Hazırlayan: Mehmet Özçataloğlu
1.Neden çocuklar için yazıyorsunuz?
Küçükken kitapları okuyup bitirdikten sonra kapatıp tekrar rafa yerleştiremezdim bir türlü. Kitap hakkında biraz düşünmekten hoşlanırdım. Düşüncelerimin sonu daima “Bu kitabı ben yazmış olsam nasıl yazardım? Kitabın adını ne koyardım? Kitap kahramanlarından birini hikayeden çıkarsam, yerine şöyle birini eklesem, olayların geçtiği yeri değiştirsem neler olurdu? Ya şöyle olsaydı? Ya da bu hiç olmasaydı?” gibi sorulara çıkardı ve ben kitabı okurken yaşadığım keyfi adeta ikiye katlardım. Hikayeden hikaye yaratır, eğlenir dururdum. Kimseye de anlatmazdım düşüncelerimi… Tamamen kendim için yazardım ve kendi içimde eğlenirdim yani. Şimdi de fark eden bir şey yok aslına bakarsanız. Çocuk olsam beğeneceğim, eğleneceğim, etkileneceğim kitapları yazıyorum. Kendi çocukluğuma yazıyorum. Kendi çocukluğuma da, çocuklara da yazarken çok mutlu oluyorum. Bu nedenle de çocuklar için yazıyorum.
2.Okuduğunuz ilk çocuk kitabı hangisiydi? Sizde ne gibi izler bıraktı?
Okuduğum ilk çocuk kitabı Cin Ali serisine aitti. Ama beni ciddi anlamda etkileyen ilk kitap Gülten Dayıoğlu’nun Suna’nın Serçeleri adlı kitabıydı. Kitabı harfi harfine hatırlamasam da, bende bıraktığı duygu inanılmazdı. İkinci ya da üçüncü sınıfta olduğum yılın kış aylarında evde hasta yattığımı ve çok sıkıldığımı hatırlıyorum. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu ve camdan bakınca atkıdan bereden yüzünü seçemediğim ama “Gelsene, kardan adam yapacağız” diye beni çağıran seslerinden tanıdığım arkadaşlarımı izliyordum. Doktor “Kesinlikle dışarı çıkmasın, iyice ateşlenir” demişti. Evde portakal suları, ıhlamurlar, ter bezleri ve yedek atletler havalarda uçuşuyordu. Bense “Sıkıldım ama” diye söylene söylene yatıyordum. O zamanlar çok kanallı televizyon, tablet, telefon yoktu elbette.
Annem kapak resmini hala hatırladığım kalınca bir kitap getirdi bana. “Çok güzel bir kitap dediler, istersen biraz oku. Belki can sıkıntın azalır” diye kucağıma bırakıp esti geçti yanımdan. Kitaba başladım, elimden bırakamadan, gözlerim uykusuzluktan çizgi olana dek okudum. Suna’nın durumunu kendime benzettim. Biraz kendime acıdım, sonra Suna’nın can sıkıntısıyla nasıl başa çıktığını takdirle karşılayarak devam ettim. Kahramanın hayal gücüne, hikayenin akıcılığına kaptırdım gitti kendimi. Hatta keşke ben de bir serçe olsaydım, Suna için bir hikaye de ben uydursaydım diye kurdum kafamda…
Bu soru ne iyi geldi bana, Suna’nın Serçeleri’ni bir de 40’lı yaşlarımda okuma isteği ile doldum inanın.:)
3.Bu kitabı keşke ben yazsaydım, dediğiniz bir kitap oldu mu?
Hiç düşünmeden söyleyeyim, Michael Ende’den Bitmeyecek Öykü… İlk okuduğum günden beri hem de… Umudu ve umutsuzluğu, karanlığı ve aydınlığı, dostluğu ve düşmanlığı, hayali ve gerçeği, çocukluğu ve olgunluğu, kahkahayı ve gözyaşını ve daha onlarca zenginliği aynı kitabın içinde bulduğumdan beri yani. Ne zaman okusam hayal kurduran, unutturan ya da hatırlatan, içimdeki rutini hop diye dürtüp beni harekete geçiren bir kitap. “Keşke ben yazsaydım” da diyorum bu kitap için, “Keşke hiç okumamış ve şu anda ilk kez okumak üzere ilk sayfasını çevirip başlamış olsaydım” da.
4.Çocuklara yönelik kitaplardan en son hangisini okudunuz? Kitapla ilgili düşüncelerinizi kısaca belirtebilir misiniz?
Geçtiğimiz 23 Nisan kutlamalarında, okul psikoloğu olarak çalıştığım üniversite anaokulunun tüm çocuklarına kitap hediye ettik. Hediye edilecek kitapların alışverişini yapma şansı da bana ait oldu. 50 kadar kitap seçtim ve seçmeden önce de yeni çıkanları ya da daha önce okumamış olduklarımı okudum elbette. Kedilere olan düşkünlüğümden olsa gerek, o kadar kitap arasından kenara ayırıp keyif yaparak okuduğum bir kitap oldu:
Galia Bernstein’den Ben Bir Kediyim…
Gözünü yukarı devirmiş bakan bir kedinin olduğu kapak resminden başlıyordu eğlencesi. Farklılıkları eğlenceli bir dille anlatması, “Ama aynıyız aslında” noktasına vararak güçlü bir mesaj vermesi ve bunu okul öncesi dönemdeki çocuğun diline, düşüncesine, mizah anlayışına son derece uygun cümlelerle sağlayabilmesi açısından sevdiğim bir kitap oldu. Çocukların hikaye dili kadar resim dilinden de etkilendiğini düşünürsek, çizimlerin de adeta konuştuğunu ve kedigillerin yüz ifadelerini teker teker inceleme isteği yaratıp günün kalan kısmını gülümseyerek geçirme garantisi verdiğini de söyleyebilirim.
edebiyathaber.net (16 Mayıs 2018)