Söyleşi: Zeynep Bilgin
Yazar Oğuz Akay ile Destek Yayınlarınca yayımlanan “Tek Kadın Latife” adlı kitabı üzerine söyleştik.
Bugüne kadar Latife Hanım için yazılmış birçok yapıt var. Sizin yapıtınızın ötekilerden ayıran en önemli özellikleri nelerdir?
Latife Hanım’ın arşiv belgelerini okuyup inceleyen Ordinaryüs Profesör Reşat Kaynar, bu belgeler için, gerek devrim tarihimizin gerek Cumhuriyet tarihinin gerçek belgelere dayanması yolunda başlıca vazife görecek niteliktedir, demiştir. Bu belgeler incelenmeden Cumhuriyet tarihinin yazılmasının mümkün olmadığını söylemiştir. Cumhuriyet tarihinin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu da, bir gazeteciye, “Latife Hanım kendini tanıtamadı, onu anlayamadılar,” demiştir. Gerçekte de, Latife Hanım yeterince anlatılamamış ve anlaşılamamıştır.
Latife Hanım’ın arşiv belgelerini okuyup incelemiş olan bir uzman bilirkişinin vardığı bu kararı çok anlamlı buluyorum. Bu anlamda, Latife Hanım’ın tanıklığında Cumhuriyet tarihini gerçek yönleri ile anlatmayı ve Latife Hanım’ın da hak ettiği anlamda anlaşılmasını istiyordum. Bugüne kadar anlatılmamış bir şekilde ve kapsamda olması gerekiyordu bu çalışmanın. Bu da uzun ve titiz bir çalışmayı gerektiriyordu.
Mustafa Kemal, Latife Hanım ile karşılaştığında ondan etkileniyor, tanıdıkça ona hayranlık duyuyor ve bu durum evliliğe kadar gidiyor. Benim için güzel bir yola çıkış noktasıydı bu… Latife Hanım’ı, Mustafa Kemal ile birlikte tanımak daha da anlamlı olacaktı. Bu tanıma süreci nasıl gelişti ve evliliğe nasıl karar verdiler?
İzmir zafer günlerinde, Beyaz Köşk’te, geceleri baş başa, uzun uzun konuşuyorlar. Tam dört gün sürüyor bu konuşmalar. Duygusal olmayan, daha çok memleketin geleceği ile ilgili sohbetler yapıyorlar. Mustafa Kemal, bu sohbetlerde tanıyor ve anlıyor Latife Hanım’ı. Tabii onunla birlikte biz de tanıyoruz. Edebiyat, sanat, felsefe, din ve daha birçok konuda konuşuyorlar. Birlikte müzik dinliyor, şarkı söylüyor ve dans ediyorlar. Fikir teatisinde bulunuyorlar. En çok da kadın meselesi üzerinde duruyorlar. Ortak idealleri olduğunu keşfediyorlar. Fikir birliğine varıyorlar. Bu sohbetlerin sonunda karşımıza çıkan Latife Hanım’dan etkilenmemek mümkün değil…
Latife Hanım’ın, on dört yaşından itibaren kendisini kadın meselesine adadığını görüyoruz. Memleketindeki ve dünyadaki kadın hareketlerini ve kadın haklarının gelişimini araştırıyor, inceliyor. İlkçağlardan itibaren, tarih öncesindeki kadını ve kadının rolünü, bütün dinlerdeki kadını araştırıyor, inceliyor. Daha henüz on yedi yaşında iken, bu araştırma ve incelemelerinin sonucunu ortaya koyduğu çalışmalarını hazırlıyor. “Müslüman Kadın Nasıl Olmalıdır?” diye bir etüt hazırlıyor. Böylece, Latife Hanım’ın genç kızlığından itibaren kendini geliştirme sürecine yakından, adım adım tanık oluyoruz. Fikirlerini, ideallerini daha ayrıntılı bir şekilde öğreniyoruz.
Sonunda karşımıza, yaşadığı zamanın çok ilerisinde bir kadın çıkıyor. Öyle ki, Mustafa Kemal’in çevresindeki erkeklerin de daha ilerisinde… Latife Hanım’ı gören, onunla konuşan Batılı gazeteciler, yazarlar, diplomatlar hayranlıkla izliyorlar onun tavırlarını ve kendilerinden geçerek dinliyorlar anlattıklarını.
