Söyleşi: Adalet Çavdar
Bir kez gidenin hep aklının bir yerinde kaldığı ve her daim, “keşke bir daha yolumuz”, dediği memleket Yunanistan. Hem uzak hem yakın hem komşu hem akraba hem yabancı saydığımız coğrafyalardan. Ekonomik krize, politik sorunlara, göç meselesine kadar pek çok sıkıntıları olsa da orada yaşayanların keyiflerine, yaşamdan aldıkları zevke değmiyor bu sorunlar. Elbette sokakta, yemek yerken, eşle dostla arkadaşla Türkiye gibi sürekli bu sorunlar konuşulsa dahi yine de bir yerden sonra yaşamaya devam ediyorlar.
30 yaşında genç bir gezgin kadın Nazlı Gürkaş, hayatının bir yılını Yunanistan’da bir okulda öğretmenlik yaparak geçirmiş. Yunanistan’la olan bağı ise kökenleri. Gürkaş, gezdiği gördüğü ve yaşadığı ama yaşamaya doymadığı Yunanistan’ı Hep Kitap etiketiyle yayımlanan “Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan” kitabıyla anlatıyor. Gürkaş’ın kitabı bir anı kitabı gibi görünse de aslında Yunanistan’ın bütün kuytu köşelerini ve oraların tadının nasıl çıktığı anlatan bir gezi kitabı. Olur da bir gün yolunuzu düşürmek isterseniz uzaktaki ama aslında yakın komşularımızı tanımak için yanınıza Nazlı Gürkaş’ın kitabını almayı unutmayın.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Nazlı Gürkaş kimdir? Kaç yaşındadır? Ne iş yapar? Şimdi nerede yaşar? Nerelidir?
Nazlı Gürkaş, seyahati hayatının tam merkezine yerleştirmiş, evinden sokağa adımını attığı her anı seyahat gibi gören bir maceraperesttir. 30 yaşındadır, beş yıldır Kalem Ajans’ta edebiyat ajanı olarak çalışmaktadır. Şu anda İstanbul’da yaşamakta, ancak her fırsatta dünyanın farklı köşelerine seyahat etmektedir. Doğum yeri Kırklareli, mutlu insanlar şehridir.
Peki Yunanistan’a olan bu ilginizden -kitabın giriş bölümde bahsetmişsiniz ama- biraz açalım mı?
Yunanistan’a karşı ilgim en başta kökenlerimize duyduğum ilgiden ve Yabancı Damat dizisinden ibaretti aslında. Ancak üniversiteden mezun olmama az bir zaman kala Selanik’teki bir tarım okulunda Türkçe öğretmenliği yapma fırsatı çıktı karşıma. Orada çalışmaya başlamadan önce de sırt çantamı alıp Rodos, Girit, Atina ve Sakız Adası’nı kapsayan bir seyahate çıktım. Mavi ülkeye duyduğum aşk böyle başladı.
İlk seyahatiniz, orada yaşamanız ve sonrasında hayatınıza bu kadar etki etmesinin nedenleri sizce nedir?
Hayatıma bu şekilde etki etmesinin en büyük nedeni, sevdiğim ve benimsediğim bir kültür içerisinde yaşıyor olmamdı. Hep daha ötesini keşfetmenin peşindeydim, bu nedenle yerel hayatın içine her fırsatta balıklama daldım. Köy düğünlerinde halaylar çektim, anneannelerle birlikte gül börekleri de sardım, öğretmenlik yaptığım okulda öğrencilerimle birlikte marul da ektim.
Yunanistan ve komşuluk meselesi saatlerce farklı siyasal görüşlerden insanlar tarafından uzun uzun konuşulabilir, tartışılabilir. Sonuç yine de her şeye rağmen komşuyuz, değişmeyen tek şey bu. Bu kültürler arası komşuluğun her daim köprüsü diye tabir edilen Türkiye, son yıllarda en çok komşularına karşı gaddar olmaya başladı. Politik bir meseleden değil sosyal hayattan bahsediyorum. Komşu olmak neden bu kadar zor? İnsanlar yığın olarak apartmanlara yerleştirdiği ya da yerleştirildiği için mi?
Komşu olmak insanlar yığınlarla apartmanlara yerleştirildiği için zorlaştı elbette. Ben bu kitabı yazdığım dönemde Türkiye’nin en güneyinde yaşıyordum. Hayatımın 2,5 yıllık bu güzel sayfasını en çok orada kurduğum komşuluk ilişkileri üzerinden hatırlıyorum. Bahçede limon ağaçlarımın altındaki küçük masamda oturup çalışırken komşularımdan tabaklar gelirdi, “Çalışırken yemek yapmaya fırsat bulamamışsındır, aç kalma Nazlıcığım” diyerek. Bahçelerde oynayan, koşturan çocuklarla arkadaş oldum, birlikte çimenlerde kitap da okuduk, kedileri de besledik. Doğaya daha yakın açık alanlar insanlara iletişim kurabilmek için daha çok fırsat sağlıyor. Öte yandan Yunanistan özelinde konuşacak olursak geçmişi politikaya dayanan bir mesele de var. Nüfus mübadelesiyle birlikte 400 yıl birlikte yaşamış iki halk birbirinden koparıldı. Sorunlar ortadan kalktıktan, yaralar sarıldıktan sonra yeniden yaklaşmaya başladık. Birbirimizi yeniden keşfetme dönemindeyiz şu an. Bunun da ardından komşuluk hissiyatımız çok daha derin bir şekilde geri gelecek diye umuyorum.
