Neslihan Yiğitler: “Aslolan o dönemi anlatırken yaşanan travmanın ya da hesaplaşmanın her dönemde okuyan okura ya da resme bakan kişiye seslenmesi”

Ağustos 1, 2024

Neslihan Yiğitler: “Aslolan o dönemi anlatırken yaşanan travmanın ya da hesaplaşmanın her dönemde okuyan okura ya da resme bakan kişiye seslenmesi”

Söyleşi: Serkan Parlak

Neslihan Yiğitler ile Kitap Saati Yayınları etiketiyle okurla buluşan yeni öykü kitabı “Her Şey Nasıl Bu Hale Geldi” hakkında konuştuk.

Neslihan Hanım, yeni öykü kitabınız “Her Şey Nasıl Bu Hale Geldi” geçtiğimiz aylarda Kitap Saati Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Sizi bu kitabınızla ilk kez tanıyacak okurları düşünecek olursak kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve yeni öykü kitabınızın ortaya çıkış süreci hakkında neler söylemek istersiniz.

Merhaba, kısaca kurmacayla ilişkimi anlatmak gerekirse, birçok yazar gibi ben de yazmaya okuyarak başladım. Kitaplar okudukça gövdenizden bir parça haline geliyorsa,  bir süre sonra yazmanız kaçınılmaz oluyor. İşte ben de böyle böyle öykü yazmaya çalışan biri oldum. İlk kitabım “Geçmiş Muayane İstasyonu” yine birçok yazarın ilk kitabı gibi eteğimdeki taşları dökmemi sağladı. Öykü yazmaya duyduğum gereksinim ve ilk kitabımdan gelen geri bildirimler ikinci dosyamın başına oturttu beni.

Öykülerinizin merkez izlekleri kadın-erkek ilişkileri, aşk, arkadaşlık, dostluk, aile, gündelik hayat, ölüm, evlilik, nostalji, yoksulluk ve pişmanlıklar… İnsanın temel dertlerini öykü formuyla derinlikli biçimde görünür kılmaya çalışırken nasıl bir süreç işliyor?

En önemli derdim, insan soyunu anlamak. Özellikle son yıllarda dünyanın içinde bulunduğu durum, ülkemizin içinde bulunduğu durum biraz da ayrıntılı düşünen bir kimseyseniz sizi bu şekilde düşünmeye itiyor zaten. Temel sıkıntı bu olunca; çocukluk, ana-babalık, ilişkiler, insan neden parayı, çalışmayı, cendereleri, türüne hiç uymamasına karşın evliliği bulmuştur gibi başat konuları ele alıyorum ister istemez. “İnsan neden kendini bu denli aldatır da her şeyi bu hale getirir?”aslında süreçte sorduğum ana soru buydu. Bu sorular sorabilmek için söylediğiniz ana temaları kullanmak zorunda kaldım.

Öykülerinizde anı tarzında hikaye etme, özetleme, açık uçlu sonlar, yer yer şiirsellik ve geçmişe dönüş belirgin biçimde ön planda. Öykülerinizin dil anlatımıyla ilişkili olarak bu durumun nedenleri hakkında neler söylemek istersiniz.

Yukarıda belirttiğim gibi insan her şeyi nasıl bu hale getirdiğini biraz sorguluyorsa ve gelecekle ilgili kimi kaygılar taşıyorsa işe geçmişini sorgulamaktan başlıyor. Neyi, nerede çok doğru yaptım ya da neyi nerede yapmamalıydım gibi. Zaten bu nedenle geçmişe ihtiyaç duymaz mıyız? Bir de doğal olarak bugün geldiğimiz konum o kadar yürek burkucu ki eski zamanları özlemek, ne kadar acılı olsa da geçmişe dönme isteği hepimizin içinde ne yazık ki var. Oysa o yıllarda yaşarken çok fazla haksızlığa uğradığımızı düşünüyorduk öyle değil mi? Demek ki tüm göstergeler işaret etse de bu günleri çok da öngörememişiz gerçekten.

