Kaan Murat Yanık’ın daha önce 2017 yılında yayımlanan kitabı Uzakların Şarkısı, bu ay içinde, Ketebe Yayınları etiketiyle tekrar okuruyla buluştu. Kendini arayan, aramaktan yorulan, ama uğraşında sebat eden Bünyamin’in Kars’a göçü ile iki yüz yıllık bir sırrın iç içe geçtiği bir kitap Uzakların Şarkısı.
Ağırlıklı olarak 18. yüzyılın İstanbul’unda, şehrin cinayetlerle, isyanlarla, saray entrikalarıyla çalkalanan kargaşası içinde geçen roman, bir yandan da “modern bir Tutiname”. Haliyle bir masalın girdabında, “uzağa en yakın yere doğru gitmenin verdiği muğlaklıkla”, “hayal ile hakikatin bitimsiz savaşının” ortasında ilerler. Yazar Bünyamin, dinlediği hikâye ile kendi hikâyesini hemhal ederek karanlığı ziya ile doldurmak niyetindedir.
“İnsan, içindeki ve dışındaki boşlukların arasında kalınca yok oluyor.”
Bünyamin, sesini yitiren ve bunun tedirginliğini yaşayan bir yazar. Çok sevdiği Eylül ölünce kovuğunu bulma derdine düşer ve buna ancak yazarak varacağını düşünür. Bu sebeple, kulaklarına artık “başka bir dünyanın şarkısını” doldurabilme ümidiyle Kars’a taşınır. Burada Besti Nine ile tanışarak hem onunla dost olur hem de onun sakladığı sırrın bir parçası. Romanın bu ilk bölümünde, başkalarının hikâyesini yazıyormuş gibi görünerek kendi hikâyesini yazan Bünyamin’in var olma mücadelesini okuruz. Bundan sonra ise bu mücadele, Zencefil ile Gülbadem’in hikâyesine eklemlenerek daha debdebeli bir hâl alır.
Zencefil, 266 yaşında bir papağandır. Yüzyıllar evvel dostu Gülbadem’i kaybedip çeşitli yollardan geçer, en son Besti Nine’nin evinde gizlice yaşar. Bünyamin’in fark etmesiyle mecburen ortaya çıkan, özbeöz Doğulu olan bu papağanın anlattıkları romanın asıl meselesinin işlendiği yerdir. Zencefil anlattıklarıyla Bünyamin’in bir roman yazmasına yardım edecek, böylelikle hem kendi refaha kavuşacak -çünkü sonunda bir isteği vardır yazardan- hem de Bünyamin, kendisine tutulan bu aynadan âdeta bir yaşam devşirecektir.
İnsana dair iyi-kötü çokça davranışın ders çıkarmak amacıyla anlatıldığı eserlerden olan tutinameyi “yeniden yazan” Yanık, Doğu’nun şairlerinden yaptığı alıntılarla, ironiyle, insan beyni yiyen Nebatilerle, denize atlarken asılı kalan kızla, geleceğe açılan tünelle Doğu’nun hikâyesini, büyülü gerçekçilikle yan yana getirir. Bunu yaparken saray etrafında dönen entrikaları, dolandırıcıları, kahvehane âlemlerini anlatarak gündelik hayatın keşmekeşini da göz ardı etmez. Dolayısıyla Uzakların Şarkısı, tıpkı kahramanı Gülbadem’in hissettiği gibi “onu kuşatan bulanık manzarayı” takip ederek mana arar.
