Üzerindeki her daim tarz şık takım elbisesiyle konserlerde kendinden geçercesine söylediği şarkılar ve yazdığı melankolik şarkı sözleriyle Nick Cave müzik tarihinin en özel isimlerinden biri. Uzun yıllardır grubu Bad Seeds’le birlikte Punk’tan Greengrass’a varan farklı müzikal ekolleri icra ediyorlar. Nick Cave’i müzik dünyasında özel kılan yaptığı müzikler kadar yazdığı şarkı sözleri olsa gerek. Bir tür hikâye anlatıcısı olarak düşünebiliriz onu; şarkılarında aşktan, seri katillere, kayıplara, inanca ve yolda olmaya dair birçok hikâyeye rastlayabilirsiniz. Belki de iç dünyasını, gördüğü hayalleri bu denli filtresiz ve doğrudan bir şekilde anlatabildiği için onun müziği bu kadar çarpıcı. Kendisi hakkında yazdığım bir başka yazıda şöyle demiştim: “Bazı insanlar kasvetlerini, kara bulutlarını heybelerinde taşırlar; onların gölgelerine bile Dikkatli bakarsanız gök gürültülü sağanak yağışlı ruh hallerini görebilirsiniz. Kasvetin çağrışımı genellikle olumsuz olsa da orada günümüzün yapaylığının aksine hakiki bir şeyler saklıdır.” Nick Cave’in ciddiyetten ödün vermediği yüz ifadesinin altında da tam bu hissiyat yatıyor bana kalırsa. Ambalajlara dönüşmeden kendi benliğini olduğu gibi sunabilmesi, ruhunu, zaaflarını, hayal kırıklarını olduğu gibi açabilmesi. İsyan, öfke ve hakikat Nick Cave’in gölgesine sızan durumlar… Cave şarkılarında hep bu duyguların izini sürdü; karanlık tonlarda ama yolun kalanına ışık tutarak bize hikayeler anlatmaya devam etti. Lakin bazen hikayelerimiz beklenmedik gelişmelere gebe olabiliyor. Yolu kaybetme, ışığı görememe tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Peki, böyle durumlarda hikâye nasıl devam eder? Tıpkı Nick Cave’in bir süredir yaşamak durumunda kaldığı trajedilerde olduğu gibi.
Yaşam bir nevi açık denizde her tür belirsizliğin ortasında fırtına ihtimaliye, güneş arasında yolculuk etmeye benziyor. Her türlü ihtimalde de farklı olasılıklarla bir anda karşılaşabiliyorsunuz. Nick Cave de yakında zamanda iki oğlunu kaybederek bir insanın yaşayabileceği en büyük trajedilerden biriyle karşılaştı.
Nick Cave ve eşi Susie için oldukça zorlu bir yas süreci başlamıştı. Ne yapacaklarını, yola nasıl devam edeceklerini bilemiyorlardı haliyle. Gazeteci Sean O’Hagan’ın Nick Cave’le pandemi karantinasında yaptığı uzun (Yaklaşık 40 saat) telefon sohbetlerinden oluşan İnanç, Umut ve Kıyım geçtiğimiz günlerde Avi Pardo çevirisiyle Sia Kitap’tan yayımlandı. İnanç, Umut ve Kıyım’ı klasik bir gazeteci ve sanatçı diyaloğu olarak düşünmemeliyiz. Kitaptaki mevzular bir hayli ağır. Nick Cave, yaşadıklarını, yas sürecini ve yaşamıyla ilgili bir dolu özel konuyu içtenlikle Sean O’Hagan’a anlatmış. Dolayısıyla böylesine röportajlarda sıklıkla karşılaştığımız gibi taraflar arası mesafeler yok bu kitapta tam aksine iki dostun sohbetine tanıklık ediyoruz.
İnanç ve dünyevlik
İnanç, Umut ve Kıyım’da Sean O’Hagan, dostane bir ortamda bir nevi Nick Cave’i terapi masasına yatırıp onu çocukluğundan başlayıp, günümüze kadar getirecek bir bilişsel yolculuğa çıkarıyor. Cave, tüm dünyasını ortaya seriyor. Babasının ona aldığı masal kitabının onun imge dünyasını nasıl şekillendirdiğinden, ergenliğinde polisle başının derde girmesinden, eroin bağımlılığına, inanca bakışışından, albüm kaydetme süreçlerinden, müziğe varana dek bir dolu şeyi anlatıyor. Sohbetin pandeminin en şiddetli, dünyanın en belirsiz döneminde yapılmış olması da tarafları daha açık yürekli ve insanın ahvali üzerine itmiş de olabilir. Cave için pandemi onda hiçbir şey yapmama özgürlüğü yarattığı kadar belirsizliği de ürkütücü olmuş. Tüm o tuhaf karantina sürecinde iki zıt duygu arasında gidip gelmiş. Bu anlamda kitabın önemli kısmının inanca ayrılması şaşırtıcı değil. Neticede hepimiz pandemi sürecinde yaşamın anlamını, inançlarımızı ve yarının ne olacağını düşünmek durumunda kaldık. Dünyevilik yaşadığımız anlamsızlığın bir kısmına yanıt bulabildi. Nick Cave de gençliğinden itibaren dünyayı anlamlandırabilmek, müziğini şekillendirebilmek için bir inanç fikrine gereksinim duymuş. Elbette, katı bir Hristiyan ahlakı üzerinden şekillendirmemiş bunu. Tam aksine kendi inanç dünyasına göre bir anlam haritası yaratmaya çalışmış.Yaratıcı süreç denilen o karanlık tünelde bir yol bulmaya çalışmış: “İnanma isteği ve anlam özlemi, tarifsiz olana doğru ilerleyiş. Belki bütün saçmalığına rağmen asıl önemli olan bu. Ya da saçmalığı yüzünden. Son kertede inanç da bütün diğer kararlar gibi karardan ibaret belki. Belki Tanrı arayışın kendisidir. “
