Söyleşi: Feridun Andaç
N. Ahmet Erözenci, bir tıp doktoru, akademisyen. Roman, öykü, anlatı yazarı. Onun mesleki/yazınsal uğraşlarında adanmışlık hep ön plandadır. Bu uğraşılarını tümleyen, dahası pekiştirip okur/yazara/yazanlara yeni kapılar aralayan edebiyat eğitimi için yepyeni bir “platform” oluşturdu: “Thema Edebiyat”. Bu çatı altında edebiyat/sanat eğitimin birçok disipline dair eğitimler başlattı. Kendisiyle bunların neleri içerdiğini, bu yolculuğun nasıl başladığını konuştum.
*Sevgili N. Ahmet Erözenci; hekimsiniz, edebiyatın içinde de birisiniz. Romanlar yazdınız, dergiler çıkardınız. Yazıyla bağınız/bağlantınız yoğun. Şimdilerde ise edebiyat eğitimine dönük bir adım attığınız. Ama bunun da öncesi var; nasıl başladı bu öykü?
Bu öykünün/maceranın başlaması, hekimliğimde, yolun bir yerlerinde hastaları dinlerken öykü anlattıklarını fark etmemle oldu. Çok az hasta şikâyetiniz nedir sorusuna, direkt olarak ağrım var vs. gibi yanıt verir. Yanıtlar genellikle, “Geçen bayram kayınçolara gitmiştik, yemekten sonra tam kahveye geçmiştik ki…” gibi öyküsel bir anlatıyla başlar. Sadece şikayetini söyleyen hastalara da biz, şikâyetiniz ne zaman başladı? Ortaya çıktığında ne yapıyordunuz? gibilerinden anlatılarını öyküye dönüştürme zemini hazırlayan sorular sorarız. Yakınmaların yaşam kalitelerini nasıl etkilediği sorusu ise neredeyse bir novella için zemin hazırlar; bu soruya yanıt beraberinde sadece kendisini değil, eşini, çocuklarını, işini anlattığı uzun bir anlatıya dönüşür.
Hastalar da evlerine dönüp yakınlarına doktor görüşmesinin nasıl geçtiğini anlatırken öykü yazıyorlar, farkında olmasalar da. “Çok ilgiliydi, sözümü kesmeden her dediğimi dinledi” dediklerinde, hayatlarında o an için onları iyi edecek kahramanın -hikâyedeki protogonistin- bir özelliğini çiziyorlar. “Odası çok düzenliydi / masasının üzeri çingene pazarı gibi dağınıktı” dediklerinde öykülerine mekânsal ögeyi katıyorlar.
Zaten insan olarak tarihin başından beri hikâye anlatmaya meyilliyiz. Mitler, halk hikayeleri, destanlar önce ağızdan ağıza anlatılarak sonra yolun bir yerlerinde kâğıda dökülerek günümüze kadar ulaşmadılar mı?
Kitap olan, okumanın desteklendiği bir evde büyüdüm. İlkokul döneminden beri sürdürdüğüm, nasıl geliştiğini bilmediğim bir alışkanlığım var: bir yazarın bir kitabını beğendiğimde onun bütün eserlerini okumak. Öyle okumak ki, kitapları bittiğinde yazarı tanımak isteyip istemediğime karar vereyim, uzaklardaki bir arkadaşım olsun.
Çok okuyan birinin günün birinde salt kendi için olsa da yazmaya başlaması kaçınılmaz kanımca. Doktor, ötesi öğretim üyesi de olup, hastalar ve talebelerim sayesinde değişik yaşta/kültürde yeni insan görmek/konuşmak/tanımak olanağı verince, gözlemleri, düşüncelerimi, hissettiklerimi, kimi zaman söylemediklerimi, içime attıklarını yazıyla ifade etmek nerdeyse yaşamımda doğal bir evrilme oldu, şimdi ise benim için edebiyat artık bir yaşam şekli.
*Sizi “Thema Edebiyat” eğitim “merkezi”ni kurmaya yönelten neydi?
Thema Edebiyat çatısı altında eğitim programında iki hedefim var. Bunlardan birincisi, öğretim üyeliğimden, yaşamımın 43 yılını ders vererek geçirmiş olmamdan kaynaklanıyor. Tıp eğitiminde ilk iki sene teorik dersler vardır; üç ve dördüncü sınıflarda teorik ve pratik, yani hasta görme birlikte yürür, stajyerlik ve internlük dönemindeyse talebe hocalarıyla beraber sürekli hasta başındadır.
