Hazırlayan: Can Öktemer
En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Aynı anda birkaç kitap okuyorum genelde, fazla istiflendiği için biraz da; ama son dönemde bende iyi bir tat bırakan en önemli kitap Roddy Doyle’ın ‘Bullfighting/Boğa Güreşi’ kitabı oldu. Doyle zaten ‘The Commitments’ın yazarı. O yüzden kendisini fazla takdime gerek yok: aynı anda hem Britanya realizmi, hem Kelt romantizmi taşıyor. Keskin zekası, nükteleri, gerçek hayata dair iç burkan tespitleri, nüansları ile amansız gerçekçiliğinin içine lirik anlar saklayabiliyor. Beğendim.
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
Kitap genelde gösterişsiz, yalın cümlelerle örülüydü; yine de sanırım şu pasaj kitabın genel temasını özetleme bakımından işlevsel olacaktır:
Bunu insanlara anlatmak için sabırsızlanmıştı. Anlatacak bir hikaye bulduğunun farkındaydı. Hikayeler. Yirmi beş yıldır biriken hikayeler. Çoktan eskimişti bu hikayeler. Üzerlerinden yıllar geçmiş, birçok kez uzun uzun anlatılmışlardı. (…) Hikayeler, hatıralar yıpranıyor, yerine yenileri de gelmiyordu. Allahın cezası hayat elinden kayıp gidiyordu.
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Daima kendi sezgilerimi dinlerim, o dönemki ilgi alanlarımın izini sürerim. Kitap okumanın kişisel bir faaliyet olduğuna inanıyorum. Kitap eklerinden uzak dururum, trend kitaplardan pek hoşlanmam; zaten edebiyat, kimilerinin kolayca kisvesine bürünebildikleri bir hal; İmparatorun Yeni Elbiseleri masalındaki kıyafetler misali ‘sadece edebi olanlar görebilir’ diyerek aslında gerçek olmayan edebi auralara bürünen kitaplar / yazarlar / dergiler ve sözde otoriteler var. Aslında bunları ayıklamanın kolay bir yolu da var. Tek yapılacak şey şuna dikkat etmek: bu cepheler, kitapları mı daha çok seviyor, insanları mı? Kitaplardan etkilendikleri için mi bu yoldalar, yoksa insanları etkilemek için mi?
Başka bir deyişle bu kadar poz kesilebilen, edebi bukalemunluk yapılan bir mecrada hakiki kitaplara ve yazarlara sadece kendi sezgilerimiz bizi götürür diye düşünüyorum. Kitap ekleri veya trend rüzgarları değil. Goodreads gibi siteler ise bana saçma geliyor. İnsanların aksine kitapların sosyal medyaya ihtiyacı yoktur.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Çok değilse de var biraz:
Umberto Eco’dan Gülün Adı; Cormac McCarthy’den Blood Meridian; ilk hali kitap olmasa da İlyada ve daha niceleri.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
1999-2000 civarı, Ankara Üniversitesi’nin edebiyat dergisinin üç sayısında yayınlanmıştı üç ayrı hikayem. Sanırım ilk o idi. Üniversitede bir iki kişiye okutmuştum bunları daha öncesinde.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Okumayı kişisel bulduğum gibi yazmayı da kişisel buluyorum. Kafe ve benzeri kamusal alanlarda yazmak istesem de yapamam sanırım.
Günlük mesai şeklinde yazan yazar grubundan değil, ilham olarak adlandırdığım türde fikir bekleyen, onu yakalayınca yazan yazar grubundanım; ama bu, günlük işler sırasında kafamda hikayeleri evirip çevirmediğim, sürekli kurcalamadığım anlamına gelmiyor. Yani mutlaka yazı masama oturup, kol düğmelerimi gevşetip, pipomu temizleyip, vanilyalı mumlarımı yakıp, Viyana Filarmoni Orkestrası plağımı vintage pikabıma koyup, Kolombiya’dan gelen özel filtre kahvemi yudumlayarak boş sayfaya dört saat bakmak falan gibi şeyler yapmıyorum. Zaten kahve de içmiyorum. Doğru fikri kafanızın içinde avladıktan sonra gerisi, aklınızdakileri sayfaya dürüstçe nakletmek, bunun için de her tür ritüel, aksesuar, dış ses, müzik, gürültü, kalabalık, sosyal ortam ve sosyal medya, benim için istenmeyen engeller. Ayrıca kedilerimiz Nazgül ve Cancan yeterince gürültü ve dikkat dağınıklığı yaratıyor zaten.
edebiyathaber.net (5 Ekim 2018)