“Siz Urras’lıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince yağmur, çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yüzler. Annares’te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnız bu – duvar, duvar!”
Ursula Le Guin’in kendi tanımıyla “ikircikli bir ütopya” olan Mülksüzler romanında, Annares’ten Urras’a gelen zaman fizikçisi Shevek, mülksüz toplumunu, Urras’lılara bu sözlerle anlatıyor. Mülksüzler (The Dispossessed), Amerikalı bilim kurgu yazarı Ursula K. Le Guin’ in, 1974 yılında yazdığı ve sanıyorum ki yüzyıllar boyu okunacak, olağanüstü romanı. İkinci okumamı bitirip yazıyorum bu tanıtım yazısını.
Urras, Annares, Hain ve Arz, Mülksüzler’e konu olan uzay boşluğunda yer alan dört gezegen. Annares, Dünya Odocular Topluluğu olarak adlandırılan, bir buçuk milyon Urras’lının yüzelli yıl önce “kendi kendini besleyen bürokrasi aygıtına ve lider, patron, devlet başkanı olmayı amaçlayan bireylerin hükmetme güdüsüne hizmet edecek hiçbir kuruluşun olmayacağı” bir toplum hayaliyle kendini sürgün ettiği gezegen. Urras’a Ay deniyor Annares’ten bakınca; bulutlarının beyaz sarmalları altında kıtalarının kıyıları seçilebiliyor. Topluluğun Annares’i hiç görmeyen lideri Laia Asieo Odo tüm göç planlarını Urras’ın cömert topraklarına göre yapar ancak Annares’te doğa ve yaşam koşulları Urras’a hiç benzemiyor:
“Kurak Annares’ te topluluklar kaynak aramak için geniş bir alana yayılmak zorundaydılar; ‘yeterli olan’ın ne olduğu konusundaki anlayışlarını ne kadar kısıtlarlarsa kısıtlasınlar ancak birkaçı kendi kendine yetebiliyordu. Gerçekten de çok kısıt koymuşlardı kendilerine, ama altına inmeyecekleri bir sınır vardı. Kent öncesi, teknoloji öncesi kabile yaşamına dönmeyeceklerdi. Anarşizmlerinin çok ileri bir uygarlığın, karmaşık, çeşitlilik içeren bir kültürün, dengeli bir ekonominin ve yüksek bir üretim hızıyla malların çabuk aktarımını sağlayabilecek son derece endüstrileşmiş bir teknolojinin ürünü olduğunu biliyorlardı. Yerleşim birimlerini ayıran uzaklık ne kadar büyük olursa olsun onlar karmaşık organiklik ilkesine sıkı sıkıya sarıldılar. Önce yolları sonra evleri yaptılar. Her bölgenin kendine özgü kaynakları ve ürünleri sürekli diğerlerininkilerle, ince bir denge süreci gözetilerek takas ediliyordu: yaşamın, doğal ve toplumsal ekolojinin temel özelliği olan o çeşitlilik dengesi içinde.”
Yaşamlarının gerçekliğini sevgi ve dayanışmada bulan Annaresliler için sorumluluk bilinci ve toplumsal vicdan tüm yasaların yerini almıştır. Yapılması gereken işler, gönüllü ve zorunlu işler olarak ayrılıp İş Böl bilgisayarlarının gezegenin tümünü kapsayan iletişim ağıyla eşitlik ilkesine göre dönüşümlü olarak dağıtılır. Yönetim ve yürütme, Üretim ve Dağıtım Eşgüdümü’nün kontrolündedir, Annares’te insanlar değil, üretim yönetilir.
Annares’te yeni bir toplumla birlikte yeni bir dil oluşturulur, Pravca. Satın almak, görkem, mülk sahibi sınıflar, dilenci kelimelerinin Pravca karşılığı yoktur, dil dağarcığındaki en kötü hakaret ‘çıkarcı’dır.
