Esmé Weijun Wang’in, Bilgi Yayınevi tarafından geçtiğimiz Nisan ayında yayımlanan romanı Cennetin Sınırı, bir ailenin üç kuşağını anlatıyor. Romanda olaylar 1935 yılında başlıyor, 1972’de sona eriyor. Anlatı ivmesini David Nowak’ın kişisel tarihinden alıyor. Ergenliğinden itibaren nevrozlarıyla baş etmeye uğraşan David’i ebeveynleri ve Marianna ile ilişkilerini anlatırken tanıyoruz. Karısı Daisy ile çocukları William ve Gillian’ı da hikâye ilerledikçe. Roman sanatında sıkça gördüğümüz bir yöntemle, karakterler bize hem kendilerini hem de kendi bakış açılarından birbirlerini anlatıyorlar. Marianna ve kardeşi Marty, tamamlayıcı anlatıcı karakterler daha çok. Bu roman Wang’in bir başka çalışması “Şizofreni Üzerine”yle (otobiyografik deneme kitabı) birlikte okunmalı desek yeri var. Zira Wang’in kurduğu dünyayı daha iyi anlamak için onun fiziksel acılarından haberdar olmak gerek. Yazarın ilk gençlik yıllarının travmalarını, peşini bırakmayan hastalıklarını bilmek gerek.
Tayvan’dan ABD’ye yirmili yaşlarında göç eden Wang’in ebeveynleri, ona eğitimin öneminden bahsederek elinden gelenin en iyisini yapması gerektiğini söylemişler. Evdeki kaos ortamına rağmen üstün başarısını belgeleyen lise diplomasını elinde tuttuğu sıralarda, vücudunda o ellerle açtığı kesikler varmış. Kaliforniya’dan ayrılmış Wang. New York yakınlarındaki Yale Üniversitesi’ne kabul edilmiş. Yale’e kayıt yaptırmadan hemen önceki aylarda, bipolar bozukluğu teşhis edilmiş. 2002 baharında, Yale Psikiyatri Enstitüsü’nde tedavi görmüş (*).
Bir Aile, Nevrozlar
“Tanıdığım diğer çocuklara benzemediğimi de, olmadığım biri gibi davranmak konusunda pek iyi olmadığımı da çok erken yaşlarda anlamıştım.” diyor bize David daha romanın ilk sayfalarında ve bir itirafta bulunurcasına. David’in küçük yaşlarda oyuncaklarıyla kurduğu bağ o kadar güçlüdür ki her sabah ve akşam giydirir onları. Bu ritüeli yarım bırakacak olsa kendini de yarım kalmış hisseder. Bir otel odasında intiharı düşünürken karşılaştığımız David, dönüp de bize çocukluğunu anlatırken nevrozların tam da o sıralarda ortaya çıktığını söyleyiverir. Ergenliğe yaklaştığında ise uyku problemleri baş gösterecektir. Geceleri uyuyamadığından sürekli yorgundur. Okulda notları düşer. Anne ve babasından takma isimlerle bahseder bize: Matka ve Ojciec. Nowak’lar Polonya kökenli Katolik bir ailedir. Her Pazar kiliseye giderler. Ojciec’in, babasından kalan ve işlerini tam bir titizlikle yürüttüğü piyano fabrikası sayesinde ailenin hali vakti yerindedir. Ama parçalanma, büyük badirelerin atlatıldığı II. Dünya Savaşı ertesinde başlar. David bir tür hastalığın, ta derinlerde bir yerlerde büyümekte olduğunu fark etmiştir. Kısa süre sonra babası kalp krizinden ölür, münzevi annesi Matka bu acıyla baş etmekte zorlanır. David o günlerde, mahalleye yerleşen Orlich ailesinin kızları Marianna’ya âşık olur. Orlich’ler zengin Nowak’ları kurtuluş kapısı sayarlar. Fakat David babasından miras kalan piyano fabrikasını satar satmaz Orlich’lerin beklentilerini karşılayamayan birine dönüşecektir. Marianna şehirden uzaklaştırılır. David Tayvan’a gider, orada Jia Hoi’yle (sonraları Daisy) tanışır, kısa bir süre sonra birlikte Amerika’ya dönerler, evlenirler. Kuzey Kaliforniya’da Polk Vadisi’nde gözlerden uzak yaşarlar.