Öykülerinizin ilk taslaklarını nasıl oluşturuyor ve geliştiriyorsunuz?

Birçok dostumun ya da örnek aldığım yazara olduğu gibi benim belleğime sonsuz bir kaynaktan düşünceler inmiyor, buna çoğunlukla üzülüyorum. Ben, senelerdir nasıl fabrikaya gelip her gün mesleğimi çok çalışarak yapıyorsam, öykücülüğü de yazacağım zamanlarda erkenden kalkıp uzun uzun çalışarak yapıyorum. Araştırıyorum, tekrar tekrar okuyorum. Öykünün tekniğine ve matematiğine inanarak oradan kopmadan yeni ve özgün bir yaratım için elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ediyorum.

Neslihan Hanım, son günlerde neler okudunuz, önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı?

En son okuduğum kitaplar, Nermin Yıldırım, Haldun Taner öyküleri/ kitapları, Zeynep Kaçar’ın Yalnız isimli romanını okudum ve çok etkilendim. Her zaman söylüyorum Arzu Armağan Akkanatlı’nın “Işıkları Yakın” eserini her zaman yazmadan önce okur, sonra yazmaya başlarım. Bir de Mezide Yılmaz’ın yeni çıkan kitabı “Kayıp Kelimeler” yeni bitirdiğim kitaplar arasında. Şu anda bağlı olduğum İzmir Yazarlar Kooperatifi tarafından hazırlanacak yeni bir öykü seçkisi ve şiir antolojisine hazırlanıyorum. Bu birleşik bir çalışma olacak birçok yazarın olduğu bir proje. Üçüncü öykü dosyamsa  şu anda yalnız kafamda ancak henüz oradan kağıda dökülmedi.

Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da öykülerinize başlarken ilham kaynaklarınız neler oluyor?

Son zamanlarda en çok daha iyi bir dinleyici nasıl olurum diye düşünürken buluyorum kendimi. Zaman ve durumlar bizi o kadar çok kendimizi açıklamaya itiyor ki çok ve sık konuşmak hepimizin başının derdi. Verimli ve iyi dinlediğim zaman karşımdaki her kimse iyi bir öykü anlatıyor aslında. Hemen olmasa da bir süre sonra anlattığının içindeki çekirdeği not alarak ilerliyorum. Bir de hep yazı atölyelerinde ya da bazı öykü yazım teknikleri anlatımlarında “ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız” önemli derler ya, ben pek böyle düşünmüyorum ne anlattığımız önemli olmayabilir mi? Hele bugünün Türkiye’sinde herkes bu kadar cehalete güzelleme yaparken, ne anlattığımız o kadar önemli ki! Dinliyorum, daha iyi dinleyerek neye ihtiyacımız varsa onu anlatmaya çalışıyorum. Bu benim en önemli çıkış noktam diyebilirim.

Sizce roman, öykü ve şiirde döneme göre bazı izlekler ön plana çıkıyor mu. Son dönemde ilişkiler, duygular, kadınlık ve erkeklik durumları, nostalji, geçmiş travmalarıyla hesaplaşma, şiddet ve hayatta kalma, bireysel yabancılaşma ve aile mesela. Sizin de bu anlamda zamanın ruhundan etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?

Evet, doğal olarak her dönemde o dönemin sorunlarıyla ilgili yazılıyor ya da resmediliyor yapıtlar. Ancak aslolan o dönemi anlatırken yaşanan travmanın ya da hesaplaşmanın her dönemde okuyan okura ya da resme bakan kişiye seslenmesi. İlk olarak kendi çağını anlatması, sonra da o eseri okuyana, esere bakana yeni bir görüş kazandırması, nasıl başa çıkacağını bildirmesi. Zamanın ruhu, tüm zamanların ruhuna seslenebiliyorsa bir şey yapabilmiş hissedebilir eser sahibi.

