Daha önce basılmış bir öykü kitabı bulunan Uğur Mıstaçoğlu’nun ilk romanı İletişim Yayınları’ndan çıktı. İçeriğini merak ettiren bir başlığa sahip Noğmal, muhafazakâr tavırlarıyla dikkat çeken sıradan bir aileyi; bu ailenin bireylerinin kendilerine özel yaşantılarını, tutkularını, hazlarını ve acılarını, toplumca kabul görmüş “normların” dışında tutarak anlatmış.
Emlakçı İlhan Baba’nın direği olduğu aile dört kişiden ibaret. İşe yaramaz Bahadır, akıllı Duygu ve kocasına pervane Sabia. Her aile için monotonlaşan bir hayat onların da hayatı, elbette ilk sayfalarda. Çalışan bir baba var, askerden yeni gelmiş ve iş arayan bir oğul, ara sıra Merveler’de kalmak için izin istese de ailesine bağlı bir abla ve apartmandaki hiçbir komşu toplantısını kaçırmayan, yine de akşam yemeğini ve kocasını ihmal etmeyen bir anne. İşte böyle, dışarıdan normal görülen bir aile! Ancak herkesin sırları ve kendileri için tasarladığı hayatlar bu çekirdek ailenin önüne geçtiği zaman, bireyler de sıradanlığın bir adım ötesine geçiyor. Her adımlarında ailelerinden, hatta kendilerinden biraz daha uzaklaşıyorlar.
Bir anti-kahraman tasarlamış romancı. Noğmal’de meydana gelen tüm olaylar bir şekilde bu karakteri etkiliyor: Bahadır’ı. Yirmi dört yaşında, lise mezunu, ergenlikten tam anlamıyla sıyrılmayı becerememiş bir adam Bahadır. Eve kapalı kalmış ve aklı karışmış durumda. Tek arkadaşı da iç sesi Sadık. Babası ya da annesi ona fikir verebilecek durumda olmadıkları için o da kendi kararlarını bağımsız bir şekilde hayata geçirmeyi tercih ediyor. Türkçe edebiyatta çok sık rastlamadığımız bir kurgunun başrol oyuncusu oluyor böylece. Genelde bir anti-kahraman varsa onu yola getirmeye ya da yardımcı olmaya çalışan ve en az bir yönüyle “olumlanan” bir kahraman daha olur. Ancak Mıstaçoğlu, Bahadır’ı başıboş bırakmayı uygun görmüş ve bu başıboşluğun neticelerine de kitaptaki herkesi mahkûm etmiş.
Romandaki kadınların öyküleri de en az Bahadır’ınki kadar etkileyici. Duygu okumuş, modern kadın profili çiziyor; Sabia ve arkadaşı Mualla “normal” ev kadınları; Songül ise “şuh” sıfatına layık görülüyor. Tabii “acı” statüye bakmıyor; bu dörtlünün buluştuğu ortak bir hikâye aralarındaki duvarları yıkmaya yetiyor. Benzer duyguları besleyen kadınlar, romandaki erkeklerin aksine, birbirlerini ayrıştırmıyor ve genellikle iyi anlaşıyorlar. Ancak yazar bu birliği sanki biraz bozmayı amaçlamış gibi tüm felaketlerin alt yapısını onlara hazırlatmış. Kitabın sonuna geldiğinizde sorumluluğu kadınlara yüklemekten başka çareniz kalmıyor.
Cinsellik kitabın karakterlerinde bir saplantı haline gelmiş. Mutluluğun bir teminatı olarak görüyorlar bu olguyu, çok kafa yordukları için de tatmin edici duygular yaşamaktan çok uzaktalar. Tercihlere müdahale etmemeyi seçmiş romancı, karakterlere istedikleri hayatı bahşetmiş bir nevi. Ancak homoseksüel bir ilişki de mevcut ve sonuçları da biraz eleştiriye açık doğrusu…
Okumayı sekteye uğratmayacak bir akıcılık tercih ettiğini söyleyebiliriz Uğur Mıstaçoğlu’nun. Hacimli paragraflara, ayrıntılı betimlemelere ve uzun cümlelere sıkça başvurmuş olsa bile başarılı bir şekilde kullandığı ve muziplikle ördüğü dil sayesinde okurun edebi hazzına hitap edecek bir kitap çıkartmış ortaya. İşte ustalıkla kullandığı bu dili sayesinde de normal yaşamlar noğmalleşebilmiş.
Kurguya hâkim olan tek bir olaydan bahsetmek pek mümkün değil. Bu nedenle sıklıkla iç konuşmalara yer verilmiş ve bazen de bilinç akışı yapılmış. Yazar bu teknikleri kullanırken dilini yine ön plana çıkarmış. Karakterlerin ifade tarzları, onların dünya görüşü ve arka planları doğrultusunda şekillendirilmiş. Mesela İlhan’ın düşünceleri bir baba duruşuyla aktarılmış ya da Bahadır düşünürken genç bir adamdan beklenecek kelimeleri kullanmış; Duygu kadınsal güdülerini bir “kadın”ın dili ile ifade etmiş. Belki, zihnimizde kahramanların portrelerini tam anlamıyla canlandıramıyor olabiliriz, ancak akıllarından geçen her düşünce ve her plan aşikâr olduğu için yüzlerini çizemeyeceğimiz bu insanları kendimiz kadar iyi tanımaya ve anlamaya başlıyoruz.
Kitabın sonuna doğru aile “beklenmedik” bir noktaya geliyor. Hikâye, sayfa sayısı azalırken baş gösteren olaylar acıma, üzülme ve hatta tiksinme gibi birçok duyguyu beraberinde getiriyor. Sonuç karşısında cezayı kime keseceğiz? Gerçek suçlu olarak kimi ilan edeceğiz? İşler ne zaman bu noktaya geldi? Tüm bu sorulara cevap alınıp alınamadığı ise finalde aile ile vedalaşacak olan okuyuculara bırakılıyor.
Mensubu olduğumuz toplumda, bizimle birlikte yaşayan “ötekiler”in hayatını anlatıyor Noğmal. Empati kurabilecek herkesin kesinlikle soluksuz okuyacağı bir roman…
Ezgi Saniye Akyıldız – edebiyathaber.net (20 Şubat 2015)