Kendi okurluğumu zaman zaman sorgularım. Çünkü okuma zamanımı tüketen “gereksiz okuma”larla da her daim başım derttedir.
Bir “okuma memuru” değilim. Böyle olduğunu sananları yanıltmak gibi bir derdim de yoktur. Gene de, okuma illetine tutulmuş biri olarak; kitap/dergi/gazete okurluğumu farklı okumalarla da bir uğraşa dönüştürdüğümü söyleyebilirim. Bu nedenledir ki, okumadan geçen bir günüm yoktur. Giderek yaşamınızın bir parçasına dönüşmüşse okuma uğraşınız, elbette ki kendinizce de birtakım ritüeller geliştirirsiniz. Birtakım geçişler/duraklar yaratır, bunu daha çeşnili kılarsınız. Benim okuma yolculuğum bu nedenledir ki her dem çeşitlilikler içerir.
Müzikte nota okumasını az-çok bilirim, ama o kadar yetkin değilimdir. Yalnızca üflediğim klarnetimin sesini/tınısını/gamını duygularım nefesimle okumaya çalışırım.
Sinema/resim/fotoğrafın da (görme biçimi kadar) birer okuma biçimi sunduğunu söylemem gerek burada.
Yazınsal okumaların yanına bunları da koyduğumuzda ister istemez okuma zamanlarınızın bölündüğünü, hatta çok farklı iklimlerde gezinerek kendinize bileşik kaplar oluşturmanızın hem şenlikli ama bir o kadar da zahmetli olduğunu söylemeliyim gene de.
Kuşkusuz bu tür okumalar ilgi/meraklarınızla hayatınızda yer bulur, gelişir. O “illet” dediğimiz şey zamanla tutkulu bir uğraşa dönüşür.
Gene de, sürekli yazan/düşünen birinin bu “gereksiz okuma”lardan kurutuluşu pek yoktur.
Kimi zaman “iş” ya da “görev” okuması dediklerimi de anarsam…
“Şunu oku, düşünceni söyle” talepleri ise hiç kurtulamadığımız…
Yazarlar, daha çok, kendi yazdıklarının okunmasını isterler; başkalarının yazdıklarını okumaya tahammül edenlerin sayısı pek azdır. Hele hele kendini kanıtladıktan sonra okumayı bırakanlar, dudak bükenler, tek kitaba indirgenenler…Göz göze gelmenize gerek yoktur böylelerini tanımak için. Yazdıklarına göz atmanız yeterlidir bazen. Bir yazarın nasıl okur olduğunu az-çok yazdıkları ele verir.
Bu nedenle edebî akrabalarım/kendi yazarlarımı çoğunlukla bunların dışında seçerim. İyi okur olmayan yazarın yazdığıyla pek işim olmaz. Biliriz ki, arı bal yapabileceği çiçeğe çokuşur.
“Okuma İlleti” Anılmaya Değer
Mikita Brottman’ın Okuma İlleti: Yalnız Başına Yapılan Ahlaksızlık kitabını okurken sık sık kendi okurluğumun dönemeçlerine uğradım, edebî akrabalarımı andım.
Bir bakıma bunun eğitimini de veren biri olarak; Brottman’ın kitabı ilgimi çekti elbette. Hatta kitabın Türkçe yayıncısı Paloma’nın bir başka kitabı Kitapları Fazla Seven Adam’ı da ardından okumaya başladım, bundan da burada söz edeceğim sanırım.
Birçok not devşirdim ondan, yeni bilgiler edindim, unuttuklarımı hatırladım; “okur anketi”ni dikkatlice irdeleyerek, yeni sorular türetip kendi okur/öğrencilerime yönelttim. Onların da öncelikle “nasıl bir okurum” sorusunun yanıtını bularak yola koyulup ancak “iyi okur”luğa erişebileceklerini hatırlatmak istedim bir kez daha.
Brottman, bu anlamda ufuk açıcı şeyler söylüyor. Hatırlatıcı, düşündürücü, hatta sizi bir okur olarak kışkırtıp hemen eyleme geçirici:
“Okuma alışkanlıklarınıza hiç dikkat etmediyseniz belki de bir an durup düşünmelisiniz. Günlük alışkanlıklarınızı, normal olarak sorgulamadan kabul edip varsaydıklarınızı öne çıkardığınızda öğreneceğiniz çok şey olabilir.”
Onun bu düşüncelerine benzer şeyleri dile getirip, özellikle de “yazar”/”konu” okumalarının kaçınılmazlığından söz etmek; kendini okur olarak keşfetmenin yolu/yordamını anlattığım derslerimin seyrini bir süre sonra “nasıl bir kitaplığınız olmalı”ya vardırırdı. Kuşkusuz bunun reçetesi yoktu, anahtarı ise kendi okurluğunuz. Nasıl okursanız kitaplığınız da ona göre biçimlenir. Üstelik, eğer yazıyorsanız, okurluğunuz da bunun sürekli biçimleyicisi/ivmesi olacaktır.
Evet, tüm bunlar için kahinlik yapmaya gerek yok! Siz yeter ki okuma illetine tutulun, bakın sonrası keşifleriniz/sorgularınız nasıl uç verecek, yakanızı bırakmayacaktır.
Sanırım şunu da hatırlatmak gerekir; iyi okurluk size hayatı okuma biçimlerini de verir.
Yazıda ve sözde siz iyi okurluğun ışıltısını görebilirsiniz pekala.
Gelin görün ki, zamanımız yeni bir okur tipini yarattı: “sallama okur”!
Bir öğrencimin bu tanımı gülümsetmişti beni. “Nedir,” diye sorduğumda; “okumuş gibi görünen ya da göz ucuyla kitapta gezinen kulaktan dolma bilgiyle sallayan,” yanıtını vermişti.
“Desene bu da bir dil avenesi,” demekle yetinmiştim.
Bu söz onu kesmemişti anlaşılan, gözlerini “aypet”inden kaldırıp, şunları söylemişti: “Evet, hocam, burada ‘yardakçı, iblisin tayfası’ diyor bunlara bir de…”
“Yarı cahilden daha beter desenize…” diyerek o okuma dersimizi Okuma İlleti’nden de söz edip bazı bölümleri okuyarak sonlandırmıştık.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (15 Nisan 2014)