Yunanistan’la komşuluğumuz aslında çok derin. Yemeklerimiz, müziklerimiz, danslarımız hepsi birbirine benziyor. Bunların dışında benzeyen ya da tamamen ayrı diyebileceğimiz neler var?
Yemekler, müzikler, danslar aynı, evet. Ancak bunların da ötesinde hayata bakışımız aynı. Evimize gelen misafire her şeyin en iyisini sunmayı istiyoruz, nazardan ayıp kavramına kadar aynı kültürle yaşıyoruz hayatlarımızı. Ayrıştığımız en önemli nokta bence hayattan zevk alma konusu. Onlar bunu bizden çok daha iyi başarıyorlar. Hayatlarını dolu dolu, pişmanlığa çok yer vermeyecek şekilde yaşamaya çalışıyorlar.
Peki kitaba geri dönecek olursak… Yunanistan orada yaşayan insanlar için ne demek, sadece gezmek için giden insanlar için ne demek?
Yunanistan, orada yaşayan insanlar için dertlerle güzelliklerin, kalp ağrılarıyla gündelik neşenin iç içe geçtiği bir memleket. Sadece gezmeye gidenler için ise tavernalar, beyaza boyanmış evler, masmavi deniz ve eğlenirken kırılan tabaklar…
Ben bir kez Atina’ya bir kez de Selanik’e gittim. Kısa tatiller için. Ve bana hep İstanbul’u anımsattı Yunanistan. Hatta bundan on küsur sene önce ilk İstanbul’a geldiğim zaman aldığım kokuyu aldım oradan. Sizin için bambaşka bir ruhu var Yunanistan’ın. Bu ruh insana neyi anlatıyor? Neyi hatırlatıyor?
Bu ruh içine bolca nostalji sığdırıyor. Eski zamanların incelikli estetik algısına orada daha çok ulaşabildiğimi hissediyorum. Yunanistan’ın ruhu Akdeniz kültüründen bağımsız düşünülemez elbette. “Bir zeytin ağacının gölgesinde uyumak” deyince de ülkenin sahip olduğu tüm bu Akdeniz güzelliklerini bu eylemin içine sığdırmış gibi hissediyorum.
Peki ya insanları. Özellikle kadınların özgüvenleri dikkatimi çekmişti benim. Rahat rahat günün gecenin her saati her yerde olmaları. Hatta erkeklerden çok daha fazla olmaları. Seyahatiniz boyunca pek çok insanla tanışmışsınız. Bu tanışıklıklar size ne kattı, buraya dönünce orası ve o insanlar hakkında düşündükçe en çok neyi anımsadınız, özlediniz.
Kadınların baskın karakterleri, özgüvenleri muhteşem etkileyici! O insanlarla ilgili en çok bu hayat ateşini, dobralığı özlüyorum; oldukları gibi yaşamalarını, bunu karşılarındaki kişiye hissettirmelerini. Kitabın sonunda şöyle bir şey anlatmıştım: “Selanik’teki yakın arkadaşlarımdan biri bana ‘Felis na fai olo o kozmos Nazli mou’ demişti, ‘Bütün dünyayı yemek istiyorsun Nazlım.’” Ardından şöyle eklemişti: “Biz Yunanlar herkese kollarımızı açarız, ancak kucaklamak için senin gibi kişileri seçeriz.” İşte bu samimiyeti özlüyorum en çok.
Peki ya yemekleri. Her şeyi bu kadar lezzetli yapmayı, yaptıkları her şeyden bu kadar keyif almayı nasıl beceriyorlar?
Deniz kültürü hayatlarına öyle bir keyif katmış ki bu yemeklerine derinden işlemiş, o yüzden her şey bu kadar lezzetli! Keyif almayı becerebilme kısmı hayata bakış açısı tamamen. Onların da ekonomik sorunları var, birçok politik problemi var; ancak hayatı kendilerine zindan etmiyorlar yine de.
Ekonomik kriz ve göç nedeniyle pek çok sıkıntı yaşayan bir ülkenin insanlarını sosyal hayatta nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu yaşamlarına bizim kadar yansıtıyorlar mı? Orada da bu kadar çok politika konuşuluyor mu?
Evet, orada da sürekli politika konuşuluyor; tavla oynarken bahislere tutuşuluyor, seçimlerle ilgili tahminler yapılıyor, rakı sofralarında memleket kurtarılıyor. Sosyal hayatlarına ekonomik kriz ve göçün olumsuz etkileri elbette yansıyor ancak umutlarını kaybetmiyorlar.
Müzikler kitabınızın başka bir güzelliği olmuş. Kitabın sonunda verdiğiniz yol, yemek bilgileri ise kitabın bir anı kitabından ziyade gerçek bir rehbere dönüşmesini sağlamış. Kısa süreliğine Yunanistan’a gidecek olan insanlara neyi önerirsiniz?
Kısa süreliğine gidecek kişilere birçok noktayı bir arada görmeyi hedeflemek yerine tek şehirli ya da adalı rotalar öneririm. Gittiğiniz yerde acele etmeyin, biraz daha hayatın akış hızına bırakın kendinizi. Yunan ritminde deneyimlerseniz gittiğiniz yeri, geriye kalbinize kazınacak anılarla döneceğinize şüpheniz olmasın.
Adalet Çavdar – edebiyathaber.net (20 Temmuz 2017)