa bir hikaye olamıyor. Ama öykünün yaşattığı o lezzetli, tadımlık, derin duygu, an, durum resimlemesini romanın bölümleri boyunca hayata geçirmek de mümkün elbette. O yüzden belki de ikisi birbirini besleyen harekete geçiren yazma girişimleri. Bu arada hikaye kitabımdaki münferit ama birbirini tamamlayan öyküler bunu sanırım size düşündürttü. Evet sanki bütün hikayeler birbirine bağlı ve hep başka yerde başka bir göz, bakış, duruş şimdi bunu nasıl karşılardı kaygısı var bende. Bu yüzden uzun yazmaya devam edeceğim sanırım…
Bir yazar olarak Müjde Alganer’in bir günü nasıl geçer? Ne yer, ne içer, neler yapar?
Ben aynı zamanda bağımsız bir editörüm. Özellikle roman veya proje bazlı kitapların oluşum aşamalarına eşlik ediyorum. Çoğu günüm bunlarla geçiyor. Tabii kendi yazım sürecim de devam ediyor. Ayrı yerlere koyup, farklı yaş seviyelerindeki çocuklara davranır gibi onları eyliyorum diyebilirim. Bunun dışındakiler sanırım herkes gibi…
Önceki söyleşilerinizde az çok açıkladınız ama son romanınızın adı neden Ziziro, bu isme nasıl karar verdiniz?
Benim annem Kıbrıs’lı. Ne zaman fonda bir ağustoböceği vızıltısı duysak bana “Bak buna ziziro derler…” der. Aklıma girdi bir kere tabii… Biteviye ses çıkaran ve huylarıyla edebiyata konu olmuş bir böcek türü bu ve hayatları çok ilginç gerçekten de… Çok kısa bir ömürleri var ama aslında dünyaya geldikten ya da bedenlendikten sonra ağaç köklerinde uzunca bir süre yaşayan ve sadece belli –matematiksel- bir zamanda dünyaya ayak basmak gibi olağanüstü özelliklere sahipler. Bu benim romanımda özlediğim özendiğim bir katmandı, o yüzden sahiplendim.
Romanın başkahramanı Diren’i bir kez de sizden dinleyelim. Diren nasıl bir karakter?
Zor bir çocuk, zor bir ergen. Zor ve farklı bir annenin kızı. Hayatın getirdiklerini olduğu gibi kabul edemiyor, hep sorguluyor, hep mutsuz, ailesini devamlı kendi mutsuzluğunun baş sorumlusu olarak görüyor, kendini, yeteneklerini yeterince önemsemiyor… Öte yandan çok verici ve empatik. Bunun da yeterince farkında değil. Kendinden yola çıkarak insanlara hak ettiklerinin fevkinde değer veriyor ve bu yüzden acı da çekiyor. Farklı olmak, toplum içinde onu mutlu kılmıyor ama buna da razı, yeter ki insanlar onun özgürlüğüne halel getirmesin. Bir de hayata değer katmak anlamında bir misyonu var Diren’in. Aslında kendini buna hiç layık bulmaz ve görmezken. Bir bakıma layık gören ve görmeyenleri birbirlerine çarpıyorum. Hanginiz daha iyisiniz acaba… diyorum!
Çocukluk, aile, iş hayatı, aşk… Diren üzerinden bütün bu izlekleri hayat geçirirken kurguda nasıl bir yöntem uyguladınız?
Aslında sarmal bir kurgu var. Bugünden geçmişe gidip gelen, aslında okunuşu ne kadar kolay olsa da yazarken birçok bölümün yerini değiştirmek zorunda kaldığım bir kurgu oldu. Özel bir yöntem yoktu. Diren masanın başına geçti ve yazdı aslında, çok samimi bir şekilde…
Edebiyat demek öncelikle dil demek, sizin her yazdığınız metinde dil konusundaki hassasiyetinizin daha da geliştiğini görüyorum. Diren’in zihni metne yansımış durumda. Bunu hayata geçirmek için neler yaptınız?
Hareketli, gitgelli zihni vermek için bazen damardan kelimelere yer verdim. Cümlelerle çok oynadım, bu okurken hissedilmese de yakın okumanın gözünden belki de kaçmayacak bir müdahale. Belki daha yumuşak geçiştirilebilecek tanımlamalar, daha haddini aşan ifadelere dönüştü. O karaktere büründüğünüzde dil de sizi izliyor aslında.
Gündemi de yoğun biçimde takip ettiğinizi bildiğim için popüler edebiyat ve nitelikli edebiyat hakkında bir değerlendirme isteyeceğim sizden.
Ne diyeceğimi bilmiyorum ama incecik, dolu dolu bir kitap okuduğumu, onu günlerce düşündüğümü; kalın, yoğun, aksiyonlu, çok karakterli bir roman okuyup kendimi boşlukta duyumsadığımı söylesem size… Çok yazmak, devamlı yazmak, devamlı üretmek meselesi değil niteliklilik bence. Söyleyecek gerçek bir sözünüz, içe doğru bakan bir aynanız olması şart sanki. Yoksa yüzeysellik denizinde kulaç atmak gibi bazı çok satan kitapların büyüleri… Ve hatta klişe-türevlerinin türevlerini izlediğiniz bir oyun alanı “popüler”ler… Yine de tek bir cümle, tek bir iyi tanımlama, tek bir esinti için bile yüzlerce sayfa okunur, okunmaya değer!
Yeni öyküler, romanlar var mı masanızda; önümüzdeki günlerde neler okuyabiliriz sizin kaleminizden?
Yeni bir roman hazırlığım var. Bu sefer yine günümüz kadınlarının ve erkeklerinin farklı sorunsalları, daha meydan okuyan meselleri ile ilgili bir hazırlık arifesindeyim ama seneye.
edebiyathaber.net (16 Nisan 2019)