Shevek, Eşzamanlılık Prensibi ve Genel Zaman Kuramı adını verdiği bilimsel formülleri ortaya koyan Annares’li zaman fizikçisidir. Eşzamanlılığı şöyle anlatır; ‘’zamanın ‘geçtiğini’, önümüzden akıp gittiğini düşünürüz; ama ya biz öne doğru geçmişten geleceğe, sürekli yeniyi keşfederek gidiyorsak? Böyle bir zaman akışı, biraz kitap okumaya benzerdi, anlıyor musunuz? Kitap orada, tümüyle, kapağının içinde. Ama öyküyü okumak ve anlamak istiyorsanız, ilk sayfadan başlamalı, sonra ilerlemeli, hep sırayla gitmelisiniz. Böylece evren çok büyük bir kitap, biz de onun çok küçük okuyucuları olurduk.” Geçmiş ve geleceğin, bellek ve istekle şu anın bir parçası haline getirilememesi durumunda hiçbir yol, gidilecek hiçbir yer olmadığını, zaman biliminin ahlakla ilişkisini, bir sözü tutmamanın geçmişin gerçekliğini yadsımak ve bu yüzden de gerçek bir gelecek umudunu yadsımak anlamına geldiğini anlatır Urras’lılara. “Eğer zaman ve us birbirlerinin işleviyse, eğer biz zamanın yaratıklarıysak, bunu bilerek en iyi şekilde yararlanmamız gerekir. Sorumluluk duyarak hareket etmemiz gerekir…”
“Ortalama insan aklının doğuştan korkaklığı” sayesinde insanlar üzerinde iktidar kurmak, Anneres’ te de mümkündür. Başlangıçtaki Odo’cu özgürlük anlayışına rağmen yıllar içinde, toplumsal vicdan ve kamuoyu, bürokratlarca yönetilen bir iktidar aygıtı haline gelir. Üretim ve Dağıtım Eşgüdümü’nde çalışan, ününü başka beyinlerden alıp el koyduğu fikirlere borçlu olan Sabul’un aynı zamanda kamuoyunu yönetebilmekteki becerisi, kendi adının da geçmediği çalışma ve ilkeleri yayımlayan Shevek’in toplumdan dışlanmasına neden olur. Shevek ve arkadaşlarının kurdukları İnisiyatif Sendikası, çalışmalarını tamamlayabilmek, bilgiyi paylaşmak ve çoğaltabilmek umuduyla Urras’ la, ÜDE’den bağımsız olarak bağlantıya geçer. Urras’lı bilim adamları heyecanla karşıladıkları çalışmaları nedeniyle Shevek’i ödüllendirmek üzre gezegenlerine davet eder. Urras’ın büyük gücü A-İo’luların Shevek’i ülkelerinde büyük bir özenle ağırlamalarının asıl nedeniyse uzay yolculuğu ve prestij için sahip olmak istedikleri, uzaya hükmetmelerini sağlayacak Genel Zaman Kuramı’nın Shevek tarafından ortaya konmasıdır.
Urras, Thu, A-İo ve Benbili ülkelerine ayrılmıştır, Benbili iki süper gücün savaş alanıdır…
Mülksüzler, bir bakıma, sonsuz bir uzay boşluğunda, ışık yılları mesafelerle birbirinden ayrılmış dört gezegenin her birindeki aynılığı anlatıyor, insanı. İçgüdülerini, aç ya da tok oluşuyla değişebilen düşünce akışını, geleneğin, ahlakçılığın, toplumsal aforoz korkusunun, özgür olma korkusunun kendi inisiyatifiyle özgürce verdiğini düşündüğü kararlardaki bağlayıcılığını, yönetilmedeki kolaycılığını. (Bir başka bilim kurgu romanı Cesur Yeni Dünya’da Aldous Huxley şöyle der: “Tüm şartlandırmaların amacı budur; insanlara toplumsal yazgılarını sevdirmek.”)
“Yeterince, hatta kıtı kıtına yetecek kadar yiyecek olduğunda paylaşmak kolaydı. Ya olmadığı zaman? O zaman güç devreye giriyordu; güçlü olan haklı oluyordu; güç, onun aygıtı şiddet ve en büyük müttefiki, görmezden gelen göz.”
Kadının, erkeğin, aşkın, cinselliğin doğal, insan varoloşuyla uyumlu hallerini anlatıyor Le Guin Mülksüzler’de. İçgüdülerin yaşama yansıyışının, kadın figürünün Annares’te ve Urras’taki farklı toplumsal yapılarda nasıl farklılaştığını. Annares’te, “Taştan, yeşil yaprakları yeşerten / Kayanın kalbinden berrak suyu fışkırtan kadın” ezgisini mırıldanırken, sahip olma dışında bir ilişki bilmeyen Urras’lıların dünyasında, kadının sahip olunan, satın alınan bir nesne ve bu yüzden huzursuz, doyumsuz ve tehlikeli olduğunu anlatıyor…
Mülksüzler’den aktarılacak öyle çok şey var ki. Belki her okunuşta bambaşka bir yazıyla. Ursula Le Guin, anlatmak istediklerinin bir özetini Shevek’in Nio Esseia’da katıldığı büyük gösteride yaptığı konuşmayla aktarıyor:
“Bizi bir araya getiren şey acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren şey seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeyde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık…”
“Eğer istediğiniz Annares’ se aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum, tıpkı bir çocuğun dünyaya hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir…”
Mülksüzler’de, Ay uzaklığında iki farklı dünya arasında gidip gelirken, varoluşun, içgüdülerin, düşüncenin, toplum bilincinin, üretmenin, paylaşmanın ve güce sahip olmanın insan yaşamında neye karşılık geldiğini adeta uzaydaki çok sesli bir oratoryodan dinliyoruz.
“Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen dedi Shevek, hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar…Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın – ara vermeyi.Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor…”
Emel Bayrak – edebiyathaber.net (24 Kasım 2017)