Romanın merkezinde 18. yüzyılın İstanbul-Galata’sı vardır. Zencefil ile Gülbadem buraya Hindistan-Delhi’den gelir ve “gurbet denen o mayhoş tat” sürekli ağızlarında dolandığından, bir gün eve dönme ümidiyle yaşarlar. Geride kalan hayatlarının mutlu kısımlarını hatırlayarak “kendilerini unutamadıkları” bu süreçte aşk, nefislerini zorlar. Gülbadem, Ruhhane denilen yerde zorla tutulan İpek Böceği’ne âşık olur ve bundan gayrı -adını romanın sonuna kadar duyamasak da- Bünyamin ile Gülbadem aşk yolunda birleşe birleşe sona yaklaşır. Tabii bu aşk, Gülbadem’e cefa çektiren, onu türlü zorluklara iten bir aşktır. “Kabuğumu kırmak için her şeye çarptım ama kabuğum kırılmadı. İçim sallanıp durdu,” der bir yerde İpek Böceği. Gülbadem’e de aynısı olur; bir ses olmak, arınmak için, maşukuna kavuşma ateşiyle hareket eder. Sevdiği hakkında, “Öyle güzel ki, sahte bir peygamber çıksa meydana, ahali kendisine inanmak için bir mucize istese, onu göstermesi yeter…” der. Aşkını kutsallaştırır, vehim ile gerçek arasında gidip gelir.
Gülbadem aşkı peşinden koşarken felakete sürüklenen İstanbul’u da kurtarma derdindedir. Kesik başların, ırza geçmelerin, soygunların, idamların yaşandığı İstanbul’da bir grup, padişahı indirmek ister. Bunu öğrenen Gülbadem, plan yaparak Zencefil ile birlikte bunu engellemek ister. Bu iki koldan içine girdiği mücadele, aslında Gülbadem’in dönüştüğü bir süreçtir. Bu süreç, yolunu kaybeden Gülbadem’in yavaş yavaş hizaya girdiği, içindeki kargaşanın son bulacağı bir olaya dönüşür. Tabii dinleyen Bünyamin’in de.
“İnsan gerçekte kabullenemediği bir şeye, rüyasında ikna olur.”
Bünyamin’in dinlediği bu hikâye, onu rüyalar âlemine, yani “hayat ile ölüm arasındaki boşluğu” dolduran âleme götürür ve o, bu boşlukta yürüyerek bir türlü geride bırakıp kapatamadığı kapıyı kapatır. Gülbadem aşkı tarif ederken, “Aşk, seni bir taş yapıp kuyuya atan kuvvet. Ne kuyunun dibini biliyorsun, ne de neden oraya atıldığını. Bildiğin tek şey, uçsuz bir karanlığın içinde çarpacağını bilmeden, son sürat düşüyor olduğun,” der. İşte onun bu karanlığı, Bünyamin’in de karanlığıdır. İkisi de aynı dertten, müşterek bir mazinin karanlığından yol bulmaya çalışırlar. Düşüşleri ise en keyif aldıkları yerdir; yere çakılacakları zamana kadar bunu pek düşünmezler.
Romanda Zencefil’in sakladığı sır, gelecek ya da geçmişe açılan tüneldir. Bu tünelin varlığı, neye sebep olduğu, kimleri içine hapsettiği romanın düğümlerinin atıldığı yerlerdir. Sır çözüldüğünde roman da son bulur ve nihayetinde “başka bir dünyayı sezerek, varlıkla yokluk arasındaki o dar kapının peşinde” sona ulaşırlar. Bünyamin’in kendini Gülbadem ve onun aşkıyla bir gördüğü, gaybın dirim sağladığı bir bitiş olur.
Uzakların Şarkısı, zamanın ve mekânın ötesine geçme, mana arama, masumiyet, özgürlük, geçmiş ve gelecek mefhumlarının irdelendiği, Doğu mitolojisinin ve Divan edebiyatının hikâyelerinin büyülü gerçekçilikle iç içe geçtiği bir romandır. Postmodern unsurlardan olan metinlerarasılığın, Tutiname çevresinde bu roman özelinde incelenmesi mümkündür. Tarihin ve coğrafyanın arka planda tüm ayrıntılarıyla/gerçekliğiyle olmasa da hissedildiği roman 18. yüzyılın İstanbul’unda varlığına inandıran bir hikâyenin peşinden koşturuyor.
edebiyathaber.net (22 Ağustos 2023)