David Amerika’nın ücra bir köşesine taşınmaya nasıl karar verdiğini bize şöyle anlatıyor: “bu yeri arabanın torpido gözünde duran Mc Nally haritasından rastgele seçmiştim. İçgüdüsel olarak dünyanın bizi nasıl algıladığı konusunda endişeliydim, o yüzden taşrada huzurlu bir şekilde yaşayabiliriz diye düşünmüştüm. Kasabada tekrar tekrar yapılan anketler, burada en fazla iki siyahi ve bir doğulu ailenin yaşadığını gösteriyordu.”
Nevroz ve psikozlardan muzdarip kişilerin dünyasında iyi ve kötü günler sarmala benziyor, döngüsel olarak birbirlerini takip ediyorlar. Wang’in üslubu, akıl hastalığının acılarla dolu evrenini çok dokunaklı alanlara açıyor. Nöbetler sırasında sanki o bildiğiniz, tanıdığınız gerçeklik yok oluyor, bir başına kalıyorsunuz. Kişiler, nesneler başka birtakım şeylere dönüşüyorlar. (Wang Şizofreni Üzerine adlı eserinde, psikoz dönemlerinde kaç defa kocasının bir robot olmadığını kendine hatırlatıp durduğundan bahseder).
David’in hastalığıyla ilgili olarak doktorlarla görüştükten sonra ulaştığı sonuç şöyle: “bana sundukları seçenekler psikanaliz, elektroşok tedavisi ya da ilaçtı. Hepsinin de tedavi edici özelliklerinden daha fazla yan etkileri vardı. Bu durumla baş etmenin öğretilebilen bir yöntemi yoktu.”
Flannery O’Connor ve Wang
Cennetin Sınırı, Flannery O’Connor’ın Zorbaların Elinde adlı romanıyla gerek temaları ve gerekse karakterlerinin yakınlığıyla benzeşiyor. Yalnızlık, terk edilmişlik, öfke, yangın, ateş, korku, çaresizlik her iki anlatının da dokusuna işlemiş. O’Connor’ın romanında, başat kahramanlarımız Francis ve Rayber, yaşamının dört yılını akıl hastanesinde geçiren yaşlı Tarwater’ın yakın akrabalarıdırlar. Yıllar öce Rayber’ı alıkoyan ihtiyara göre okuldan paçayı sıyırmak seçilmişliğin en kesin işaretidir. Neden sonra babasının ihtiyarın elinden kurtardığı Rayber geçinmek için öğretmenliği seçer. Francis ise bebekliğinden ergenliğine, Tarwater ölene değin onun gözetiminde kalacaktır. Yaşlı adam seksen yaşında göçüp gittiğinde Francis’in önünde tek bir yol vardır: dayısı Rayber’a ulaşmak. O’Connor, Francis’le Meeks’in konuşmalarında bu kararın arka planını bize verir: “Niyetim bekleyip neler olacağını görmek” der oğlan; “ya hiçbir şey olmazsa” diye yineler Meeks. “O zaman ben bir şeyler olmasını sağlarım,”der oğlan “Harekete geçerim.”
