Nazan Çinko:”Yazmanın en sevdiğim kısmı malzemeyi önüme koyup işleme aşaması oluyor”

Eylül 4, 2024

Nazan Çinko:”Yazmanın en sevdiğim kısmı malzemeyi önüme koyup işleme aşaması oluyor”

Söyleşi: Serkan Parlak

Nazan Çinko’nun öykü kitabı Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar geçtiğimiz günlerde Ayrıkotu Kitap tarafından yayımlandı. Yazarla son kitabı ve yazarlık deneyimi üzerine konuştuk.

Nazan Hanım; atölyeler, dergiler, dijital mecralar ve yoğun çalışmalar derken sonunda ilk öykü kitabınız “Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar” Ayrıkotu Kitap etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve ilk öykü kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.

Okur ve yazar olmakla başlayan süreç bu mecralara taşıdı beni, diyerek başlasam.  Hep okuyan ve hep yazan biri olarak belki de bu son kaçınılmazdı. Günlükler hala büyük bir yer tutuyor hayatımda. Ortaokul sıralarından beri. Kalanlar, gidenler, terk edenler, unutulanlar…

Sosyal medya ikinci etken olarak sayılabilir. Söyleyecek çok sözüm varmış. Klavye kahramanı olup çıktım.  Takipçilerim arttı. Farkında olmadan kitlem oluştu. Pazar Yazıları, dedim adına. Hiç aksatmadan yazıyorum uzun süredir. Yerel gazeteler, dergilerle devam etti bu süreç.

Üçüncü aşama, yazdıklarımın öyküye evrilmesi oldu. Gündem o kadar aynıydı ki ülkede, cümlelerim eskidi. Kendim sıkıldım tekrarlarımdan. Bu yüzden kurmaca yaparak yazmaya başladım söyleyeceklerimi. O zaman da eksiklerim, acemiliklerim ortaya çıktı. Atölyelerle tanışıklığım başladı. Müthiş faydalandım hepsinden. Çok malzeme vardı elimde. Yeniden yarattım çekmecelerde, defter sayfalarında, kalem kutularında, peçetelerde yer alan kahramanlarımı. Bir kitabın sayfalarına yerleştiler sonunda.

Sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu? Son dönemde ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, geçmişteki travmalarla hesaplaşma, aile ve bireysel yabancılaşma mesela. Sizin de bu anlamda zamanın ruhundan etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle dönem etkiliyor edebiyatı, gündelik hayatı etkilediği gibi. Tarihsel ve toplumsal yaşamda yer alan bütün davranış biçimlerinin kültürü oluşturduğu yadsınamaz, etkisinden kurtulmak mümkün değil.  Devrimler, savaşlar, açlık, kıtlık, sömürgecilik, aşk… Hangisini yazsam, tek tek örnekler vermekle başa çıkamayız.  Her dönemin eserleri elimizde birer belge adeta. Tarih en iyi romanlardan öğreniliyor gibi hatta.

Kadınlık, erkeklik durumları ya da aile hesaplaşmaları ise yüzyıllardır süregelen konular, yeni değil hiçbiri. Nezihe Meriçler, Tomris Uyarlar, Cahide Birgüller, Sabahattin Aliler…  Zamanın ruhundan etkilenmeyen yazar olabileceğini düşünmüyorum. Zaman dediğimiz ne ki, bir döngü.  Karl Marx, “  Geçmişin gelenekleri bir karabasan gibi çöker yaşayanların üzerine,” demiş.  Molier’in Cimri’si hala cimri…  Cervantes sayesinde Don Kişot değil miyiz hepimiz?  Anna Karenina gibi aşk acısı ile boğuşuyor,  Yaprak Dökümü’nün Hayriye Hanım’ı gibi “tadımız kaçmasın,” diyerek susuyoruz.  Takvimlerde tarihler değişse bile insan ve insanlık dolayısıyla hikâyeler hep aynı.

Nazan Hanım öykü kişileriniz çok çeşitli ve psikolojik çözümlemeleri derinlikli. Hikâye etme, diyalog, iç konuşma ve geriye dönüş tekniklerini kullanıyorsunuz çoklukla. Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; mekânlar, atmosfer, diyaloglar ve özellikle öykü kişileri söz konusu olduğunda?

Bir kerede öyküsünü yazan arkadaşlar olduğunu okuyorum, duyuyorum. Gıpta ediyorum onlara. Önce şunu itiraf edeyim, yıllardır öyküden çok roman okuyan biri olarak öykü yazmanın bu kadar zor olabileceğini düşünemezdim. Dar alanda kısa paslaşmalar, diyorum en basit tanımıyla.  Yine de yazmanın en sevdiğim kısmı malzemeyi önüme koyup işleme aşaması oluyor. Ressam Chuck Close, “İlham amatörler içindir. Bize düşen yalnızca ortaya çıkmak ve çalışmaya başlamaktır, ” demiş.  Ben de, “ İlham bir dakika, çalışmak bir ömür sürer,”  diyorum. Zevkli, sancılı ve yorucu… Kafamda canlanmış oluyor öykünün gidişatı, atmosferi. Dantel işler gibi çalışıyorum üzerinde, ilmek ilmek.  Bilinç akışı veya iç konuşma teknikleri, hediye gibi bir şey öyküye. Diyaloglar sayesinde akıp gidiyor metin. Geriye dönüşler kısacık bir öyküye roman tadı veriyor.  Kelimelerle bir hayat yaratıyorsunuz kolay mı?

Uzun zaman çalıştıktan sonra nasıl bir hisle son noktayı koydunuz öykülerinize? Yazarken yeni şeyler keşfettiniz mi; duygu, düşünce dünyanıza öykülerinizin ne gibi katkıları oldu?

Hiç son noktayı koyamadım sanki. Hep olmamış gibi hissettim. Hala da öyle hissediyorum. İkinci sorunuza gelirsek, hem de neler keşfettim. Bütün noksan yönlerim, hassas noktalarım, takıntılarım, zekâ seviyem ortaya çıktı. Yıllardır okurum, sanki okumayı yeniden keşfettim. Öykü üzerinde çalıştığım için bir taraftan da bütün yeni çıkan öykü kitaplarını takip ettim. Bu konuda çok gururlanıyorum kendimle. Eskileri ve yenileri, yerli, yabancı demeden okudum. Ödüllüler, ödülsüzler, unutulmuşlar, hep göz önünde olanlar, çok satanlar…

Sizi çok etkileyen roman ve öykü karakterlerini sormak istiyorum.

Roman da kesinlikle İnce Memed,  İvan İlyiç, Dirmit, Yüzbaşı Dragon, Anna Karenina… Ferit Edgü’nün  “O” romanındaki öğretmeni… Ne çok roman kahramanı geldi aklıma.

Öyküde genelde unutulur kahramanlar. Ama benim birçok öykü kahramanım da var. Aslı Erdoğan’ın, “Tahta Kuşlar”  öyküsündeki kadınlar. Filiz, Dijana, Graciella…

 Paltolara özel ilgim var sanırım: Akakiy Akakiyeviç ve Beyaz Mantolu Adam. 

Nazan Hanım, önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı?

 “ Evet, yeni bir öykü dosyam var. Son dokunuşlarını yapıyorum,” demek ne büyük mutluluk benim için.

edebiyathaber.net (4 Eylül 2024)

Yorum yapın