Nobel ödüllü Olga Tokarczuk’un başyapıtı okurlarla buluştu: Yakup’un Kitapları

Mayıs 30, 2024

Nobel ödüllü Olga Tokarczuk’un başyapıtı okurlarla buluştu: Yakup’un Kitapları

Olga Tokarczuk’un Yakup’un Kitapları adlı romanı Everest Yayınları tarafından Neşe Taluy Yüce çevirisiyle yayımlandı.

Tanıtım bülteninden:

Polonyalı yazar ve aktivist Olga Tokarczuk’un 2014 yılında orijinal adıyla Księgi Jakubowe olarak yayımlanan romanı Yakup’un Kitapları, Neşe Taluy Yüce’nin özenli çevirisiyle Türkçeleştirildi ve Everest Yayınları aracılığıyla okurlarla buluştu. 

Kuşağının başarılı temsilcilerinden Olga Tokarczuk, yazın yolculuğu boyunca pek çok akademik araştırmaya ve makaleye konu olurken birçok önemli ödüle layık görüldü. 2018 yılında Nobel Edebiyat Ödülü‘nün sahibi olan yazar bu ödülü, ansiklopedik tutkuyla sınırların bir yaşam biçimi olarak aşılmasını temsil eden bir anlatı hayal gücüyle kazandı. Ödül komitesi, Tokarczuk’un eserleri arasından bilhassa, 18. yüzyılda geçen ve Avrupa tarihinde az bilinen bir bölümün zengin bir panoramasını sunan destansı tarihi romanıYakup’un Kitapları‘ndan çok etkilendiğini belirtmiştir.

Tokarczuk‘un altı yıldan fazla süren araştırmalarının sonucunda dünya edebiyatına kazandırdığı eseri Yakup’un Kitapları, 18. yüzyılda bazı Yahudilerin dinden dönerek Jacob Frank’ın dini önderliği altında yaşadıklarını konu alıyor: Frankistlerin gerçek imana “Tevrat’ı ihlal ederek ulaşılacağı” düşüncesiyle içinde yaşadıkları toplumun ahlak anlayışına ve Tevrat’a aykırı bir yaşam benimsemeleri ve bu nedenle bulundukları yerde barınamadıklarından farklı yerlerde, farklı dinlerin çatısı altına sığınarak önce Müslümanlığa, sonra Hıristiyanlığa geçmeleri ve cemaattekilerin Yakup’la ve birbirleriyle ilişkilerini güçlü bir anlatıyla aktaran kitap; İncil, Tevrat ve Kabala içeriği üzerine tartışmalara da yer veriyor. 

18. yüzyılda, Polonya’da genç bir Yahudi ortaya çıkar, Yankiele ya da Jacob Frank ya da sadece Yakup ya da… isimlerinin sonu gelmez, unvanlarının, hallerinin ve karakterlerinin de; ama o daima parlar. Önce Müslüman, sonra Katolik olur. Dinden dine dönenleri de “ışığa” üşüşen kelebekler gibi etrafına toplar. Yakup kâh büyücü kâh efendi, baba, ağabey, kardeş, kâh “sahte” peygamber kâh Mesih olur. Bir aşağılanır bir göklere çıkarılır, bir durulur bir gürler, bir sevilir bir nefret edilir.

Musevi, Hıristiyan, Müslüman geleneklerinin tümünden beslenen, 18. yüzyılın ortalarında dinler sahnesine bütün esrarıyla adım atan, etrafında topladığı cemaatle bugüne kadar dini tartışmaların odağında yer almış tarihi bir figür olan Yakup Frank’ın hikâyesiYakup’un Kitapları’nda Nobel ödüllü Olga Tokarczuk’un edebi dehasıyla unutulmaz bir romana dönüşüyor.

Yakup’un Kitapları, yeni dünyanın tehlikelerle dolu eşiğinden hem kendi zamanına hem de geleceğe aynı kusursuz dikkat,ihtiyat, bilgelik ve mizahla bakıyor.

“Sonbahar boyunca her gün insanlar geliyor, daha çok Eflak’tan ve Türk topraklarından ancak aynı zamanda Çernivtsi, Yaş ve hatta Bükreş’ten. Hepsi Osman sayesinde; dindaşlarını, özellikle de padişahın İslama dönmüş tebaasını getiren o. Onlar Podolyalı Yahudilerden biraz farklı. Tenleri daha yanık, daha canlılar, şarkıları da biraz daha hareketli ve dans etmeye hazırlar. Burada diller, giysiler ve kafalara takılan başlıklar karışmış durumda. Bazıları Osman ve kalabalık ailesi gibi sarık takıyor, ötekiler kürk kalpak, bazıları Türk fesi giyiyor, Kuzeyliler ise dört köşeli şapkalar. Çocuklar yeni oyun arkadaşlarını kucaklıyor, küçük Türkler Podolya’nın göletleri etrafında kovalamaca oynuyor, kış geldiğinde de birbirlerini buzun etrafında kovalıyorlar. Mahalleleri dar. Şimdilik küçük meskenlerinde çocuklarıyla ve tüm mallarıyla birlikte oldukça kalabalıklar ve çok üşüyorlar, çünkü Ivani’de tek sahip olmadıkları şey yakacak odun. Sabahları, küçük camlar baharın gelişine –yapraklara, tomurcuklara, otlara– masumca öykünen desenler çizen buzla kaplanıyor.”

“Şimdi gördüğü her şeyin […] kendi zihninden kaynaklandığı düşüncesi hem ürkütücü hem de aynı ölçüde çekici. Ya bunların hepsini biz hayal ediyorsak? Ya her birimiz, her şeyi farklı görüyorsak? Herkes yeşil rengi aynı mı görüyor? Yoksa “yeşil”, gerçekte her birimiz farklı bir şeye bakarken sırf iletişim kuralım diye tamamen farklı deneyimleri kaplayan bir boyanın bizim kullandığımız isminden başka bir şey değil mi? Bunun doğrulanmasının bir yolu yok mudur? Peki, gerçekten gözlerimizi açarsak ne olur? Ya bizi çevreleyen gerçeği, mucize eseri görseydik? Neye benzerdi bu?”

edebiyathaber.net (30 Mayıs 2024)

Yorum yapın