Mutlu aşk yoksa bile, mutlu bir dünya olmalı bir yerlerde | Pınar K. Üretmen

Ağustos 25, 2016

Mutlu aşk yoksa bile, mutlu bir dünya olmalı bir yerlerde | Pınar K. Üretmen

pinar-uretmenLouis Aragon 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın ateş çemberinde yazar Mutlu Aşk Yoktur şiirini. Elsa’nın gözlerinden anlatır ülkesi için ve umutsuzluğa karşı direnişini. Dünya bir ateş yeridir ve çok sevilen her ne varsa tehlikededir. “Hayatı Bu silahsız askerlere benzer / Bir başka kader için giyinip kuşanan” der Aragon, sevgili Elsa’sına. Hayat ve aşk devam etse de terzi savaştır ve diktiği giysiler kan desenli asker üniformalarıdır. Aydınlanma çağının o güçlü ışığı, insanlık onuru kararmaktadır.

Tıp fakültesinin üçüncü yılında Birinci Dünya Savaşı’na katılır Aragon. Savaş bittikten sonra eğitimini yarıda bırakarak edebiyata yönelir. Bu kararında Paul Eluard ve Andre Breton’un etkisi büyüktür. Üç şairin Birinci Dünya Savaşı’nda cephede bulunmaları ve askerlerin yaşadığı psikolojik travmalara şahit olmaları onların sanat anlayışını etkiler. Breton da nöro-psikiyatri asistanıdır ve savaşın sahte olduğuna, yaralıların makyajla yaratıldığına, ölülerinse tıp fakültesinden alındığına inanan bir askerin tedavisini üstlenir. Bu askerin geçirdiği şokun etkisiyle gerçeklik algısının değişimi ve hayata karşı direnebilmek adına hayali bir dünya yaratması daha sonra bildirisini hazırlayacağı Gerçeküstücülük (Sürrealizm) akımının ilk düşünce tohumları olur Breton için. “…insanlar büyürler ve yaşamın buyruklarıyla, katı gerçekleriyle yüz yüze gelirler. Artık yitirmiştir mutluluğunu, ancak düş gücü hep canlı kalır. Yaşam birçok şeyi elimizden alsa da düş dediğimiz insanlığın eski fanatizmine, o büyük düşünsel yaratılarına, özgürlüğe dokunamaz. Bilinçaltının bu özgürlükten vazgeçmesi beklenemez.[i] der Gerçeküstücülük Manifestosu’nda, mutlu bir dünyayı düşleyerek. Breton’un bu görüşleri, Freud’un psikanalitik çözümlemelerine ve bilinçdışı üzerine yaptığı çalışmalara dayanır.

Tarih bir süreçtir, büyük tarihsel olaylar bu sürecin sonucudur. İki büyük dünya savaşı da bir günde çıkmamıştır elbet. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Avrupa’da üretim ve güç dengelerinin değişimi, kapitalizmin etkileri ve modernizm sonucu ortaya çıkan ulus devlet ideallerinin ırkçılık ve faşizme doğru yalpalaması dönemin sanat anlayışını da etkiler. Yaşanan büyük sosyolojik bunalımla bireysel bunalım, içeriden ve dışarıdan insanları kuşatır. Dünya öyle bir dönemden geçmektedir ki, Modernist düşüncenin ve yüksek insanlık ideallerinin daha güzel bir dünya yaratacağı beklentisi yerini şüpheye ve hiçlik duygusuna bırakır. Bu karanlığa karşı hem sanatla hem de eylemle karşı koymanın vakti gelmiştir artık. İşte Aragon’un da temsilcisi olduğu Gerçeküstücülük akımı böyle bir dünyaya karşı sesini, sözünü duyurmak adınadır. Akımın ilk metni olan Sürrealist Araştırmalar Bürosu Bildirisi’nde politik olarak devrim düşüncesini sahiplendiklerini ilan ederler. Aragon’un sonraki yıllarda Fransız Komünist Partisi’ne girmesi ve Sosyalist Gerçekçilik Akımı’na yaklaşması devrim ve mücadeleye olan tutkusunun göstergesi olarak okunabilir. Ancak bu savaş insanlık onurunu ve ruhunu kurtarmak için, barış adına yapılacaktır.

