Nasıl “reklamcı şair” olamadım? | Metin Celâl

Şubat 23, 2022

Nasıl “reklamcı şair” olamadım? | Metin Celâl

Şairin sözcükleri kullanarak hayatını kazanabilmesi için önünde çok yol yok. İlk akla gelen meslek yayıncılık. Bir tür kendin pişir kendin ye. Şiir kitapları en az basılan ve satılan tür olduğu için kimse yayınlamak istemez, şair de kendi söküğünü kendi dikmek için yayınevi kurar. Bunun sonu hüsrandır. Sadece şiir kitapları yayınlayarak ya da şiir dergisi çıkararak geçinmek mümkün değil.  Aksine, varsa bir birikiminiz onu da harcar, sonunda sermayeyi şiire yüklemiş olarak ortada kalırsınız. Bu işte inat ederseniz de yayınevini finanse edecek başka kaynaklar bulmanız gerekir. Aileden miras kalmadıysa tek seçeneğiniz başka bir işte çalışıp kazancınızı yayınevinde harcamaktır. 

Yayıncılık yapmasanız bile bir şair için en uygun yol kalemini kullanarak hayatını kazanmak gibi görünür. Şiir yazabilen başka şeyler neden yazmasın! Yazacağınız bir gazete haberi de olabilir, bir reklam metni de. 

Eskiden şairler gazeteci olurmuş, birçoğu da gazetelerde düzeltmen. 80’li yıllarda ise hızla gelişip büyüyen reklam şirketleri bir başka geçim kapısı olarak belirmişti. Üstelik gazetecilik gibi geliri az emeği çok bir meslek gibi de görünmüyordu. Dışarıdan bakınca “Atın atın eskimiş çoraplarınızı atın!” ya da “Bira bu kapağın altındadır” gibi bir slogan buldunuz mu günü kurtarıp iyi bir maaşı hatta primi hak ettiğinize, geri kalan zamanda da rahatça şiir yazabileceğinize inanılıyordu. 

Reklam şirketleri “eli kalem tutar-dile hâkim” olur düşüncesiyle şairleri metin yazarı olarak tercih etmişler, şairler “şiir karın doyurmuyor” diye reklamcılığı. 60 Kuşağı şairleri Egemen Berköz, Güven Turan, Süreyya Berfe, Hulki Aktunç reklamcılık yapan ilk şairler sanıyorum. Özdemir Asaf’ın da bir süre Manajans’ta çalıştığı söyleniyor. Ekşi Sözlük’e bakarsanız, Özdemir Asaf bir sabah ajansa gittiğinde, cam kenarındaki masasının yeni gelen müşteri ilişkileri direktörüne verildiğini görünce işi bırakıp gitmiş.

Dediğim gibi bizim kuşaktan da reklamcılığı meslek olarak seçen şair arkadaşlarımız oldu. Sanıyorum, yakın çevremizden reklam yazarlığına ilk başlayan Haydar Ergülen’dir. 1983’te Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi’nde Reklamcılık ve Halkla İlişkiler bölümünde yüksek lisans programında okurken zamanın en büyük reklam ajanslarından Ada Ajans’ta çalışmaya başlamıştı. Bizim kuşaktan kısa ya da uzun süre reklamcılık yapanlardan Orhan Alkaya, Seyhan Erözçelik, V.B Bayrıl, Oğuzhan Akay, Hüseyin Haydar, Salih Ecer aklıma gelenler. 

Tabii bir grup arkadaşımız reklam yazarlığını meslek olarak seçerken bir başka grup da bu mesleğe külliyen karşıydı ve bu arkadaşlarımızı kapitalizme doğrudan hizmet ediyorlar diye şiddetle eleştiriyorlardı. Ben hep ekmek parasıdır diye düşündüm. Ekmeğinizi nerde kazanıyorsanız işiniz oradadır. 

Benim yoluma hep yayınevlerinde musahhihlik, redaktörlük, dergi ve gazetelerde yazı işleri gibi işler çıktı. İki kez reklam şirketinde çalışma teşebbüsüm oldu. 1980’lerin başlarıydı.  

