Yazarın yolculuk seyri nerede başlar?
Böyle bir sorunun ilk yanıtı şudur: başka yazarların yazdıklarıyla.
Kuşkusuz o seyre çıkmak önemlidir. Yazının başlama noktasıdır bu okumalar. Bilmeden, bazen de anlamadan, hatta geleceği(ni) de görmeden yalnızca okuruz.
Bu okumalar, zamanla, bizde bir bakış açısıyla birlikte belli bir birikim, yorumsama/kavrama gücü oluşturur. Hatta başka alanlara yazı/sanat/bilim disiplinlerine ilgimizi de belirler diyebiliriz.
Kendi payıma ben böyle bir yolculukla başladım, öylecene de sürdürüyorum bunu.
Başka seslere, başka renklere ulaşmadan kendi sesinizi/renginizi bulmanız mümkün değil.
Bu, o başlama noktasının sizi getirdiği bir kıyıdan sonra düşünebileceğiniz bir olgu.
Demek ki başlangıçta böylesi bir çıkış/anlam yok!
Bütün yazarlara tek bir soru yöneltin, sanırım alacağınız yanıtlar az çok birbirinin benzeri olacaktır. Hiç kimse yazar olmak, hele hele eleştirmen olmak için okumaya soyunmaz.
Okumak bir yaşam ritüeli olarak başlayıp hayatınızda yer edince; ya başka bir şey yapamadığınız için yazıyı seçersiniz ya da onsuz edemeyeceğinizi anladığınızdan bir başına uğraşınız olur yazmak.
Bugünün yazarı bu iki çizginin neresinde durur derseniz, bunu yanıtlamak güç doğrusu!
Çünkü, bugün, insanlar böylesi bir bakış/gereklilik duydukları için yazmayı seçmiyorlar ne yazık ki.
Para, güç, statü, görünmek kaygısı, vb. nedenlerdir onların çoğunu yazmaya yönelten.
Peki, her önüne gelen neden yazıyor ya da yazmayı seçiyor?
Sanırım konunun asıl can alıcı noktası da bu.
Eleştiri yoksa…
Bana göre, eleştiri olmadığı için insanlar büyük cesaretle yazmaya yönelebiliyorlar.
Bir başkası için bu neden çok daha farklı olabilir. Ama eğer edebiyattan, edebiyatın içinden konuşuyorsak bu biraz da böyle.
Peki, neden eleştiri?
Bence, eleştirel bakış açısı olmadan hiçbir şey yazılamaz.
Eleştirellik bilimsel buluşların, keşfilerin her birinin çıkış noktası.
Her biri neden/niçin/nasıl sorusunu sorarak başlar.
Bu bağlamda eleştirinin çıkış noktasında da böylesi bir söylem vardır.
Eleştirellik bir bakışın ötesinde yaşama biçiminin de yansımasıdır.
Ömrünü yazıyla biçimlemiş birinin dünyasında hayatı/yazıyı/sanatı kavrama biçimi olarak yer eden okuma uğraşı ister istemez önünde böylesi bir ufuk açar.
Bu süreçte farkı fark edersiniz.
Ayırıcı çizgileri/renkleri/tonları görebilmek için eleştirel bakış açısı ile donanırsınız. Bu adım adım, biriktire biriktire oluşabilecek bir şey.
Gelelim yazarın donanımı, arka planına; eleştirinin buradaki yeri/anlamı/işlevine…
Sözünü ettiğim eleştirel bakış açısını edinme yollarından biri felsefe ise diğeri de eleştirel metinleri okumaktır.
Eleştiriye bir öngörü sahibi olmak için değil; kendimizi farklı disiplinlerle besleyebilme yollarını/yordamını öğrenebilmek için gereksinmemiz vardır.
Eleştiri asla bir rehber, kılavuz değildir. Ama her bir şeyin yaşamamızdaki ateşleyicisidir.
Hayata bakma, yaşama biçimleri ile eleştiri biçimleri arasında öyle çok farklar yoktur.
İyi/doğru/anlamlı olanlarla diğerlerini ayırabilme yetisi/bakışı edinebilen biri kendini eleştirel aklın öznesi kılabilir, hayatı sorgulama biçimi ile okuduğunu sorgulama/çözümleme biçimi arasında, olsa, olsa, yöntem ve yordam farkı vardır. Özünde anlama/yorumsama bakış açısı değişmez.
Eleştiriyi akla karaları, kurtçukları ayıklama biçimi olarak da göremeyeceğimize göre; dünyayı algılama biçimi ile görme biçimlerinin getirdiği bakışın belli bir eğitim sonrasında oluşabileceği gerçeğini göz ardı edemeyiz elbette.
Yazar, bu noktada, yazdıkları kadar okudukları; başka sesler/başka sözler karşısında da sorumlu hisseder kendisini.
Hele yaratıcı bir alanda uğraş veriyorsa; başkalarının yaptıklarını yazdıklarını göz ardı ederek yoluna devam edemez. Etmemeli de…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (2 Ekim 2018)