guernica_allAragon, 1928 yılında Elsa Triolet ile tanışır ve evlenirler. Elsa, onun hem aşkı hem de İkinci Dünya Savaşı yıllarında katıldığı direniş mücadelesinde yoldaşı olacaktır. Fransız anti-faşist örgütünde yer alırlar. Aragon’un kendisine “Güzelim, sevgilim, kanayan yaram benim. / Yaralı bir kuş gibi taşırım yüreğimde seni.” diye yazdığı yıllarda, Elsa da “Beyaz At” adlı romanını yayımlar ve 1944 yılında Fransa’nın en önemli edebiyat ödülü olan Goncourt ödülünü kazanır. Mayakovski ve Çehov’u tanıtır Fransa halkına. Savaş yıllarıdır, direniş sürmektedir. İki sanatçı omuz omuza ve yürek yüreğe devam ederler yaşamaya, yaratmaya ve savaşmaya.

Sanatçının görevi çağına tanıklık etmek midir, bilemiyorum. Ancak görev gereği olmasa da sanatsal yaratımların toplumsal ve tarihsel belleği yarına aktardıkları söylenebilir sanırım. Ayna tutarlar ait oldukları çağa. Sanat, toplumsal belleği canlı tutan, tarihsel bilinci yeni nesillere aktaran olmuştur çağlar boyunca. İşte büyük yıkımlara yol açan bu iki büyük dünya savaşı da devrimci bir sanat anlayışı yaratmıştır.

Kübik ressam Pablo Picasso 1937 yılında İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının Guernica şehrini bombalamasına ve ölümlere karşı tepkisini ünlü Guernica resmiyle dile getirir. Picasso “İspanya’nın mücadelesi, insanlara ve özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim düşünebilir? Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim”[ii] sözleriyle savaşın derin bir yara izi bıraktığı tarihsel belleğe kendi adına bir satır ekler. Okunması, ders alınması ve unutulmaması gereken işte bu yıkıcı geçmiştir. Picasso’nun “Bu resmi siz mi yaptınız?” diye soran Nazi subayına “Hayır, siz yaptınız” cevabı kadar unutulmaz bir tokattır insanlığı uyandırmak adına.

Mutlu Aşk Yoktur şiiri benim için bir aşktan daha fazlasının, mutsuz bir dünyanın tarifidir. Acıyı ve utancı en derininde duyanların gelecek nesillere emanet ettiği bellektir. Savaşa rağmen sanattan vazgeçmeyen insanın direnişidir. İnsanlığın kötülüklere inat aşkı yüceltmesi ve bir kadının gözlerinden aydınlık yarınlara bakmasıdır.  Aragon için en çok sevdikleri birleşir hayalinde, Elsa ve vatan, aşk ve onur, gözler ve gelecek bir olur rüyalarında.

Son günlerde bir şiir dilimde, pelesenk. Mutlu Aşk Yoktur, diyor bana, mutlu aşk yoktur dedirtiyor. Bilincimin derinliklerinden gelen, aşk acısından çok daha ötesinin ifadesi, biliyorum. Bir şehrin sokaklarının, mesela Champ-Elysses’nin, Elsa’nın gözlerine dönüşmesi misali. Nasıl ki Aragon’un dizeleri bir kadına duyulan sevgiden çok daha fazlasını anlatırsa ve nasıl Elsa’nın gözlerinde parıldayan ışık ülkesini, ülküsünü, insanlık onurunu ifade ediyorsa, görünen gerçeğin arkasında durana karşı benim bu yakarışım da. Bir kadından ve bir şehirden çok daha fazlası için. Ülkeme, dünyaya, insanlık onuruna sahip çıkmak adına, geçmişten alınmayan derslere ve unuttuğumuz tarihsel belleğimize karşı bir isyan belki, kim bilir. Bir çığlık yükseliyor içimden, sessiz. Yutuyorum kelimelerimi ama alışamıyorum sözün yitişine. Oysa biliyorum, mutlu aşk yoksa bile, mutlu bir dünya olmalı bir yerlerde.

Pınar K. Üretmen – edebiyathaber.net (25 Ağustos 2016)

[i] Zoraki Güzellik – Hal Foster

[ii] Sanat ve İktidar – Aydın Şimşek

Yorum yapın