Mutlu bir hikâye: Hasan Uygun’un Köpek Yarası adlı kitabı üzerine | Ayşe Korkmaz

Nisan 29, 2019

Mutlu bir hikâye: Hasan Uygun’un Köpek Yarası adlı kitabı üzerine | Ayşe Korkmaz

Köpek Yarası, editör ve yazar Hasan Uygun’un 1997 yılından bu yana süre gelen yazma serüveni içerisinde varoluşcu ve dışavurumcu tarzdaki öykülerini bir araya getirdiği ilk kitabıdır. 2015 yılında, Liber Kitap’tan çıkmıştır. Bu kitap için seçilmiş on altı öykü, büyük bölümü herhangi bir dergide yer almamış, delilik ve naiflik arasında yaşayan, bilinçli olarak sisteme dâhil olmayan, ötekilerin öyküleridir. Severek okuduğumuz 50 Kuşağı yazarlarından izler taşırlar.

Kitaba yolculuğumuz Edip Cansever’den bir alıntıyla başlar: “Biz ki, ayrıntıya, aykırıya, ayrıksıya tutkunuz.” Bu bize içerikle ilgili verilmiş önemli bir tüyodur aslında. Yazar, özel olarak sisteme tutunamayan “…dirençsiz, zayıf, kolay kırılan, içe dönük, depresif…” (s. 66) “yapısal olarak uyumsuz” (s. 107) ve “kusurlu” (s. 39) karakterlerle uğraşır. Bu karakterler, yıllar boyu yazarla birlikte yaşamış, yazılmaları konusunda kendilerini dayatmışlardır.

Kitabın son öyküsü olan “Mutlu Bir Hikâye”deki gibi “… bireyin tüm çıplaklığıyla sorgulandığı içe dönük öykülerinde, yazar genellikle karanlık bir dünyanın atmosferini kurar. Bu karanlık dünyada birey, tek başına ve çaresizdir. Etrafı kötülüklerle kuşatılmıştır. Ama kendisi de bu kötülüğün merkezindedir. Bu yüzden içe dönük ve her an patlayama hazırdır.” (s. 158) Ne söylediğinden çok, nasıl söylediğini önemser. Öyküyle öykünün yazılış süreci iç içedir. Yer yer yazarın sesini duyarız. Anlatıcı sürekli değişir. Çoğunlukla sen dili ve ben dili birlikte kullanılmıştır. Bu bize karakteri içeriden ve dışarıdan ayrı ayrı görebilme ve onu daha iyi tanıyabilme imkânı verir.

Karakterlerin çoğu, eşinden ayrılmış, bir eş ya da sevgili bulamamış, sevgiye ve ilgiye muhtaç, yalnız, duygusal erkeklerdir. Her zaman eksik ve yarımdırlar. Tanrı tarafından unutulduklarını düşünürler. “Sistem, kendi kuyruğunu yiyen bir canavar gibidir.” (s. 22) Onlarsa sistemin dışında, kendilerine yabancılaşmış, bir resme bakar gibi, kıpırtısız, kendi hikâyelerini izlerler: “Batan, dibe çöken, tortulaşmış bir adamın hikâyesi.” (s. 83) Asla denge tutturamamışlardır ve hiçbir başlangıca cesaretleri yoktur. Hayatının ilk merdivenine merakla çıkmaya çalışan o küçük çocuğu hatırlıyorum. Ürkek ve tedirgin; ayakları korkuyla titreyen, incecik bir halatın üstünde, dengesini bulmaya çalışan. Bu yüzden belki de hiçbir başlangıca değmez hayat. (s. 64)

