Bir süredir izole yaşam sürdürüyorum. Televizyon yok, gazete yok, haber yok… Sosyal medya en az düzeyde. Çoğu zaman yazı paylaşmak için girip çıkıyorum. Geçenlerde bir durum değerlendirmesi yaptım. Farkettim ki yaşam daha da yavaşlamış benim için. Eskisi gibi, aman bir şeyi de kaçırmayım durumu yok artık. Fazlasıyla umursamaz olduğumu da gözlemledim bu süreçte. Miskinlik havası gibi değil ama boşvermişlik olarak değerlendiriyorum bu durumu. Okuma-yazma tempoma ve hevesime de yansıyor aslında biraz bu durum. Fakat bu mevziden çekilmeyi de istemiyorum henüz, zaman zaman bunu düşünsem de. Yaşamıma böyle bir düzen ve şekil vermişken de sığındığım kitaplar farklılık gösterdi tabii. Son iki yazımı da onlara ayırmıştım, takip edenler farkındadır. Bugün bir kere daha o türden kitaplara değinip başka mecralara açılıyorum. Malum yaklaşmakta olan bir 100.yıl kutlamamız var. Anlamlandırmak değerli olacak benim için. O halde geçelim kitaplara.
Ged Adamson’ın yazıp resimlediği, Gökçe Yavaş’ın dilimize kazandırdığı sıcacık bir arkadaşlık öyküsü. Güneşin gökyüzünde bütün ışıltısıyla asılı olduğu, kuşların cıvıldadığı, insanların yüzünün güldüğü bir gündü. Ali ve fili de bu mükemmel günün tadını çıkarmak için keyifle oynuyorlardı. Sonra birden Ali’nin keyfi kaçtı. Neden? Çünkü fili kayboldu. Şansına, Eda bir fil dedektifi. Ali’yle de arkadaş olmak istiyor. İkilinin kayıp filin peşinde geçen günlerinin hikâyesi çocuklara da iyi gelecek. “Fil Dedektifleri” Altın Kitaplar’dan.
Altın Kitaplar etiketli bir başka kitap daha. Deborah Hopkinson yazmış, Hadley Hooper resimlemiş. Çeviri yine Gökçe Yavaş’a ait.
Yaşamının henüz başında olan çocuklara başarının, gerçekleştirmenin inat ederek, çalışarak, en önemlisi de vazgeçmeyerek geleceğini anlatan bir hikâye bu. Kitabın arka kapağından da şöyle sesleniyor okuruna: “Hangi yaşta olursak olalım bizi bekleyen boş sayfaları doldurmak için heyecan duymaya devam edebiliriz. Yeter ki isteyelim.”
Sadece etiketi değil kendisi de altın gibi bir kitap. Son yıllarda karşı karşıya kaldığımız ve hemen hepsinde de çaresizce yenik düştüğümüz doğa felaketlerine dikkat çekiyor. Kahramanlarımız İpek ve Tibet’in, çevrenin değişimine vurgu yaparak başladığı hikâyeye dahil olan zeytin ağacı, onlara dünyamızın maruz kaldığı-kalacağı tehlikeleri gösteriyor. Gösterip kenara da çekilmiyor. İklim krizi olarak adlandırılan bu felakete karşı yapılması gerekenleri anlatıyor. Yaşanan her olumsuzlukta bir kahraman bekleme hastalığı olan biz yetişkinlerin aksine, çocukların kendilerinin birer kahraman olabileceklerini de söylüyor. Aslında bu kitap iklim krizine dur demeye bir davet kitabı. Slogan da çok güçlü: “Dünyayı değiştirmek için çocuk gücü birleşin!” Bilge Buhan Musa bu konudaki deneyimini başarıyla aktarmış. Şebnem Aydın çizimleriyle can vermiş.
Kitabın adını görünce bu nasıl olacak diye düşündüm ilkin. Kapağın içinde nelerle karşılaşacağımı merak ettim. Açıkçası bire kadar saymanın bu kadar keyifli olabileceği benim de aklıma gelmemişti hiç. Caspar Salman eğlenceli bir dil kullanmış. Matt Hunt kullanılan bu müthiş dili daha da çekici hale getirmiş çizimleriyle. Kitabın kat-I kuralı sadece bire kadar sayılabileceği. Daha büyük sayıları saymak olanaklı değil, izin verilmiyor. Altın Kitaplar’a çocuklar adına çok çok teşekkür.
Yazının sonunda sözüm ebeveynlere. Çocuklar okumayı yavaş yavaş öğreniyorlar artık. Yakın bir zamanda kitaplarını kendileri okuyabilecekler. Fakat durum buraya evrildi diye, çocuklara kitap okumayı bırakmayalım. Onunla birlikte gerçekleştirilen bu ilk entelektüel paylaşım çok kıymetli. Yaşam boyu izi silinmeyecek. Olabildiğince uzatalım bu süreci ve tadını çıkaralım. Çünkü bu yıllara dönüş de yok!
edebiyathaber.net (16 Ekim 2023)