
Okumakla kurduğumuz o tamamen bize özel bağı nasıl tanımlıyoruz?
(Soru, herhangi bir soru, doğası gereği asla tekil kalmaz. Hemen ardından yepyeni kümeler sökün edecektir. Kaçınılmaz üreyişi sözün-anlamın. Mesela şimdi, tam da şu an: Bize özel bağ derken?……..)
Kimseye bahsini bile tam olarak açamayacağımız o nadide kitapla aramızda kurulan; sadece bize has, bize ait, tekrarı mümkün olmayan deneyimi; oradan doğan ve kimseye devredilemeyecek bağı soruyorum.
(İşte böyle; sormak aşındırıyor kesinlikleri. “Bağlı”, “özel”, “ait”, “has”…… Tabii ki öyle, bize bağlılar ve tabii ki değiller; hiçbir aidiyet atfedemeyiz kitapla ilişkimize.
Neden?
(Artık anonim saflardayız. Okuyuşumuzun saklı kudretinden devşirdiklerimiz, etkileşime girdikleri an başka bir metne-yapıta dönüşmeye hazır hale geleceklerinden —nihayete ermese de bu potansiyelle donatılmış tabiatları gereği— yaratıcı alana dahil olurlar. Ve orada ne “bağlı”lık bulunur ne de “özel” diye tanımlanacak herhangi bir özne-nesne.
Yazacağımız da mı bize ait değil?
(Boşluğa ait olabilir(iz) ancak.)
Boş alan neresi?
(Kudretlerin birarada eğleştiği muhteşem düzlem. Anonim üs. Herhangi bir alanda ille bir mertebe söz konusu edilecekse; onun cisim bulacağı yurt. Anonimlik olabilir ancak. Bir anda ego duvarları, sağlamlığı göze sokulan her türden ka(ska)tılık silinir. Hem içeriden hem dışarıdan. Form erir, kaynağa dönüşür orada; öz’e, hammaddeye, cevhere………)
Okumalarımızın da kendine has karakteri, tabiatı, derinliği; dokusu-tonu-rengi-edası vb. olabilir mi?
(Uzağa gitmeye gerek yok. Okuyuşumuzun üzerinden çok yıllar geçmişse bile —biz öyle sanmış olmayalım— yakınımızda büyüsü. Kapağının kapatılmasıyla bitmez; okumalarla, anlamlandırmalarla, çözümlemelerle vb. tükenmez biricik kitaplarımız. Nasıl kaplamışlardır yanımızı yöremizi bucağımızı. Kendilerine duyduğumuz ayrıcalıklı sevgiden; onları okuduğumuz keyifli zamanlardan; o buluşmalarımıza yüklediğimiz kutsiyetten sözediyorum. Kimbilir belki de salt keyiften söz açmak tuhaf. Belki hüzün, acı, neşe, korku, ürperiş, heyecan, haz, kalp çarpıntısı eşlik ediyordu bize o sırada. Ama ayrı ayrı da değillerdi sanki; silinmiyorlardı. Sanki her duygu biraraya gelerek demlenip, mayalanıp kendiliğinden oraya varıyordu sonunda: Keyfe. O hatıra parantezine.
Hatırlamak mümkün mü her sözcüğü?
(O kitaplar, sadece içerdikleri sözlerden ibaret kalsalar, çoktan unutulup gitmişlerdi. Oysa şimdi zihnimizin-bedenimizin-görünür-görünmez ruhsallığımızın ayrıcalıklı köşelerindeler. Hem bizden içre hem ötemizde. Yayılmaktalar denetlenemez biçimde. Biz değil miydik herbirini sorgusuz sualsiz baştacı eden; sessiz sedasız eklenmediler mi bize. Adlarını, konularını, sözcüklerini unutsak ne gam. Üstelik bir yandan farkındayız: Ne kadar az sayıları. Ne geniş yayılışları.)
Çelişki yok mu bunda?
(Çelişki diye yansıyan saf bütünlük aslında.)
Okuma eyleminin röntgeni çekilebilir mi?
