Romanlarında rüya ile uyanıklık, gerçek ile kurmacayı harmanlayıp okuru aklın dehlizlerinde dolaştıran Murat Gülsoy, “Baba, Oğul ve Kutsal Roman”da bir yazarın başından geçenleri anlatıyor.
Roman kahramanınız bu kez bir yazar. “Tüm iyi edebiyat okurlarıyla kendimi uzaktan akraba hissederim” diyor. Bunun bir gerçekliği de var öyle değil mi?
Edebiyat, insanları birbirine bağlayan en önemli sanat. Bir başkasının ne düşündüğünü, nasıl yaşadığını, deneyimlerini içeriden ve samimiyetle keşfetmemizi sağlar. Bence edebiyat insanlığın yarattığı bir üst dildir. Bu dilde konuşan Cervantes ile Kafka veya Akutagawa ile Tanpınar rahatlıkla anlaşabilirler. Elbette okurları da…
Romanda “projeci yazarlara” yönelik bir eleştiri var. “Her türlü sorun için kitap yazılır. Bir ölçü aşk, iki ölçü toplumsallık, yarım ölçü muhalefet, bolca mistisizm…” Bu biraz da sizin iç sesinizin yansıması diyebilir miyiz? Bu eleştiri ticari edebiyat diye de adlandırılan edebiyat sektörüne… Yüzeysel olmalarının ötesinde son derece ideolojik yansımaları olduğunu düşünüyorum. Bu tür kitapların ucuz ve kolay çözümleri aslında insanların gözlerinin içine baka baka söylenen yalanlardan ibaret. Edebiyatçı politikacılar gibi çözümler sunmaz, sorular sorar, tekinsizlikleri işaret eder. İdeolojik olan net bir dünya sunarken bize,modern sanat netlik ayarımızı bozar. Huzurumuzu kaçırır. Huzur veren şey sadece ideolojidir. Ticari edebiyat da okurlara bu huzuru eğlenceli bir şekilde satmaktan başka bir şey yapmaz.
Yine yeni yazarlara ve kitaplara yönelik bir ironi göze çarpıyor romanda. GDO’lu ürünlere benzetiliyor ve bir örnek olmalarından dem vuruluyor…
Edebiyat bir sektör haline geliyor. Bu yaşanan çağın bir gerçeği. Her geçen yıl basılan kitap sayısı artıyor. Aslında bu mutluluk verici bir gelişme. Artık okur var ve kitap talep ediyor. Ancak aynı hızda yazar çıkmıyor. Biz bu coğrafyada edebiyata, yazara yatırımdeğil baskı yaptık yıllarca. Bakın, bir yazar dünyadaki en önemli edebiyat ödülünü kazanıyor ve kendi ülkesinde korumayla gezmek zorunda kalıyor. Akıl alacak işmi? Özgür düşünce olmadan gerçek sanat olamaz. Böyle bir atmosferde yaşadığımız için ortaya çıkan yazarlar da bizi sarsacak yapıtlar koyamıyorlar ortaya. Daha somut bir örnek vereyim… Örneğin, üniversitenin bulunduğu birmahalleye yaklaşırken çevrede kültüre dair izlerin çoğalmasını beklersiniz: Başka yerlerde bulunmayan kitapları satan kitapçılar, farklımüzikler dinlenen kafeler, küçük tiyatrolar karşınıza çıkacak diye beklersiniz. Gençliğin entelektüel enerjisini farklımecralarda nasıl üretime dönüştürdüğünü görmeyi beklersiniz. Bizim şehrimizdeki üniversitelerin çevreleri ise fotokopicilerle sarılıdır sadece.
Roman kahramanı yazar, “Yazmakta olduğum romandan söz edersem heyecanımı yitireceğime dair çok eski bir inancım var” diyor. Sizin de var mı böyle inançlarınız?
Evet. Yazmayı güdüleyen şeylerden biri insanları şaşırtmaktır. En azından bu bende böyledir. Dolayısıyla yazacağımbir kitaptan söz edip de bunu heyecanla anlattığımzaman karşımdaki kişinin verdiği tepkiler beni tatmin ediyor ve artık yazma heyecanımkalmıyor. Psikolojik bir durum.
Söyleşiyi gerçekleştiren: Ümran Avcı – haberturk.com (28 Mayıs 2012)