Thema Edebiyat Yazma/Okuma programı eğitmenlerin salt kişisel deneyimlerini anlatmadığı, belli müfredat kapsamında geliştirmiş olan bir program. Bunu oluştururken dünyanın belli başlı yazarlık okulları olan Gotham Writer’s School ve İowa Writer’s Workshop’ın programlarını inceledim ve karakter, anlatım açısı, kurgu, tempo, diyalog, metaforların kullanımı, yeniden yazma ve eğitim sürecinde okunacak eserler açısından Türk Edebiyatını öne çıkartacak şekilde uyarladım.
İkinci hedefim ise ortak üretim. Burada yine doktorluğum devreye giriyor. Ameliyatlarda neşter bir kişinin elindedir ama ameliyatı ekip yapar. Asistanlar olmadan bir cerrahın ameliyat yapması çok güçtür. Edebiyat tarihimize baktığımızda ortak üretimin az olduğunu görüyoruz. Ortak üretimden kastim, kendinden sonrakileri yetiştirmek, desteklemek, onlara alan açmak, tanınmalarını sağlamak. Örneğin İowa Writer’s Workshop’da her dönem 10’dan fazla eğitmen var. Biz Yazma Okuma derslerini Feridun Andaç, Atilla Birkiye, Ayşen Özagar ve benim içinde olduğum 4 kişilik bir ekiple veriyoruz. Ayrıca her dönem değişik yazarlar misafir eğitmen olarak kendi deneyimlerini anlattıkları seminerlerle programa katkıda bulunuyorlar. Bunun yanı sıra Turgay Fişekçi, Zeki Coşkun ve Mesude Erşan da eğitmen olarak kendi programlarını sürdürüyorlar.
Burada şimdilerde moda olan yaratıcı yazarlık tanımını neden kullanmadığımızı da açıklamak isterim. Yaratıcılık içten gelen bir güdü, öğretilebileceğine inanmıyorum. Ama içinde yaratıcılık olan birinin kendini geliştirmesine yardımcı olunabilir. Thema Edebiyat’taki derslerde de, her hafta işlenen teorik konuya, aynı hafta içinde bir başka eğitmen arkadaşımız Türk Edebiyatından seçkilerle okuma yaparak katkıda bulunuyor, yani bir anlamda teorik/pratik dengesinden bahsediyorum.
Derslere katılım 15 kişiyle sınırlı. Bu sayede, dönem içinde (8 hafta) katılımcıların yazdıklarını gerek grup olarak inceleyebiliyoruz. Bunun yazı sıra her dönem bir veya iki kez eğitmenlerimizden bir katılımcılarla yazdıkları üzerinden bire bir çalışma yapıyor.
*Nasıl bir edebiyat/sanat eğitimi amaçlıyorsunuz?
Umudum, Thema Edebiyat çatısı altında yaptığımız yazma okuma atölyesi veya kitap kulübü veya değişik yazarlara yönelik çalışmalara katılanların, edebiyatın yaşamı nasıl yansıttığını görmeleri, bunun sonucunda kendilerini daha iyi ifade edebilmeyi ve bundan da önemlisi dinlemeyi öğrenmeleri. Numna ulaşmak için de tüm programlar salt didaktik konferans yerine, katılımcıların da fikirlerini söyleyemelerine zemin hazırlayacak şekilde yapılıyor.
*Asıl çıkış noktanızı biraz açmanızı istiyorum.
Buna çok kısa ve bir önceki soruya devam niteliğinde yanıt verebilirm. Küçük Prens kitabında Antoine de Saint Exupery, “anlaşmazlıkların kökeninde kelimeler vardır” diye yazar. Çıkış noktam, edebiyatın ışığında toplumda -en azından kelimelerden kaynaklanan- anlaşmazlıkların ortadan kalkmasına katkı sağlayacak zemin hazırlamak.
*Bir “model” oluşturma düşünceniz olduğunu biliyorum. Biraz bundan da söz edebilir misiniz?
Tek kelimeyle yanıt: Kapsayıcı. Türk Edebiyatına baktığımızda, Garip akımı, öncesinde belki Servet-i Fünun bir kenara bırakılırsa, eserlerin yazıldıkları döneme göre etiketlendirilmeleri (örneğin Tanzimat dönemi, Cumhuriyet dönemi vs) hariç, bireysellik hakim.