Sosyal hayatta kadının var olmadığı Osmanlı’da, bir genç kızın kendisini nasıl yetiştirip geliştirdiğini görüyoruz bu romanla. Bu anlamda, gençler için bir kişisel gelişim işlevine de sahip olduğunu düşünüyorum kitabın. Eğitim ve öğretimin olmadığı, olsa da yeterli olamadığı bir zamanda, bir genç kız, alternatif bir eğitim ve öğretim ile kendisini yetiştirebiliyor; hatta çağının ötesine bile geçebiliyor. Bunların tümü, yüz yıl öncesinin şartlarında gerçekleşiyor. Bugün için bu durumu sağlamak daha da kolay… İnsanın kendisini yetiştirebilmesi, geliştirebilmesi, her şeyden çok kişinin kendi ellerinde…
Bu kitabın diğerlerinden farklı diğer bir yanı da; Latife Hanım ile birlikte kadın meselesine dahil oluyoruz. Yaptığı çalışmaların sonucunda, “kadın”ı daha iyi tanıyoruz ve anlıyoruz. Yerini, rolünü ve önemini görüyoruz. Latife Hanım’ın bu konudaki görüşleri, Mustafa Kemal’inkilerle aynı… Latife Hanım’ın kadın konusunda ideallerini oluşturduğu genç kızlık yıllarına denk gelen yıllarda, Mustafa Kemal de aynı görüşlere ve ideallere sahip. Bunu, Sofya’daki hayatından, Diyarbakır’da ve Karlsbad’da tuttuğu günlüklerden de biliyoruz. Nitekim bunlar, Latife Hanım ile baş başa konuştukları uzun sohbetlerde hep ortaya seriliyorlar.
İzmir’in işgali sırasında İstanbul’da yapılan protesto mitinglerinde bir kız öğrencinin söylemiş olduğu söz, Latife Hanım’ı derinden etkilemiştir: “Kim demiş bir kadın küçük şeydir. Bir kadın belki en büyük şeydir.” Milli Mücadele dönemindeki hizmeti ile görünür olmaya başlayan kadının, özgürleşmeye ve haklarını elde etmeye başlamasının da bir mücadelesidir bu roman.
Latife Hanım ile ilgili bugüne kadar yayımlanmış, anlatılmış kaynakların yanı sıra, yayımlanmamış ve anlatılmamış birçok anı, anlatı ve bilgi de yer alıyor bu kitapta.
Kitapta yer alan her konuyu, birden çok kaynaktan doğrulayarak yazdım. Yazılmış olan her şeyin doğruluğu ispat edilmiştir. Bu anlamda, tarihsel gerçeklerin yer aldığı, romanize edilmiş bir çalışma olarak nitelendiriyorum kitabı. Romansal tarih…
Latife Hanım’ın küçük yeğeni Sayın Mehmet Sadık Öke ile yaklaşık yedi yıllık bir dostluğumuz var. Bu süre içerisinde birçok sohbetimiz ve çalışmalarımız oldu birlikte. Kimi boşlukları birlikte doldurduk, eksikleri birlikte tamamladık… Bu kitabın hazırlanma süresinde çok büyük desteğini gördüm. Sizin aracılığınızla bir defa daha teşekkür etmek istiyorum kendisine.
Dört yıllık titiz bir çalışma sırasında karakterlerin sizi zorlayan yanları var mıydı? Varsa nelerdi?
Bugüne kadar Latife Hanım ve hayatı hakkında anlatılan bazı konularda farklılıklar ve tutarsızlıklar vardı. Bu durumda, hangisinin doğru olduğunu, gerçeğin ne olduğunu bulmaya, bilmeye çalışmak biraz sancılı oldu.
Latife Hanım, Mustafa Kemal’i Beyaz Köşk’e davet etmek için Kordon’daki karargâha gitti mi, gitmedi mi? Mustafa Kemal, Latife Hanım’a bir imam nikahı ile evlenelim dedi mi, demedi mi? Zübeyde Hanım, oğlunun Latife Hanım ile evlenmesini istedi mi, istemedi mi?