Sık sık ölümü dile getirirler: “Ölsem kurtulur muyum bu yalnızlıktan?” (s. 128) Çünkü yorgundurlar. Dünyanın çürümüşlüğü omuzlarında bir yüktür: “Sırtımda tüm insanlığın günahı.” (s.81) Yüklerinden kurtulmak isterler. “Arınmak, her şeyden arınmak, tüy gibi hafiflemek istiyordum oysa. Beni aşağı çeken bütün ağırlıklarımdan kurtulmak.” (s. 84) Bunu yapabilmenin tek yolu kendi gerçekliğinin farkına varmaktır. Acı çekmek onlara bunun yolunu açar. “Enine bir çizik daha atıyorum nefretimi perçinlercesine. Koluma bir çizik. Derin bir çizik daha. Mavi nehirlerime art arda işaretler bırakıyorum soğuk çeliğin keskin ucuyla. Damarlarım. Hepsi de yüzeye çıkmak ister gibi; fışkırmak, oluk oluk akmak, sıcak sıcak taşmak, belki de varlığımı hatırlatmak, yaşadığımı hissettirmek, gerçekliğe geri döndürmek için.”  (s. 105)

Köpek yarası, toplumsal duyarlılıkla seçilmiş bir metafor olarak çıkar karşımıza. “Buraya kadar, kayda değecekse eğer, yaptığım, kendi geçmişimi adamın üzerine giydirmek oldu. Ama yaralarımız benzerdir çoğu kez, bir köpek gibi onun yarasını yalarsam, belki o da benim yaramı iyileştirebilirdi.” (s. 27-28) cümleleriyle yazar, kendisi de dahil olmak üzere, içinde bulunduğu toplumun neredeyse kangrenleşmiş olan yaralarını sağaltma kaygısı içerisinde görünür.  Çünkü korkar. “Onun karanlığıyla kendi karanlığım aynı dehlizde buluşursa eğer; durduğu yerde durmayacak, deliğinden sızıp kapkara bir bulut gibi dünyanın üzerine çökecekti.” (s. 27)

Korku, öykülerin geri planında hep vardır. “Korkularınla büyüdün aslında. Korkularından mazoşist bir haz alarak.” (s. 102) Ve bir çıkışsızlık söz konusudur. Çoğu öykünün sonu, aynı zamanda başlangıcıdır. Kitapta, baştan sona, bir bunaltı hissi vardır. Bu hissin nedeni yazarın bir türlü içinden söküp atamadığı sorumluluk duygusudur. Bunu “Mutlu Bir Hikâye”de çok daha iyi anlarız. “Kanla sulanmış balçık halindeki toprağı, elindeki çapayla eşeleyen yazar.” (s. 171), çürümüş bir dünyadan mutlu bir hikâye çıkarmaya çalışmaktadır. “Yeni. Hiç anlatılmamış. Heyecanlı. Karakterleri mutlu. Yaşam sevincini her daim duyan.” (s. 162) Oysa mutluluk, uyuşmuş beyinlerin gördüğü bir yanılsamadan ibarettir. Hayat “ …her kâbustan sonra irkilerek yeniden uyandığımız derin bir rüya.” (s. 87) , dünya içine düştüğümüz bir çukurken, mutlu bir hikâye yazabilmek ne kadar mümkün olabilecektir?

Sonuç olarak Köpek Yarası, içinde kendimizden bir şeyler bulduğumuz, düşündüren, şaşırtan,  aynı zamanda acıtan bir yolculuktur. Kendi özünü oluştururken yalnız ve özgür olan bireyi anlatır. Hayatındaki seçimler ona yoğun sorumluluklar yüklemiş ve bunalıma düşürmüştür. Bu bunalım aynı zamanda topluma bir karşı duruş içerir. Her ne kadar son nokta çözümsüzlükmüş gibi görünse de önemli bir gerçeğin farkına varmış oluruz: Köpekler gibi, birbirimizin yarasını sağaltmayı başarabilirsek sonsuz karanlığın içinde, tüm ötekiler için ışıklı bir geçit olur gövdemiz.

Ayşe Korkmaz – edebiyathaber.net (29 Nisan 2019)

Yorum yapın