A Pale View of the Hills – Uzak Tepeler Kazuo Ishiguro’nun 1982’de yazdığı ilk kitap. Ishiguro yazınının evrenselliğini ve yerelliğini yazdığı ilk eseri gözden geçirerek anlamak mümkün.
Uzak Tepeler, anlatıcısı yaslı Japon kadını Etsuko’nun büyük kızı Keiko’nun intihar etmesi üzerine, küçük kızı Niki’nin kendisini ziyarete gelmesi ve bu ziyaretle birlikte Etsuko’nun anılarına gömülerek, Nagasaki’de ilk kocasıyla geçirdiği yılları hatırlamasını konu alıyor. Kızı Niki ile geçirdiği 5 gün içinde yaşadığı bu geriye dönük imgeler Etsuko’nun içinde bulunduğu ruh halini anlatıyor bir yandan. Bu süreçte eksi komşusu Sachiko ve kızı Mariko ile yaşadıkları kendisini kendi kızı Keiko’nun intiharına götürürken, kitapta aralıklarla verilen arka resimdeki savaş anıları ve Ogata-san dediği eşinin babasının İkinci Dünya Savaşına dair beslediği duyguları savaşın bireyi nasıl etkilediğine ve gündelik hayattaki izlerine götürüyor. Aslında kitabın iki temel meselesinin bu ana çerçeve üzerinden gittiğini görebiliyoruz, savaş dönemindeki değişimlere ve izlerine dair hisler ve bunların çerçevesinde bir intihar hikayesinin Etsuko’yu götürdüğü sancılı geçmiş.
Bunların yanında kitap bize satır aralarında Japonya resimleri sunuyor. Etsuko’nun kocası ve Ogata-san ile ilişkisinde Japonya’da kadının ataerkil aile ilişkileri içinde nasıl konumlandırıldığı resmediliyor.
İntihar izlekleri
Etsuko’nun dilinden okuduğumuz kitap asıl meseleye dair bir şey söylemeden bizim asıl meseleyi anlamamızı bekler gibidir. Asıl mesele kızı Keioko’nun intiharıdır ve bunu Niki’nin cenazeye katılmadığı için annesini ziyaret edişinden, İngiltere basınının Japonlarda intihar eğilimi olduğunu düşündüğü için Keiko’nun intiharının bir Japonun intiharı olduğunun belirtilerek verilisine vurgusundan anlarız. Onun haricinde Keiko satır aralarında belirtilen başka meselelerinin içinde gezinen bir hayaleti andırır roman boyunca. Ve de sanki bize ipucu vermek istemezmişçesine Keiko’dan bahsediyor olmasının tek nedenini şöyle açıklar Etsuko:
“Ondan burada söz etmemin nedeni Niki’nin bu nisanda yaptığı ziyaretin gerekçesinin bu olması ve bunca zaman sonra Saçiko’yu anımsamamın bu ziyarete rastlamasıydı.” (s. 9)
Oysaki Sachiko ve kızı Mariko kitapta Etsuko’nun kendisiyle de kurduğu ilişkiyi anlamamızı sağlayan en belirgin kişilerdir. Sachiko çoklukla kızıyla ilgilenmeyen ve Nagasaki’den kaçma hayalleri kuran, kendisini Amerika’ya götüreceğine inanmak istediği, hakkında çok da bir şey bilmediğimiz –Mariko’nun ondan nefret etmesi dışında– Frank’la ilişkisi olan ve okuru dehşete düşüren davranışıyla, Nagasaki’den gitme zamanı geldiğinde Mariko’nun kedilerini – Mariko’nun gözü önünde – hiçbir şey hissetmeden kutuya koyarak suya, ölüme bırakan bir karakter. Etsuko ile ilişkisi biraz tesadüflerle bezelidir aslında biraz da pragmatizmle. İhtiyacı olduğunda Etsuko’dan yardım istemeye çekinmez. Bu anlamda birlikte teleferiğe bindikleri Nagasaki’nin dağ manzarasıyla ünlü, limana yukarıdan bakan tepelik bir bölgesi olan İnasa’ya yaptıkları gezinti, Etsuko’nun Mariko’ya bakmak için Sachiko’nun evine gitmesi dışında yaptıkları tek aktivitedir. Bu gezinti hatırlamamız gereken önemli bir andır, keza kitabın sonunda yine karsımıza çıkacak, Etsuko’nun hikayesini anlamamızı sağlayacaktır.
