“Ada vapurundaydım. Çocukların babalarının kucağında avaz avaz ağladığı vapurda. Çok muhterem ablalarım, şu elimde gördüğünüz limon sıkacağı bir lira olmakla kalmayıp mutfaktaki en büyük yardımcınızdır. Çaylar bir lira, portakal suyu bir lira. İnmemeliydim bu beş yüz kişilik vapurdan belki, basmamalıydım ayaklarımı binlerce defa ırzına geçilmiş adaya, bir liralık hayatımı yaşamalıydım döne döne vapurda.”[1]
“İskele”, okuyucusunu eski Türk sinemasındaki samimiyete benzeyen o bilindik görüntü ile karşılıyor. Vapurda “her şey” satan o ablaları o abileri anımsatıyor bir an… Çok tanıdık, çok içe sinen bir vapur yolculuğuna başlama hissi… Kendinizden çıkıp bir başka kalbin kaleminden dökülenler ile İskele ile aradaki boşluğu dolduran kelimelerle haşır haşır neşir olup sonra yine kendinizle kalmanız söz konusu. Kendinizle kalmanız, diyorum çünkü her imge her okuyucu için başka başka anlamların karşılığı olacaktır. Kitapta ilerledikçe bilinçaltınızın muhteşem kıvrımlarına işleyen bir rüyanızı hatırlamanız mümkün. Hemen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir öykü kitabı. İskele’de, sanatçı hassasiyetinin günlük yaşayışı derinden görebildiğini düşündürten akımın içinden geçiyorsunuz. Birçoklarının gördüğü ama bir kez bakıp da başını çevirdiklerinin üzerinde durulmuş. Birçoklarının önemsemediği, arka planda kalan insanın öyküsünü anlatmış Nazlı Karabıyıkoğlu. Eserdeki kahramanların genel özelliği yalnız ve hasta ruhlu bireyler oluşları: Sedef, Aslı, Bekir, Keramet de bu kahramanlardan birkaçı…
Kitap iki bölümden oluşuyor: Serseri Yengeçler ile Grotesklere Konu Olabilecek Alışkanlıklar. Serseri Yengeçler’de Sedef ve Aslı karakterleri göz önüne çıkıyor. Sedef ailesini 12 Eylül döneminde sisteme kurban vermiş naif biridir. Ailesine özlem duymaktadır. Aslı’da ise İstanbul’dan kaçıp Anadolu’ya yerleşen mühendis bir kadının öyküsü ile karşılaşırız. İş yerinde karşılaştığı adama babasına beslediği duyguları büyüten Aslı, bu adama babasıymışçasına bağlanır. Onun hikâyesine dâhil olur: İstanbul’da okuyan kızını yetiştirmek için canhıraş çalışan, kötü hayat koşullarında yaşayan yalnız bir karakterdir Mehmet Usta. Aslı İstanbul’a gittiğinde Mehmet Usta’nın kızıyla tesadüfen karşılaşır. Bir eylemde tam yere düşecekken onun kızının yere düşmesine engel olur. Bu anda daha önce kızının fotoğrafını gösterdiği Mehmet Usta’yı yeniden anımsar.
“Önümde kaç adama kelepçe vurdular, ensesine tokat, beline tepik, yutkundum, dur dedim içime. Tabana kuvvet kaçtım. Tabana fiske vuranlara sustum. Senden sonra astılar bizi. Önce bir… Sonra üç… Tam üç! Susturdular, susmayı ana ilke belledik. Gördüklerimize ses seda vermemeyi erdem sayar olduk. Burnumuzun dibinde otuz yedi defa bıçaklansa da bir zenci, aman dedik, görmedik, duymadık. Yerin kat be kat altında kimler çığlık attıysa, bir elimizi kulağımıza götürdük.”[2]
Serseri Yengeçler’de 12 Eylül sonrasında susturulup pusturulan toplumsal duyarlılığın çalkantılarına, kapanmak bilmeyen yaralarına tanık olunuyor.
Grotesklere Konu Olabilecek Alışkanlıklar’da Keramet ve Bekir karakterleri göze çarpıyor. Keramet, inancını kalbine bağlayamayan biridir. Aklıyla kalbi arasında imânsal gelgitleri vardır. İnanmakla inanmamanın arafındadır. Allah’ı inkâr edip vicdanını sorgulayan, suçlayan ve “günah çıkartmayı” yaşam biçimine dönüştürmüş bir karakterdir. Bekir ise çevresince yalnızlaştırılmıştır. Yalnızlığını Orhan Gencebay (Orhan Baba) dinleyerek hafifleten bir tiptir.
“Orhan baba yanında olsaydı ya şimdi, kavrulan içine sular serpseydi ya. Kader mahkûmuydu o da Bekir gibi, yoksa yazabilir miydi o şarkıları, gönülleri dağlayarak okuyabilir miydi? Neler görmüş geçirmişti kim bilir.
Dert benim, çile benimi hayat senin, senin olsun.
Bazı insanlar sadece hüzne batmak için doğuyordu işte. Yalnızlığa, sevgisizliğe gömülmek için, kör talihin kırık kanadına tutunabilmek için…”[3]
[1]Nazlı Karabıyıkoğlu – İskele, Komşu Yayınları, Sayfa 9
[2]Nazlı Karabıyıkoğlu – İskele, Komşu Yayınları, Sayfa 71
[3]Nazlı Karabıyıkoğlu – İskele, Komşu Yayınları, Sayfa 111
Mavi Tuğba Ateş – edebiyathaber.net (25 Mart 2015)