Magnum Fotoğraf Ajansı, tarihin belgelemekle yükümlü çocuklarının içine ihtiras, ideolojik ayrılıklar ve birçok delilikle bezenmiş hikâyesiyle Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan Russell Miller imzalı Magnum – Efsanevi Fotoğraf Ajansının Hikâyesi isimli kitapta belki de bir itiraflar zinciriyle kendini açık ediyor.
Bazı fotoğrafçılar fotoğraf çekerken şu malum ‘basın mensupları’ konulu mizansenlerin çok ötesinde bir şeyi ifade ederler: Onlar insanlık ulusuna mensup, muktedire değil hakikate taraf, evrene dair üçüncü gözlerdir. Üstelik ne sesleri vardır, ne kalemleri. Tek bir fotoğrafla, sayfalara dökülecek o hakikati, tüm o savaşların, acının orta yerinden haykırıverirler.
Bu haykırma görevini fotoğraf tarihine yazılacak biçimde benimsemiş olan bir ajans ise, bugün eline fotoğraf makinesi alanların hayali olmanın ötesinde, fotoğrafın tarihini de sırtında taşıyor. Magnum Fotoğraf Ajansı, tarihin belgelemekle yükümlü çocuklarının içine ihtiras, ideolojik ayrılıklar ve birçok delilikle bezenmiş hikâyesiyle Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan Russell Miller imzalı Magnum – Efsanevi Fotoğraf Ajansının Hikâyesi isimli kitapta belki de bir itiraflar zinciriyle kendini açık ediyor.
Kitap daha önsözünde kendini anlatıyor. Ajansın konuşmayı kabul eden fotoğrafçılarının beyanlarına dayanan kitap, dışarıdan bu kadar “kutsal” ve “dokunulmaz” görünen bu fotoğraf çevresinin, kuruluş amacından günümüzdeki konumuna yolculuğunu tartışmacı olmak yerine gözlemci olmayı yeğleyen bir anlatımla sunuyor. Miller, konuşamadığı isimleri tartışmaya açık bırakırken, suçlayıcı bir tavıra izin vermiyor; ancak ajansın ekonomik yapısı ve yönetim politikalarına yönelik eleştirelliğini kitap boyunca hiç yitirmiyor.
Bilmediğimiz Magnum
100 yıllık ömrü 4 ocakta sona eren, Marilyn Monroe’nun fotoğrafçısı olarak bilinen Eve Arnold’un da dahil olduğu Magnum, 1947’de Robert Capa, David Seymour, Henri-Cartier Bresson ve George Rodger tarafından kurulan ajans bugün bile gazetecilik dendiğinde akla gelen ifade ve çalışma özgürlüğü gibi sorunlara çözüm olma iddiası ile kuruldu. Magnum’u kıymetli kılan ise efsanevi fotoğrafçıların şöhret ve prestijlerine sahip olmaları sürecinde onlara özgürlük ve çalışma alanı sağlaması oldu. Yine de bu özgürlük alanının, ajansın farklı dönemlerinde farklı yönetim politikalarıyla kısıtlandığını hatta mesleğin ve başarının yer yer etiğin önüne konduğuna da kitap boyunca sıkça tanıklık ediyoruz.
Kitap boyunca, Magnum’a dair anlatılan özgürlük masallarının ardında aslen ne kadar sert bir ahlâk felsefesiyle örülü bir yapıya dair anlatılar olduğunu görüyoruz. Dahası, kâr ilişkilerinin Magnum’dan da pek soyut olduğunu söyleyemeyiz.
Magnum, bir fotoğraf ajansı olmanın ötesinde bir ‘bilgi ağı’ydı. Özellikle televizyon öncesi II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Magnum fotoğrafçıları, en ulaşılamaz yerlere ulaşıyor ve dünyada savaş sonrasında oluşan bilgi açlığını doyuruyorlardı. George Rodger’ın 1949 yılında Güney Sudan’da, kabile mensuplarının arasına karışıp onların hayatlarını fotoğraflaması, o günün koşullarında çok cesur ve önemli bir adımdı. Kitapta bu ve benzeri insanî adımları okurken bir yandan da magazinel bir mecra olarak Magnum’u keşfediyorsunuz. Öyle ki Magnum’un da sektörel ve duygusal ilişkiler ağında, özellikle de egonun böylesine önde olduğu bir alan olarak kendi çöküş ve çıkışlarını yarattığını görebiliyoruz.
Belki de kitabın ruh hâlini ve Magnum’u en iyi anlatan tanımla bitirmekte fayda var: “Bazen, tamamen şaka yollu olmayarak, dünyanın çeşitli yerlerinde her an 500 fotoğrafçının Magnum’a girmek ve 50 fotoğrafçının da çıkmak için can attığı söylenir. Bu tam olarak bütün gerçeği yansıtmıyor olabilir, fakat Magnum’un içeriden ve dışarıdan algılanılışındaki farklılığı yansıttığı kesindir.”
Yazan: Sarphan Uzunoğlu – Taraf (16 Şubat 2012)
Sarphan Uzunoğlu’nun yazısını agorakitapligi.blogspot.com sitesinden alıntıladık.