İçe bakış ve kent izlekleri
Etsuko’nun Mariko ile ilişkisi de anlatılan hikaye içinde bir alt hikaye özelliği taşır. Etsuko Sachiko’dan daha fazla Mariko ile ilgilenir hep ve Mariko ne zaman geceleri evden dışarı kaçsa onu bulmak için dışarı çıkalım diyen, onunla konuşmaya çalışan hep Etsuko’dur. Etsuko’nun endişesi ile Sachiko’nun kayıtsızlığı çoklukla bir aradadır.
Sachiko’nun kayıtsızlığı, anlattığı hikayeler, Mariko’nun sürekli hayaletini gördüğü kadına ilişkin anlattıkları bir süre sonra Sachiko karakterinin de yazarın anlatısındaki gizemlerden biri olduğunu düşündürüyor. Karakterlerin içiçe geçişini kitabın sonlarına doğru anlamaya başlıyoruz, ancak içiçe geçen karakterlerin yalnızca Etsuko’nun kızı Keiko ile kitap boyunca bahsedilen küçük kız Mariko olduğunu düşünürken, Keiko’nun, Sachiko’nun, Etsuko’nun ve Mariko’nun hayaletini gördüğü o kadın da içiçe geçiyor. Buna dair izleri ise sıklıkla vurgulanan Nagasaki’deki çocuk cinayetlerinde, Mariko’nun Etsuko ile ilişkisinde, Mariko’nun zaman zaman kadından korkması ve onun ayağına bir halat taktığını düşünmesi ve Etsuko’nun da sanki katil olan, çocuk cinayetleri işleyen kendisi imiş gibi “sana bir şey yapmayacağım” demesinde ve de Sachiko’nun Mariko’nun en iyi arkadaşları olan kedileri zalimce öldürme anının (s.147), Mariko’yu böylesine hayal ürünü bir kadınla konuşmaya iten şeyin Tokyo’da bir kadının bir bebeği kanalda boğma anıyla aynı olmasında bulabiliriz. (s. 65)
“Kedi yavrusunu suya sokup öylece tuttu. Bir süre iki eli de suyun altında öylece durdu, suya baktı. Giymiş olduğu yazlık kimononun her iki kolu da suya değiyordu… Sachiko ellerini sudan çıkardı, hala tutmakta olduğu kedi yavrusuna baktı. Yavruyu yüzüne doğru yaklaştırırken dirseklerinden ve kollarından sular süzülüyordu.” (s.147)
Ve öncesinde Mariko’nun hayaletiyle yaşadığı kadın şunu yapıyordu:
“… Yolun sonunda bir kanal vardı, kadın oraya çömelmişti, kolları dirseklerine kadar suyun içindeydi… Derken kollarını kanaldan çıkardı ve suyun altında tutmakta olduğu şeyi gösterdi bize. Bu bir bebekti.” (s.65)
Ve Sachiko bu olayı Etsuko’ya anlatırken, bu kadının kendini öldürdüğünü söylemişti.
Tüm bu döngü, kitapta doğrudan çok az bahsedilen Keiko’nun aslında her yerde olduğunu tekrar düşündürüyor. İlk basamakta Etsuko’nun, Sachiko’nun kızı Mariko karakterini kendi kızı olarak gördüğünü anlıyoruz. Bunu küçük kızı Niki giderken Nagasaki limanındaki o günü anlatarak ifade ediyor. O günü hatırlamasının anlamını soran kızına şöyle cevap veriyordu:
“Ah, aslında hiçbir özelliği yoktu, yalnızca anımsadım, hepsi bu. Keiko o gün çok mutluydu. Teleferiğe binmiştik.” (s. 160)
Oysaki bu gezintiyi Sachiko ve Mariko ile yapmıştı. Bu durumda Sachiko Frank’la gittikten sonra zaten Nagasaki’den ayrılmak istemeyen Mariko’nun Etsuko ile kaldığını ve sonra onu Ogata-sana söz verdiği gibi eşinin annesinin ismi olan Keiko diye çağırdığını düşünebiliriz. Hatta küçük Mariko’nun arkadaşı olmadığı, yalnız vakit geçirdiği düşünülürse, odasında tek başına ölü bulunan Etsuko’nun kızının ancak ev sahibi eve geldiğinde bulunacak kadar kimsesiz oluşu da Keiko’nun Mariko olduğu düşüncesini destekler. Ayrıca Keiko’nun intihar etmesi de küçükken gördüğü o kadının intiharıyla özdeştirilebilir.