Öykülerinize uzun zaman çalıştıktan sonra nasıl bir hisle son noktayı koydunuz. Yeni şeyler keşfettiniz mi, öykülerinizin duygu ve düşünce dünyanıza ne gibi katkıları oldu?

Son noktayı koymadan önce farklı sonları deniyorum. İlk akla gelebilecek olasılıklardansa akla gelmeyeni bulmaya çabalıyorum sonlar için. Bunun en güzel yolu da öyküyü yayıma hazırlamadan önce demlemek, o bekleme vadesini geçirmeden öykü bitmiş sayılamıyor. Beklerken, beklerken öykünün hem kendisi hem de sonu değişiyor. Kimi zaman eklemeler oluyor kimi zaman çıkarmalar oluyor. Bekleme süresi çok çok önemli, tabi bunlar benim yollarım, benim tekniklerim, herkese göre değişkenlik gösterebilir.

Öykülerin benim dünyama etkisini anlatabilmem zor. Hem okur olarak hem yazma çabasında biri olarak öyküler olmasa nefes alabilmem oldukça zor. Kütüphanemde okunmayı bekleyen ya da belki de milyonuncu kez okuyacağım öyküler en önemli varlıklarım. Bu anlamda hem yaşamı anlamayı onlara borçluyum hem anlamlandırmayı. Bir de insanın bizden öncekiler de bunları yaşamış ve böyle bir çıkış yolu bulmuş diyebilmesi çok güzel değil mi?

Neslihan Hanım, odaklandığınız izleklerden hareketle özellikle öykü türünü seçmenizin nedeni nedir?

Öykülerin kısa sözlü olması, söyleyeceğini söyleyip ortadan kaybolma özgürlüğü, bu özgürlüğe sahip olması, onları yaşayan, canlı bir varlık kılıyor benim gözümde. Ben de öyle olmak istiyorum, tak, tak… Öylesi uzun uzadıya değil tek bir noktayı gösterip, aslında anahtarın orada olduğunu gösterip susmak. Açması, kapalı bırakması okura kalsın istiyorum. Böyle baktığınızda anlattığınız şey çok güzel bir hal alıyor ya da okuduğunuz şey. Bu nedenle hep seçerim öyküyü, hep okurum…

Öykülerinizin çoğunda birinci tekil kişi anlatıcı kullanıyorsunuz. Bu anlatıcı, genellikle kadın. Bu kadının çocukluk, gençlik ve yetişkinlik hallerine bakıyoruz. Anlatıcı kadın genellikle üzgün, kederli, modern ilişkilere uyum sağlayamamış ancak geleneksel ilişkilerden beklentileri de karşılayamamış, temel derdi geçmişe özlem olan yetişkin biri. İzmir’de yaşayan, öykülerinizin merkez kişisi anlatıcı kadının temel özellikleri hakkında siz neler söylemek istersiniz.

Bütün öğretmenlerim, yazı ustalarım “İnsan en iyi bildiği şeyi” anlatır der. Ben de en iyi kendimi ve yaşadığım kenti biliyorum düşüncesiyle kalemi elime alırım. Bambaşka şehirleri, toplumları, erkekleri, çocukları yazmak da istiyorum, bazen yazıyorum da ama insan en çok kanayan yarasına derman olmak istiyor. Bugünün Türkiye’sinde kadını yazmamak biraz haksızlık olmaz mı sizce de? Bu nedenle anlattığınız başka başka şeyler olsa da yine ana konuya bir şekilde dönüyorsunuz aslında.

Öykü türünde başucu yazarlarınız ve öykü kitapları hangileri?

