Yaşadığım kentin tüm sokakları olmasa da semtimizin birçok sokağı denize çıkar. Ben de her zaman olmasa da zaman zaman (aylaklık etmek istediğim zamanlar bunlar ama bu zamanlarda da mutlaka bir yazının tümceleri dolaşır zihnimde) bu sokaklardan salınır inerim denize doğru. İnerken de sağa sola bakınarak geçerim. Bir tarih vardır çünkü bu sokaklarda görebilene. Bahçeleri boşalmış, bakımsızlıktan üzerine hüzün çökmüş, kimisinin etrafı tel örgüyle çevrili (çünkü yıkılma riski var) birçok cumbalı ev, belki de köşk yeni yapıların arasında kaybolup gitmek üzere. Yenilenenleri de var tabii. Fakat artık bir yuva özelliği taşımıyorlar. İşyeri-ofis sıfatına bürünmüşler. Diğer köhne halde kalanlarsa sanırım yıkılacakları günü bekliyorlar yüzyıla yakın bir zamandır orada var olmalarına rağmen. Bu sokaklardan geçerken bu evlerin bahçelerine asılmış sakız beyazı çarşaflar gelir gözlerimin önüne. Burnumda sabun kokuları havaya karışan. Lir sesleri dolar kulağıma. Vakit akşamüzeri ise o bahçelere kurulan sofraları görürüm bu defa burnuma dolan kızartma kokularıyla. Nereden çıktı şimdi bunlar demeyin. Bunlar benim zihnimin bir köşesinde yer etmiş duygular olsa da bunları bana yeniden çağrıştıran bir kitap oldu şimdilerde.
Elma Çocuk tarafından yayımlanan, Şener Şükrü Yiğitler ve Emine Hacer Yiğitler tarafından kaleme alınan “Matilda Teyzenin Mükemmel Nükleer Yemek Tarifleri” adlı kitaptan söz ediyorum.
Matilda teyze yemek yapmanın ve kalabalık sofraların iyileştirici, birleştirici gücüne inanır. Düzenli mutfağı hep müdavimleriyle dolup taşar, spagetti canavarı Mertcan, zeytinyağlılara düşkün Ayla, iştahı az şakası bol Burak ve diğerleri… Onun isteğiyle lezzetli tariflerini kitaba dönüştürecek genç çifti de görüyoruz kitapta ki bu genç çift de anladığım kadarıyla Yiğitler çifti oluyor. Ancak bir gün kasabaya korkunç bir dev geliyor ve ardından da tuhaf bir yabancı. Bu gelişmeler Matilda teyzenin planlarını hatta tüm hayatını değiştiriyor.
“Matilda Teyzenin Mükemmel Nükleer Yemek Tarifleri” dostluk, mücadele ve sevgiyi gösteriyor okuruna. Kitabın hemen başında yer alan şu satırları önemsiyorum: “Her gün belirli bir davranışı aynı şekilde ve aynı inançla yaparsak dünya çok farklı bir yer olur.” Bu satırlar üzerine düşünmeliyiz hep birlikte. Neyi, nasıl her gün aynı şekilde yapacağız ki dünyayı değiştirebilelim.
Kitabın nahif bir dili, anlatımı var. Öyle ki nükleer santral mücadelesini bile bir mutfak hikâyesi etrafında anlatmış yazarlar. Oldukça sert sayılabilecek bir konu daha yumuşak nasıl anlatılabilirdi?
Kitapta her bölümün sonunda bir tarif de yer alıyor. Meraklısı, üşenmiyorsa deneyebilir. Bölüm sonlarındaki yemek tariflerini uygulama fikrine olmasa da kitabın en arkasında yer alan şu fikre katılıyorum: “Temiz su, temiz çevre bütün insanlığın hakkıdır. Bunları istiyoruz. Şimdi ve burada!”
Çocuklarımızın geleceğini inşa ederken hangi tarafa döneceğiz, önceliği hangisine vereceğiz, nasıl bir gelecek bırakabileceğiz diye düşünürken, çevre konusunu da ihmal etmemeliyiz aslında. Son üç yıldır yaşadıklarımız biraz geriye atsa da bu önemli konuyu, bir anlık boşluk telafi edilemeyecek sonuçları da beraberinde getirecektir mutlaka. Çünkü sistem bunun üzerine kurulu. Tüm bu hengamenin ortasında biz yine uyanık olalım, çocukları uyandıralım. Kitaplar en iyi dostumuzdur ve aradığımız her yanıtı oralarda bulabiliriz. Yeter ki bakmayı bilelim. Son söz olarak da ekleyim, her türden kitabın dost olduğunu mutlaka öğretelim!
edebiyathaber.net (5 Eylül 2022)