İlkinde yetiştirmek üzere reklam yazarı arayan dönemin ünlü reklam ajanslarından Birleşik Reklamcılar şirketine çağrılmıştım. Ben işe alma yetkilisi ile görüşeceğim sanıyordum. Ama kim aracı oldu anımsamıyorum, ama etkili biri olmalı ki, şirketin üst düzey yöneticilerinden İzmir Tolga ile görüşmüştüm. Nişantaşı’ndaki ajansta mesai sonrası uzun uzun konuşmuştuk. İzmir Bey “biz sizi ararız!” bile demeden nazik sözcüklerle beni uğurlamıştı.  

İkinci görüşmem İRA Ajansı’ylaydı. Orada daha mütevazi bir işe talip olmuştum. Düzeltmen arıyorlarmış. Arkadaşlar “düzeltmen olarak başlarsın, sonra reklam metin yazarı olursun” diye beni doldurup yollamışlardı. 

IRA’da öncelikle CV istemişlerdi. CV nedir bilmiyordum. Ben de hemen oracıkta bir kâğıda çalıştığım ne kadar iş varsa alt alta sıralamıştım.  Aynı anda birden çok işte çalıştığım için birkaç yıllık iş hayatımın listesi oldukça uzun olmuştu. Görevli CV’mi almış, sonra birkaç cümle konuşmuş, yanlış anımsamıyorsan bir reklam metninin tashihini yaptırmıştı. “Biz sizi ararız!” diye beni kapıdan yolcu ederken birden elinde benim CV’imle kısa boylu, esmer, gözlüklü bir bey belirmişti.

Görevlinin gösterdiği saygıdan önemli biri olduğunu anlamıştım. Adam beni kenara çekmiş, “Bu senin mi?” deyip onay aldıktan sonra, “Bu kadar çok işte mi çalıştın?” diye sormuştu. Ben de dilim döndüğünce aynı anda birden fazla işte çalıştığımı söylemiştim. 

“Benden sana abi tavsiyesi, bir daha başvururken bu kadar çok işi alt alta sıralama, işe almazlar. Çünkü hiçbir işte dikiş tutturamıyor, diye düşünürler” demişti.

Teşekkür edip çıktım. Tabii ki “Biz sizi ararız!” demelerine rağmen sonradan aramadılar ve işe giremedim. Ama bu arada bana bu tavsiyeyi veren abinin adını ve işini öğrenmiştim. Güven Turan’mış. Ve o ajansın patronlarındanmış.    

Araya yıllar girdi. Bende reklamcı şair olma teşebbüslerimi unuttum. Dergi gruplarında çalışıyorum. Bir gün Soner Olgun aradı. Kendi yönetiminde Haftalık Genç İnsan ve Attilâ İlhan yönetiminde Cönk dergilerinin çıkartılacağı bir grup kurulduğunu söyledi ve “bizimle çalışır mısın,” dedi. Olur, dedim. İşten ayrıldım. Bu arada kadroların dolduğu anlaşıldı ve bana grubun kardeş kuruluşu olan reklam ajansı yöneticiliği düştü. Dershaneleri, kargo şirketi, beyaz eşya mağazaları olan bir grup, onların reklam kampanyalarını yapıyoruz. Ayrıca dışarıdan gelen işler de var. Örneğin bir Fransız araba kiralama şirketi de, Bodrum’da butik otel açan Fikret Hakan da müşterimiz. 

Kısa bir süre sonra patron dergiciliğin kendisine göre iş olmadığını anladı ve iyi satmalarına rağmen dergileri kapatmaya karar verdi. “Soner Olgun’la geldik onunla gideriz” diye eşyamı topluyordum ki, patron çağırdı. Dergilerde çalışanlar ayrılabilirdi ama benim reklamcılığımdan memnunmuş, kalmamı istiyordu. Bir karar anıydı. “Dostlarımı yalnız bırakamam” dedim, istifamı sundum.   

edebiyathaber.net (23 Şubat 2022)

Yorum yapın