(Daha ötesi mümkün. Derin okumalarda, o yakın temasta sadece görüntüyle sınırlı kalmayan aktarımlar yansıyacaktır bize. Duyumsallığın biçimle hemhal oluşu. Cinsel-doku(n)sal nitelikleri de yok değil sanki. Kavramın dile geldiği an silindiği; bununla kalmayıp hızla başka bir türle birleşip yeni canlara hayat verdiği yerlerdeyiz artık. Tarifi manzarayı aşar gider. Yaratıcı alanda(n) boy atıp hayat bulacaktır.)
Okumanın doğumundan mı sözediyorsun?
“Okuyuşu okumak doğumdur” deyip çekilirdi muhtemelen tepemizde uçuşan ve az konuşmayı şiar edinmiş bilge bulutlar. Sırrı sorsak “Hayat Kitabı” diye mırıldanırlardı en fazla. Bazı bilgiç bulutlarsa eksik kalmazdı elbet. Çağrılmadan gelir onlar. Bir anda tepemizde biterler. Çeviklikte üstlerine yok. Kasıntı halleriyle kara kara alıntı yağmuruna tutarlardı soru yönelteni. Öyle ki bir noktadan sonra akıl suyu ister istemez bulanır. Onlardan yaka silken genç bulutlar duracak mı. Delikana yaraşır mı atalet. Şükür, yetişirler imdada. Çok yaşasınlar; bir anda nerede nasıl bilinmez, buluşup-birleşip sökün eder; bomba misali dolu yağdırmaktan, garabeti püskürtürken ne çevik ne maharetli olduklarını göstermekten geri durmazlardı.)
Okuyuşumuzun coğrafyasında devinirken bu benzersiz eylemin tekilliğini ayrı bir varlık misali duyumsamanın vaatleri ne olabilir?
(Yazılanların bizdeki etkisi, soluğu binbir yüzle-formla hayat bulmakta gecikmeyeceğinden içimizde coşan ırmaklar bunları kendiliğinden yazdıracaktır bize. Beden bul(a)mamış o kitaplar ırmakların zahmetsizce denize varışı gibi eklenecektir Hayat Kitabı’na. O kılcal damarları hücre hücre birleştiren, hayatın iç yüzeyidir; nüfuz edilemeyeceği sanılan görünmezliklerdir.)
Okuyuşumuz zamandan-mekândan, içinde bulunduğumuz andan; bizi saran, o çoğu zaman açıklanamaz aura’dan soyutlanabilir mi?
(Çokboyutlu hayatlar sürmek yazgımızsa, belirişimiz kâğıt yüzeyine yapışık değilse; yapıp ettiklerimiz de çokboyutlu olacak elbette. Kaçınılmaz çiçek açışı yaratıcı alanın. Ancak nesneyi, duyumsayışı, muğlak belirişleri birbirinden ayırmadan; özenle, şefkatle, sahici ve samimi ilgiyle kat kat algılayarak ulaşabileceğiz o bereketli topraklara.)
Algımızı bir yandan da benliğimizi saran, nüfuz edemediğimiz, ulaşamadığımız, belki varlığına pek de kafa yormadığımız o dip evrene çevirsek; oradaki devinimi duyumsar mıydık?
(Sadece dışarıda sanıyorsak aldanıyoruz; okyanuslar, dağ dorukları, kuytular, kraterler, durgun göller, mağara duvarları, ıssız patikalar, su birikintileri, çamur, balçık, talaş, gökkuşağı, yakamoz, kuzey ışıkları ve dahası dahası dahası……… içimizde. Hem yerleşik hem göçebe üstelik.)
Acaba o yaşantı nasıl eşlik ediyor okuyuşun kimyasına?
(Sismik veriler hep sarmaşdolaş. Ama hayret edilecek şey: Hiç düğüm yok. Birbirlerinin yoluna çıkmadan hece hece işlenirler yaz(ıl)mak üzere bekleyen(in) satırlar(ın)a.)
Tesiri kalıcı olur mu?
(Hiçbir şey yerinde durmadığından haritası çizilemiyor o yaşantıların. Tesir dönüş(üm) halinde ekleniyor oluşa. Ancak düzenli kayıt tutanlar için durum farklı. Nadirliğini duyuran kitaplar çekmiş fotoğrafını. Sonra da geçip gitmiş onları yazanlar.)
edebiyathaber.net (20 Mart 2025)