Tanımsız bir yazardı Oktay Akbal. Ama şu bir gerçek ki, modern Türk edebiyatının kurucu kimliklerinden biriydi. Bunu, tanıklık ettiği ömrüne bakarak söylemediğimi belirtmem gerek. Yazınsal birikimi, düzyazı anlatımındaki tutumu ortaya koyar.
Öyküleri, romanları, denemeleri, günlük ve çevirileriyle Akbal, Türkçenin dil anıtıdır.
Burada bir başlama noktası ararsak eğer, Akbal’ın anlatıcılığında öykücülüğünü ilk sıraya yazmalıyız.
“Kurucu kuşak”tan biri olması, yaşadığı dönemin ve kentin anlatıcısı olarak “yeni” söylemin ardına düşmesi; bu süreçteki yapıtlarına yansıyanlarla ele alındığında, Akbal anlatısının topografyası çıkar ortaya.
Oktay Akbal, öykü ve romanlarında kent insanının günlük yaşamından kesitleri yalın bir dille anlatır. Duygulu anlar, sorunların açmazındaki yaşam kırıntıları, yaşamda tutunabilmek için verilen savaşım; yalnızlıklar, aşklar, umut ve umutsuzluklar arasında dönenen bireyin sorunları… Onun anlatılarının tematik özelliklerini oluşturur.
İlk dönem öykülerinde, İkinci Dünya Savaşı’nın yansılarında gölge gibi süren yoksunluklar ortamını, bu ortamın genç insanının kaygı ve korkularını, aşklarını, yalnızlık sanrılarını konu edindi. Akbal, bireyi yaşadığı çevre, ortam, insan ilişkileri ekseninde anlattı. Dilde ve anlatımdaki yenilikçi tavrı ile yeni bir edebiyatın oluşmasında etkileyici oldu. Özellikle düzyazı dilinin sadeleşmesinde denemeleriyle, günlük gazete yazılarıyla da yol açıcı bir edebiyat insanıdır, Akbal. Denemede üslupçuluktansa, anlatımcılığı yeğleyen anlayışı ile de bu yazın türünün anlatım alanını genişletti. Günceleri de, bir bakıma, bu tavrının bir yansısı olarak, çağdaş edebiyatımızda bu türün gelişimine örnek nitelikte yazınsal ürünlerdir.
Oktay Akbal, yeni edebiyat düşüncesinin biçimlendiği bir süreçte yazmaya yöneldi. Kısa öykülerinin yanı sıra romanlarıyla da belirli bir duyarlılık evreni yaratmasıyla dikkati çekti. O adım adım ilerleyişinin en belirgin açılımını, edebiyat ortamındaki verimliliği gösterir. Deneme, günlük, gezi yazıları, çeviri onun temel yazı uğraşları olur.
Düzyazı sanatının biçimlenme sürecinde etkileyici/yönlendirici bir kimlik olarak öne çıkan Akbal, deneme türünün birçok anlamı/açılımını içeren örnekler verir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, düzyazı sanatının taşıyıcı/yol açıcı disiplini olan deneme, Akbal’ın yazı biçeminde anlatımcı bir bakışa erişir. Hayata, insana, doğaya dair her bir şey, onun yazısının ucuyla anlam kazanır. İnsandan insana ulaşan bir sıcaklık, bir düşünce ipiltisi taşır.
Yazma biçemi kadar, neyi/niçin/neden yazdığının ayrımında olan anlatıcının söyledikleri dikkate değerdir. Bir yanıyla okuru okumaya/yazmaya özendirdiği gibi, diğer yanıyla da yazı dilini besleyen birikimi sunar Akbal.
Alımlayıcı, gösterici, uyarıcıdır bakışı. Bazen de yazınsal söyleyişin esinleyicisi kesilir. İçe bakışının duygulanımlarını, düşüncelerinin ipiltileriyle dile getirir. Sarmalayıcıdır sözleri.
Deneme türünü yazınsal niteliklerle taçlandıran Akbal, bu anlamda Türkçenin yeniden kurulmasında/biçimlenmesinde, en azından düzyazının kuruluş sürecinde yeni edebiyatın çalar saatidir. Yönünüzü onun yazdıklarına döndüğünüzde, Türkçe yazmanın, konuşmanın, söz edebilmenin inceliklerini görürsünüz. Düzyazıdaki kısa tümce kuruluşları, düşünceyi dolaysız dile getirme biçimleri, Akbal’ın denemesinin en belirgin yanlarını oluşturmaktadır.
Hayata, yaşanılanlara düşüncenin ucuyla bakmanın getirdiği zenginliği denemelerine ağdıran Akbal, gören göz, bakan bilinç ışığıdır. Onun yazdıklarıyla duygusal/düşünsel eğitimden geçersiniz. Okudukça, size anlattığı dünyanın kavrayıcısı kesilirsiniz.
Anlar, durumlar, yaşamdan kesitlerle hayata/insana, kitaplara/yazarlara dair edilen sözlerin deneme için nasıl bir yazı/söyleyiş kaynağı olabileceğini de gösterir Akbal.
Onun anlatılarında günün içinden zamana, zamanda insanın durumlarına bakış hep ön plandadır. Güncedeki tutumu, anlatıcı yanı dil/in kurucu özelliklerini de yansıtır bize.
O ki günde yaşar, güne taşar, günden alır anlatısının rengini. Yeryüzü Korkusu (1974) adını verdiği güncesine yansıyan şu düşüncelerine göz atmak yeterli sanırım bu yanını görmek için:
“‘Her şey göz için. Kulağa bir şey yok’ demiş Baudelaire. Kar yağarken demiş bunu. 1945 yılı not defterimin ilk sayfasında okudum bunu. Şimdi de öyle. Kar yağıyor sessiz, suç işler gibi. Bugünlerde hep geçmişteyim içinde bulunduğum günlerden hoşnut değilim hiç. Düşte olsam keşke. Bir uyansam hepsi bir düşmüş desem. Gazeteleri okuyorum, radyoyu dinliyorum. İnanamıyorum kulağıma. Çağımın dışına mı düştüm? Yoksa inanılmaz bir uykuda mıyım hep? Karda çıktım dolaştım. İlk izleri açarak. Başkalarının adım yerlerine basmamaya dikkat ederek. Karda olsun ilk izi ben açayım hiç değilse. Bu da bir aldatış, aldanış. Yorum yok.”
Onun anlatıcılığında başlayan ve süren yalınlık, saydamlık, akıcılık olmuştur hep. Denebilir ki Oktay Akbal’dan başlayan bu anlatım tarzı Oktay Akbal’a kadar gelerek içinde birçok kuşağı etkileyen bir yazı evreninin kurulmasına öncül olmuştur.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (8 Eylül 2015)