Dört yeni öykü kitabı Notabene Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
Notabene Yayınları edebiyatı okurla buluşturmaya devam ediyor.
Hakan Sipahioğlu’ndan Kıyamet Ha Kıyamet
Hakan Sipahioğlu ilk öykü kitabıyla aramızda. Yazar, Kıyamet Ha Kıyamet’te bir ayağı küresel ağlarda, bir ayağı yaylalarda, İngilizceyi de memleketinin ağır şivesini de hemen hemen aynı yetkinlikle konuşan, tuhaflık derecesinde özgün bir kuşak üzerinden insanlık dramını anlatıyor. Yalnızca mekânsal değil, zamansal, kültürel ve ahlaki alanlarda da sınır geçişleri yaşayan, daima gezinti halinde olanların öykülerini. Modern ile geleneksel arasındaki sınırı insanla siliyor.
Hakan Sipahioğlu, dil yardımıyla bir yarık açıyor. Bize günümüz yaşamını eskimiş bir dille aktararak, dünle bugünü buluşturuyor. Adam Smith Müslüman oluyor, Muhittin bey kızı için kuş azat ediyor, oğul mirası değil miras oğlu devralıyor, “doğunun Paris’i” Paris’e kavuşuyor, kuramı olan züğürdün çenesi düşüyor, uyuyanlar gökdelenkondulara taşınıyor, denizden balık değil töre çıkıyor…
Çünkü sentez çelişkinin günahı, ayıbı… Çünkü yanlış yaşam doğru yaşanmıyor. Çünkü “Negatif Diyalektik” sahteyle barışmayı veya sahteye kanmayı değil, sahteyi açığa çıkarmayı bekliyor…
Güner Arslan’dan Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya
Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya Güner Arslan’ın ilk öykü kitabı. Yazar, çocukluğunun Yugoslavya’sına, Yugoslavya’dan Bozkır’a göç edenlerin dünyasını taşıyor bize. Bildiklerini, gördüklerini ve duyduklarını öykülere bırakıyor. Bir nevi geçmişe borcunu ödüyor. Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya, Tito dönemi Yugoslavya’sından Türkiye’ye uzanıyor bu yüzden. Güner Arslan on beş öyküyle, on beş farklı yaşamın tanıklığına soyunuyor. İnandıklarıyla yaşamları bir türlü uyuşmayanları, göçe zorlanıp köklerinden koparılanları; dinin ve milliyetçiliğin kanla böldüğü insanları anlatıyor.“Biraz kurgu, biraz gerçek. Hepsi bizim hikâyemiz. Başka nesillere aktarılsın diye…” diyor yazar kitabın önsözünde.
Fulya Bayraktar’dan Bana Öyle Tuhaf Bakma
Bana Öyle Tuhaf Bakma, Bayraktar’ın ikinci öykü kitabı. On üç öykü birbiriyle tuhaflık imgesiyle buluşuyor. “Çünkü olağan hayatların içinde sıradan günler yaşayan insanların ufacık fark edişleri, küçücük isyanları, sessiz serzenişleri bile onları ‘tuhaf’ yapmaya yetiyor. Oysa tuhaf da insan coğrafyasında bir ülke. Öykülerde, tuhaf görünmekten çekinen, çekinmeyip olabilecekleri göze alan, bozkırın sıkıcı yaşamına sığamayan insanlarına dokunuyoruz. Fulya Bayraktar, gri bir kentin bürokratik, soğuk ve boğuk atmosferinde, istemedikleri bir yaşam süren, çoğu kez de bunun farkında olan insanları anlatıyor. Her biri bize tanıdık gelen kahramanlarına, ‘Bana Öyle Tuhaf Bakma’yın dedirtiyor. O anda biz tuhaf gözlerle bakıyoruz onlara… Çünkü yazar bize ricasını tersinden sunuyor.”
Mehmet Sait Taşkıran’dan Büyük Umutlar Müzikholü
Büyük Umutlar Müzikholü, Mehmet Sait Taşkıran’ın ikinci öykü kitabı.
“Evsiz barksız kalmış kara paltolu, kasketli adamların gölge olup gizlendiği çayhaneler; yazgısına boyun eğip her gece ölüleri aydınlatan fenerci; yangın yeri Suriçi’nde camgüzeline sarılarak hayatta kalan Meryem; zulümden kaçıp şemse, aya, yıldızlara sığınan Ezidiler… Beton yığını İstanbul’u saran umarsız güvercin ağrısı ve Şeytan Dağları’nın, Karacehennem Ormanları’nın ortasında hayallerin, özlemlerin renkli disko topu etrafında döndüğü Büyük Umutlar Müzikholü… Hepsi de büyük bir kentte, gökdelenlerin arkasına saklanıp tan kızıllığında ortaya çıkan sıska, kısa boylu bir sancaktarın taşıdığı haberlerle yüklü sarı defterlerin içinde var oldular…
M. Sait Taşkıran’ın ilk öykü kitabı Yıldızlı Gece’de, doğanın hükmüne, zemheriye boyun eğerek yaşama tutunmaya çalışan insanların varoluş evrenine tanık olmuştuk. Büyük Umutlar Müzikholü’ndeyse hem geçmişin silinmeyen izlerinden kurtulmaya çalışan hem de yaşamakta olduğumuz toplumsal dönüşümlerin ortasında benlik arayışında olan bireylere tanık oluyoruz.”
edebiyathaber.net (19 Mart 2019)