O’Connor’ın dilinde, kahramanlarının bir başınalıklarından, onları dönüştüren uğursuz şeylerden “kurtulamayacak”larını, başkaları tarafından da kolay kolay “kurtarılamayacak”larını ima eden bir yoğunluk vardır. Sözcüklerle açığa vurulan o puslu kayganlık okuyucuyu şok eder. Aynı şey Wang’in dilinde de sezilir. Üstelik birini ikisini değil karakterlerin neredeyse tamamını takip eden olaylar zinciri bu tekinsiz kaygan zeminde ilerler. Öte yandan Wang’in, O’Connor’ın kaleminden önemli farkı taşıdığı erotizm. -Gillian ve William arasındaki ensest bir yana- anlatıdaki erotizm, tıpkı yükselirken bir yandan da havaya karışan duman gibi hikâyeye yayılmış.
David ve Daisy’nin çocuklarıyla sürdürdükleri, inadına dışa kapalı yaşamları, onları toplumsal bir amaca, bir uğraşa ait kılacak işlevsellikten uzaklaştırır. Gillian’ın pılını pırtısı toplayıp evden ayrıldığı gün trende tanıştığı Randy, bize Zorbaların Elinde’nin Rayber’ını hatırlatır. Marianna ise tıpkı Rayber’ın Francis’e yardım etmek için çabalaması gibi Gillian’a yardım etmek ister. Ama her iki romanda da kaçamadığımız bir kederle algıladığımız şey, gençliğe özgü o kıpır kıpırlığı; yaşama, iyi bir şeylerin gerçekleşeceği umudunu taşıyarak sarılma halini bu çocuklarda göremeyişimizdir. Aksine yaşamla onlar arasında koca bir mesafe vardır. Gillian da Francis de, hayata dair o kadar çok şeyi kaçırmışlardır ki dünyanın gerçekliği ile kendi gerçeklikleri arasında dev bir yarık oluşur. Bu yarığın itelediği adacıklarında mahsur kalırlar.
Nur İçinde Yaşamak
Hayatımıza anlam yükleyebilmek için sıra dışı işlere imza atmamız gerekmez. Hatta ve hatta, Montaigne’e atıfla diyebiliriz ki her yerimizden sızdırsak bile kendimizi yaşamın güzelliklerini takdir edebilecek iç görüyle donatabilmek en önemli işimize dönüşebilir de. Belki bu nedenle kendi düşüncelerimize, kaygılarımıza, zevklerimize dair bir şeyler bulduğumuz filmleri izlemeyi, romanları okumayı tercih ediyoruz. Çünkü onlara dokunacak kadar yakın olmamız, perdeye veya sözcüklere kendimizle ilgili sızan şeyleri algılamamızı/anlamamızı kolaylaştırıyor. Peki ya Wang’in romanında -ve O’Connor’da da- bizi derinlemesine etkileyen yapının çok daha başka karakterlerle temsil edilmesine ne demeli? Nitekim bu romanda/romanlarda tecrit halindeki bireylerin içinde bulundukları çıkmazı hayal etmekte zorlanıyoruz. Bu çıkmazın metaforik karşılığı her okuyucu için çeşitlenebilir. Bana göre anlatıyı bu denli sarsıcı kılan şey yaşamın kıyısında duran karakterlerinin kapsayıcılığı. Zira sistematik şiddetten, göçlerden, yoksulluktan kaynaklananları başta olmak üzere günümüzde, bireysel veya kitlesel trajedilerden ötürü yaşamın kıyısında duranlarımızın sayısı hızla çoğalıyor.
(*) Bknz: Yazarın hastalıklarını ayrıntılı olarak anlattığı kitabı Şizofreni Üzerine, Wang, Esmé Weijun, Çev: Sevim İrem Alkılınç, Bilgi Yayınları, Nisan 2021, 1. baskı
Tırnak içi alıntılar için bknz:
Cennetin Sınırı, Wang, Esmé Weijun, Çev: Gonca Aygün, Bilgi Yayınları, Nisan 2021, 1.basım, sırasıyla syf.18, 103, 109.
Zorbaların Elinde, O’Connor, Flannery, Çev: Püren Özgören, Everest, 1.baskı, 2016, syf.75.
Hatice Balcı – edebiyathaber.net (29 Haziran 2021)