Çok basit olduğunu düşünebilirsiniz ama bilinir şeyleri çok seviyorum, klasikleri. İzlediğim filmleri yeniden izlemek güven veriyor çünkü ne olacak korkusu, kaygısı taşımamak bana her zaman huzur verir. Okuduğum kitapları, sevdiğim kitapları tekrar tekrar okumayı çok severim. Bu nedenle hep klasikleri sayacağım Hemingway,  Sabahattin Ali, Sait Faik, vazgeçmeden döne döne okuduklarımdır. Shakespeare her zaman yardım aldığım bir kurtarıcı. Yeni dönem içinse Nermin Yıldırım, Zeynep Kaçar kitaplarını, Carsy Davies’in Kuytu kitabını sayabilirim.

Dergiler, kitaplar, dijital mecralar, sosyal medya… Yayıncılık ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak öykü türünün geleceği hakkında ne gibi öngörüleriniz var?

Yaşamın kirinden pasından kaçarak, bin bir umutla kaçtığımız edebiyat dünyası tüm zamanlarda olduğu gibi bugün de kendi içinde bir kirlilik yaşıyor. Bunu Jack London’dan da okuyor, biliyoruz birçok günümüz yazarından da. Günümüzde, eğer o güzel topluluğun, o tatlı yayınevlerinin bir parçası olamamışsan ya da olmuşsan ama seni bir anda unutuvermişlerse kendini uzay boşluğunda salınan bir garip kütle olarak kitabın koltuğunun altında yayınevi arar buluyorsun kendini. Yayınevlerine gönderilen onlarca dosyanın okunmadığına mı yanalım, o kadar eser nasıl okunsun ona mı hak verelim şaşırırken yılsam mı yılmasam mı diye o kadar çok düşünüyorsunuz ki ararken bulduğunuz sorumlu elbette öyküleriniz oluyor. Demek ki yeterince iyi yazmadım, gerçekten yazmadım mı acaba? diye düşünüp duruyorsunuz.

Kısacası, sorunuzu şöyle evriltirsek daha doğru olur diye düşünüyorum: “Sistem öykü türünün geleceğinin iyi olmasını istiyor mu?” Çünkü eğer sistem iyi öykücü bulma niyetinde olsa yukarıda anlattığım durumlara çanak tutmaz/ izin vermez tüm dosyaları okur ve gerçek öykücüyü bulur. Kulaklarım bir yayınevi koordinatörünün “Satmayacağını bildiğimiz dosyaları okumuyoruz” cümlesini duydu. Durum böyleyken zaten siz çok iyi öykülerde yazsanız ve “onlardan” değilseniz sesinizi çok duyurmanızın olasılığı çok düşük.

Bu nedenle tüm bunları bırakıp bir şekilde okura ulaşma çabasına girmek ve öykülerimiz için, Çağdaş Türk Öykücülüğü için elden ne gelirse yapmaya odaklanmaya çalışıyorum. Dergileri ve dijital mecraları çok önemsiyor destekliyorum. Okura ulaşmanın en kolay yolu neyse o olsun umarım.

Dünya ve Türkiye özelinde iklim krizi, salgın, savaşlar, göçler, ırkçılık ve her geçen gün daha da artan temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde bu zorlu zamanları sanat aracılığıyla daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?

Sınırsız kılmak için çabaladığım ama son derece sınırlı olduğunun da bilincinde olduğum zihnimin alamayacağı kötülük şekillerine tanıklık ettiğimiz günleri yaşıyoruz hem dünya da hem ülkemizde… Kendimi telkin etmenin yolunu yeryüzünde bunlar hep oldu, senden sonra da olmaya devam edecektir sözlerinde bulsam da beraber dirensek, gerekeni yapsak değiştirebiliriz bunu da biliyorum. Umarım bu birliği ve direnme yolunu birleşik bir akılla bulur, en azından yüreklerimize su serpecek bir kaç deliliğin, haksızlığın önüne geçebiliriz, en büyük dileğim bu. Bunu da yapsa yapsa sanatçılar yapar, sırtlanır gibi geliyor bana. Hep birlikte dileyelim bunun olmasını…

edebiyathaber.net (1 Ağustos 2024)

Yorum yapın