Tüm bu izleklerle Ishiguro okuru bireyin içindeki gel-gitler arasında dolaştırıyor ve bunu tarihsel ve toplumsal izleklerin etkisini hissettirerek yapıyor.
Nagasaki de roman boyu hissedilen, gidilen, görülen, savaş izleri hakkında düşünülen ve sonra bireyin yeniden toparlanışının, onun şimdiki haliyle ilin ilendirildiği bir kent olarak karşımıza çıkıyor.
“Bir süre daha orada oturduk, soluğumuz düzelmişti, hafif rüzgârın tadını çıkardık. Sonra ben, “İnsana burada sanki hiçbir şey olmamış gibi geliyor, değil mi? Her şey o kadar hayat dolu ki. Ama aşağıdaki bölge- elimi aşağımızdaki manzaraya doğru sallayarak-bomba atıldığında bütün o bölge yerle bir olmuş. Ama oraya bir de simdi bak, dedim.” (s.96)
Bakılan kentin savaş izlerinden sonra dönüşen görüntüsü, Etsuko’nun iyimserlik kararına zemin hazırlayan canlı bir metafor gibidir. Ama yine de Nagasaki, roman boyu ruhu hissedilen kenttir ve kentin izleri savaştan geriye kalanlarla da hatırlatılır.
“Park, daha çok Barış Parkı olarak biliniyordu, -resmi adinin bu olup olmadığını hiçbir zaman öğrenemedim- üstelik çocukların ve kuşların gürültülerine karşın geniş yeşilliğin üzerinde bir ciddiyet havası geziniyordu. Parklarda alışılagelmiş olan fundalıklar, havuzda en az düzeyde tutulmuştu, bir tur sadelik izlenimi veriyordu; dümdüz çimenlik, geniş bir yaz göğü, atom bombası yüzünden ölenlerin anisi için dikilmiş olan kocaman beyaz anıt, alanı görkemli kılıyordu.” (s.120)
Japon kadınına bakış
Ishiguro, Etsuko ile kocasının ilişkilerinde kadının rolüne dair alt metinler yaratıyor. Etsuko romanın içinde yemek-bulaşık gibi ev islerini üstlenen, kocasının iznine tabii olan bir Japon kadını olarak resmediliyor.
“…Ama sonra, tabii ki evlendiğimde öğrenmeyi bıraktım. Kocam yasakladı bunu. Bütün İngilizce kitaplarımı elimden aldı.” (s.64)
Etsuko roman boyu hem kocasına hem de Ogata-sana sofra hazırlar hizmet eder. Bulaşıkları yıkar, dikiş diker, sake doldurur, kocasının kendisine müdahale etmesinden çekinir. Etsuko’nun dilinden aktarılan romanda bunun yalnızca bir bakış değil, ayni zamanda Etsuko’nun kendisi tarafından da içselleştirildiğini görürüz.
“Etsuko, beylere cay hazırla. Kocam bunu söylediği sırada zaten mutfağa gidiyordum.” (s.54)
Japonya’da kadına bakış ise hem bu ilişkiden hem de ara ara karsımıza çıkan bambaşka bir anlatının içinde bile yer edebiliyor.
Ogata-san ve eve gelen ziyaretçi arasında gecen diyalog sırasında ziyaretçinin söyledikleri bu acıdan değerlendirilebilecek bir söylem taşıyor;
“Günümüzde artık bir ev kadınında ailesine karsı bağlılık duygusu diye bir şey kalmamış. Cani ne isterse onu yapıyor, aklına eserse farklı bir partiye oy veriyor. Japonya’da isler bu noktaya geldi. Demokrasi adına insanlar yükümlülüklerinden vazgeçiyor.”
Ishiguro Uzak Tepeler’de okuru Nagasaki tepelerine çıkarırken, bir Japon kadınının anlatısında kendi geçmişinin izlerine, içine bakısını, romanın bütününe yayılan savaş anlatısıyla, bir dış anlatıyla harmanlar. Japon toplumunun içinden resimler çeker ve tüm metni bu resimlerin ortasına yerleştirerek, kimlik, donuşum, kent, kadına bakış temaları ekseninde okurun dolaşmasına olanak tanır.
Simdi Nobel ödüllü Ishiguro’yu okumaya Uzak Tepeler’den başlanabilir.
Işıl Bayraktar – edebiyathaber.net (11 Ekim 2017)