Kayıp, yas ve devam etme üzerine
Yas sürecinin tamamlanabilmesi için insanın geçirmesi gereken birtakım süreçler vardır. Buna göre birey ancak kaybının yerini alacak şeyi bulduğunda yas sürecini tamamlayabilip yoluna devam edebilir. İnanç, Umut ve Kıyım’da da Nick Cave’in oğlu Arthur’un ölümünde sonra yas sürecini nasıl tamamlayamaya çalıştığına tanık oluyoruz bir nevi. Zamanın tozu ve yas sürecinden insan asla aynı şekilde kalamaz. Nick Cave ve eşi Susie Cave de bu süreçte büyük değişim geçirmek durumunda kalmışlar. Yaşamla yeniden kuvvetli bir bağ kurmanın yollarını aramışlar. Nick Cave bu dönüşümü kitapta şöyle anlatıyor: “Elemin yas tutan kişi için şeylerin özüne en çok yaklaştığı bir tür yüksek ruh hali olabileceğini kastediyorum galiba. Çünkü yas tuttuğunda insanın ölümlülüğü fikrini derinden kavrarsın. Çok karanlık bir yere gider ve kendi ıstırabının uzuvlarını deneyimlersin, ıstırabın üst sınırına taşınırsın. Benim gördüğüm kadarıyla bu ıstırap yerinin dönüştürücü bir yanı var. Genellikle değişir ya da yeniliriz.”
Nick Cave’in dönüşümü ise varoluşunu betimleyen müziğe doğrudan, dolaysız bir şekilde dönmek, turneye çıkmak, kendisi gibi trajedilerle karşılaşan insanlarla karşılaşmak ve yaraları az da olsa sararak, kaybettiklerinin güzel hatırlarını yanından taşıyarak yola devam etmek olmuş. Arthur’un vefatından sonra yazdığı Ghosteen albümü örneğin hem kayıp sürecinin bir nevi tamamlanmasına hem de oğluna yapabileceği en iyi vedalardan biri olmuş. “Ghosteen benim için müziği ve sözleriyle, Arthur’un ruhunun bir tür cennet ya da huzur bulabileceği icat edilmiş bir yer.”
Evet, yaşam her olasılığa açık bir durum. Hayatın zorlu koşullarına aynı ölçüde yanıt verebildiğiniz sürece ayakta kalabilirsiniz, yola devam edebilirsiniz bazen. Kaç yaşında olursanız olun, koşullar ne kadar zorlu olursa olsun… Nick Cave de Red Hand Files’a gelen hayran mektupları ve konserlerdeki etkileşimleriyle kendini iyileştirme yolunu bulmaya çalışmış. Kendisinden daha kötü durumda olanlarla ya da onun yaşadığı deneyimlerle baş etmeye çalışan insanlarla hasbihal etmiş. “Sanıyorum kendini bağışlamanın kesin yolu gündelik eylemlerinin dünyayı daha kötü değil, daha iyi kıldığını görebileceğini bir yere varmaktan geçiyor – bu çok basit bir şey, herkes yapabilir – ve o yere tevazuuyla varmak gerekiyor. Anlaşmanın ötesinde var olabilmeliyiz. Dostlukların bunun ötesinde var olabilmesi gerekir. Konuşabilmeli, hata yapabilmeli, bağışlayabilmeli ve bağışlayabilmeliyiz.”
Hepimizin başına her an her şey gelebilir, kayıplar, olumsuzluklar, zorluklar… Asıl soru şu nasıl devam edeceğiz? Hikayemizin seyri nasıl gidecek? Herkesin yanıtı farklı olabilir ama ben varoluşumuzu simgeleyen öz hikayemizin devamlılığından yanayım… Nihayetinde yolun devamını biliyorsak, fırtına dindiğinde kaldığımız yerden devam edebiliriz. Tıpkı Nick Cave’in 66 yaşında dünyayı, yaşadıklarını karşısına alıp, kaya gibi dik durup, inatla yapmayı sürdürdüğü gibi, şarkılara, müziklere, hikayelere adayarak. Sanırım bu yüzden Nick Cave’in konserleri eğlencelik bir seyirden ziyade bir tür ayine benziyor. Cave bir taraftan yaşadıklarının acısını çıkarırcasına sahnede kendinden geçercesine şarkılar söylüyor, diğer yandan seyircinin arasına karışıp onlarla el ele tutuşuyor, göz teması kuruyor. Herkesin aynı duygu etrafında buluştuğu, şarkıların söylendiği, kayıpların hatırlandığı kendi kendini affetme ve yola devam etme yollarının bulunduğu bir tür arınma gecesi onun konserleri… İnanç, Umut ve Kıyım yaşanan ağır deneyimler sonucunda kendini değiştirmek, dönüştürmek ve daha önce hiç olmadığı kadar yaşamla yeniden bağ kurmaya çalışan Nick Cave’in ilham verici hikayesi bir yerde. Kitabın ağır meseleler etrafında dönen hikayesinin sonu bu yüzden aydınlığa çıkıyor belki de… “Hepimizin zaman zaman kapıldığı o belli bir öz farkındalık düzeyine ulaştığımız hissini kastediyorum, yolculuğumuzun bizi bu noktaya getirdiği hissi.”
edebiyathaber.net (25 Mart 2023)