Çalışmalarım ilerledikçe ve derinleştikçe, karşıma çıkan karakter artık bazı soruların cevaplarını kendisi verir hale gelmişti. Sonraki aşamada, bu cevapların sağlamasını, eğer kaynak Latife Hanım’ın kendisi değilse, birkaç yerden yapmak gerekiyordu. Bazen de, söylenmiş olan, satır aralarındaki bir söz, sayfalar yazdırabiliyordu bana. “Dört gün konuştuk,” gibi… Bu şekilde cevaplara ulaşmak başlangıçtaki sancılı durumu yok etmiş, yerine, artık ayrı bir haz vermeye başlamıştı benim için.
Latife Hanım’ı tam anlamıyla tanıyıp anlamaya başladıkça ve bunun sonucunda eksikler, boşluklar tamamlanınca; her aşamada, her adımda, duyduğum hayranlık artmaya başladı. Kuvvetli, kudretli bir kadın vardı karşımda. Genç kızlar ve kadınlar için örnek alınabilecek bir kadın… Ve hatta erkekler için de…
“Tek Kadın Latife” Mustafa Kemal ile Latife Hanım’ın evliliği ile sonlanıyor. Devamı gelecek mi?
1922 Eylül’ünde Türk ordularının ve Mustafa Kemal’in İzmir’e girmesiyle başlıyor hikâyemiz.
Latife Hanım ve Mustafa Kemal’in İzmir zafer günlerinde bir araya gelişi, birbirlerini yakından tanımaları, anlamaları, yakınlaşmaları ve sonunda evliliğe karar vermeleri, evlenmeleri… Bu süre içinde yaşanan askeri ve siyasi gelişmelerle döneme de tanıklık ediyoruz: Mudanya Ateşkes anlaşması, Saltanatın kaldırılması…
Kısacası, Eylül 1922’den Şubat 1923’e kadar olan yaklaşık altı aylık bir döneme tanık oluyoruz.
Evliliğin ardından yeni evli çift, Ankara’ya doğru yola çıkıyor. Yeni bir medeniyet savaşına doğru… Ankara’da yeni bir mücadele başlayacaktır Latife Hanım için. Erkek hakim bir dünyaya girecektir ve bu dünyada verecektir mücadelesini.
Ankara’daki hayatın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının yer alacağı ikinci bir kitap olacak ve önümüzdeki sene içinde yayımlanacak. Bu kitapta, sevdiği adamla birlikte, ortak ideallerini gerçekleştirmek için mücadele verecek Latife Hanım. Erkeklerle dolu bir karargâh olan Çankaya Köşkü’nde “tek kadın” olarak…
Evliliğin devam ettiği yaklaşık iki buçuk yıl boyunca, Reşat Kaynar’ın demiş olduğu gibi, Latife Hanım tanıklığında Cumhuriyetin doğuşuna ve ilk yıllarına şahit olacağız biz de…
Tarihi romanlar dışında yazmayı düşlediğiniz bir tür var mı? Varsa ya da yoksa bunun nedeni nedir?
Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyet’in ilk on beş yılı ile ilgili anlatmak istediklerim var. Bu sebepten, yakın bir zaman içinde tarihsel roman dışında yazmayı düşünmüyorum.
Ülkemizdeki tarih roman yazıcılığına ilişkin düşüncelerini öğrenebilir miyiz?
Burada özellikle iki yazardan bahsetmek isterim. Hıfzı Topuz bu konuda çok üretken. Yazdığı biyografik romanlarda tarihe tanıklık edebiliyoruz. Bir de Turgut Özakman’dan söz etmek isterim. Kimse, Çanakkale Savaşı’nı, Milli Mücadele’yi ve Cumhuriyet’i onun yazdığı gibi ne öncesinde ne de sonrasında yazmış değil.
Bu iki değerli yazarımızı ayrı tutarsam, tarihsel romanlara yeterince öncelik ve önem verildiğini düşünmüyorum. Sadece, bazı romancıların, tarihsel karakterleri ve olayları, konusu günümüzde geçen romanlarında özellikle malzeme yaptıklarını düşünüyorum.
Zeynep Bilgin – edebiyathaber.net (29 Eylül 2017)