Oysa dışımızdaki dünyada yaklaşım çok farklı. Bir örnek vermek gerekirse, Hemingway’in Güneş de Doğar kitabını ilk okuyan, belli düzeltmeler öneren, sonrasında Scribner and Sons gibi büyük bir yayınevinden basımını sağlayan Fitzgerald. Klasik Rus Edebiyatında yazarların birbirlerini desteklemeleri çok daha üst düzeyde.
Amacım, edebiyat tutkunlarının, yaşamlarının merkezine edebiyatı almışların benmerkezciliklerinden sıyrılarak yeni yazarlara destek vermelerini, tanınmalarına katkıda bulunmalarını sağlayacak bir “edebiyat baharı” yaratmak. Bu baharda itici güdü eleştiri olacak, geri bildirim olacak; ama sadece yazılan eser, kullanılan dil gibi edebi kriterler çerçevesinde; yazan kişinin karakter özellikleri veya yazarla ilgili kişisel yargılar üzerinden değil. Eleştirilenlerin de söylenenleri yapıcı geri bildirim olarak aldığı, kendini savunmak yerine neyi neden yaptığını anlattığı bir ortam bahsettiğim.
Çok mu romantik oldu?
*Eğitimleriniz hangi alanları içeriyor; bunlarda amaçlananları da kısa özetlerseniz sevinirim.
Thema Edebiyat kapsamında yukarıda bahsettiği Yazma Okuma okulu haricinde editörlük hizmetimiz var, basit okuma ve tipo, noktalama hatalarını düzeltmeden başlayan ve eseri yayınevine sunulabilecek hazır hâle getirilmesine katkıda bulunan dört ayrı kategoride. Burada bir şeyden daha bahsetmek isterim; yurt dışında kitabın yazım aşamasında, yazar editörle birlikte ilerler. Yani bölümleri yazdıkça gönderir ve gelen geri bildirime göre eser ilerler. Bunun avantajı, nihai noktada eserin yeniden yazım aşamasının kısa sürmesi ve yayınevine daha hazır bir dosyanın sunulması. Biz editörlük hizmetimiz çerçevesinde yazarlara bunu sağlıyoruz.
Kitap kulübü etkinliklerimiz, bu alanda deneyimli bir eğitmenimizin önderliğinde, yazarın yaşamının kısa tanıtımı ve yaşadıklarının eserlerine etkisi ile başlıyor, ele alınan kitabın edebi özelliklerinin konuşulması sonrasında katılanların görüşlerini söylemeleri ile yine ortak çalışma olarak devam ediyor.
Ars Memoria adını verdiğimiz hizmetimiz, herkesin hayatı romadır, herkes kendi yaşamının kahramanıdır görüşünden kaynaklandı. Burada yaşamının tümünü veya bir bölümünü anlatmak isteyen kişilerle her biri iki saatlik on görüşme yapıp, anlattıklarını, kendilerinin baş kahraman olduğu yarı kurgusal bir metinle romanlaştırıyoruz.
*”Dijital platform” dediğimiz arenada böylesi bir eğitiminin amaçlarını, dönüşümünü, beklentinizi biraz açsanız.
Buna yanıtım çok kısa olacak. Edebiyat gibi insanı içeren, insani dokunuşlarla dolu olan bir alanda eğitimin dijital platformda verilmesinden memnun değilim. Ama günümüzün gerçeği de bu.
*Geleceğe dönük neler planlıyorsunuz?
Gelecekteki hedefim, içindeki yazıların – ister politik olsun, ister film eleştirisi, ister kitap tanıtımı, ister dünyada olup bitenler- her birinde edebi ve insani dokunuş olan, okuyana okuduğunu yaşatan bir kültür sanat dergisi çıkartmak.
*Kendi yazarlık yolculuğunuzda böylesi bir sürecin etkisi oldu mu?
Muhakkak olmuştur ama asıl güdü, edebiyatla yatıp kalkmamdan, kelimelere ve doğru kullanılmalarına tutkun olmam.
*”Thema Edebiyat”ın hedeflediği bir okur/yazar profili var mı; kimlere dönüktür bu eğitimleriniz, biraz da konu başlıklarından söz etseniz.
The Edebiyat’taki hedef, edebiyatın güzelliğine hâkim olacak bir kitle yaratmak. Bu sayede kişilerin çevrelerindeki dünyayı daha iyi anlayacaklarına, iyiyi/kötüyü, doğruyu/yalanı daha iyi ayırt edeceklerine, kendilerini daha iyi ifade edeceklerine ve dolayısıyla kelimelerden kaynaklanan anlaşmazlıkların en aza ineceğine inanıyorum.
edebiyathaber.net (22 Ekim 2024)