Başkalarını bilmem ama benim için okumanın zamanları vardır. Bu zamanlar öyle önceden planlanmış değildir. Benim için okuma zamanları istediğim zaman okumak ama muhakkak okumaktır. Bu sabah olur akşam olur, gecenin bir geç vakti olur ama okumasız zaman geçmez, geçirilemez.
Okumak nefes almak gibi, okumak yemek içmek gibi ama bunlardan ayrılan bir yönü var ki ne ben hissettiğim gibi anlatabilirim ne de okuma zevkine varmış olan insanlar. Çünkü ne ve nasıl anlatılırsa anlatılsın bir yerler eksik kalacak, bir şeyler bütün varlığı ile açıklanamayacaktır.
Belki bazı insanların da okuma zamanları vardır. Örneğin bazıları yatmadan önce, bazıları sabah kalkınca, bazıları da günün belirli bir saatini okumaya ayırıyor olabilir. Kimileri de “boş zaman” arar durur okumak için. Bu boş zamanlarında okuduğunu söyleyenler pek benim bahsettiğim veya anlatmak istediğim okuyucu sınıfına girmez, giremez. Çünkü okumak belki yirmi dört saatin herhangi bir zamanında olabilir, olmalıdır lakin okumak için “boş zaman” aranmamalıdır. İstediklerinde çalışmadan, eğlenceden, gezmekten zaman bulanlar eğer gerçekten okumak arzusunda iseler okumaya da zaman ayırabilirler. Okumak rastgeleliğin keyfine bırakılarak yapılan eylem olmamalıdır. Çünkü rastgele okumalardan pek fazla kazanım sağlanır mı, bilemiyorum. Okumak, özellikle sahil kenarındaki yürüme yollarında elinize aldığınız çekirdekleri çitlemek gibi çitleyeceğiniz sıradan davranış hiç olamaz.
Sahil dedim de aklıma geldi. Bir tarafta kara diğer tarafta deniz uzar gider. Siz yürürken düşünceleriniz de yürür. Okumak sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, yapayalnız günün ve güncelin gürültülerinden uzak düşünceleriniz ve duygularınızla baş başa yürürken alınan temiz hava gibi, huzur gibi yeni bir dünyaya heyecanla girmektir. Ya bir dağ başında ya yeni rengarenk çiçekler açmış kırlarda veya iyot kokusuna hayatın kokusu karışmış sahil boyunda yürümek gibidir okumak. Başkalarını pek bilemem ama ben okumayı bazen metafizik ve özgün bir atmosfere girmiş, er olmaya da emir vermeye de yani eleştirmeye de hazır bir alan olarak görürüm. Bu alanda okuyucunun okuduklarında karşılaşacaklarına; yeni fakat tuhaf düşüncelere, daha önce edinilen ve sahiplenilen fikirlere aykırı, belki de bunları darmadağın eden bilgilere, duygulara hazır olması gerektiğini de düşünürüm. Bunun için olsa gerek “ben yatmadan önce uykum gelsin diye okurum” gibi düşüncelere iyi bakmam diyeceğim ama bu biraz hafif kaçar. Çünkü bu anlayışlar biraz da okumayı sıradanlığın da aşağılarına, hatta amacının gerilerine itmekle eş anlamlıdır. Belki uyutmak için yazılanlar olabilir ama okumak insanın bedeniyle, zihniyle, sosyal ve psikolojik varlığı ile uyanmak için yapılmalıdır. Elbette en fazla da zihniyle, düşüncesiyle uyanmak ve zenginleşmek okumayla birlikte gelecektir.
Okuma zamanı dedim ya yazının başında, bu zaman benim için hep farklılıklar taşır ve bundan da hiç rahatsızlık duymam. Belki ayrılan zamanın süreleri güne göre farklı olur. Günün ortasında, akşam yemeğinden sonra okumaya daha fazla zaman ayırdığım gibi bazen de sabahın ilk ışıkları kitaplarımın üzerine doğduğunda bir çekim alanına girmiş gibi olurum, kitaplar benim yakamı bırakmaz. Bu kitap daha önce okumaya başladığım bir kitap olacağı gibi henüz okuma sırası gelmemiş olan bir kitap da olabilir. Kahvaltıdan önce şu, sonra şu tür kitaplar okunur diye bir şey yok elbette. Ancak benim bazen seçim yaptığım olur. Neden böyle bir seçim yaptığımı da şimdiye kadar düşünmüş değilim. Mesela bu günlerde günün herhangi bir zamanında biraz yorgunluk hissettiğimde özgün ve özgür bir anlatımı olan Salah Birsel’den bir şeyler okumak beni dinlendirir, varsa okuma yorgunluğum tamamen sıyrılır üstümden. Eğer bir okuma zevkinin tadından bahsedilebilirse ki bu tadı Birsel’in denemelerinde gün gün, yıl yıl gezerek yani okuyarak tadabilmek mümkün benim için. Yerli ve yabancı yazarlar, bunların eserleri Birsel’in günlüklerinde tek kol aralığında hizaya geçerler. Bazen yazarlar bazen de eserleri ile ilgili ilginç özellikleri öğrenirsiniz. Kendimi daha rahat ve okumaya aç hissettiğim, düşünce çağrışımlarına ihtiyaç duyduğum zamanlarda Nietzche, Cioran, Claude Levis Strauss, B.Russel, Jung, H.Z. Ülken, Sartre okurum. Zaten edebiyat kuramları ve denemeleri okumalarımdan hiç eksik olmaz. Ancak İnalcık ve Karpat’ın tarih konusunda yazmış oldukları da beni zihinsel olarak farklı zeminlere, zamanlara taşır. Bazı yazarların romanları ve öyküleri de benim okuma aralarımın dinlenmeleri içerisinde yer alır. Okuduğum her şiirde de yeni bir dünya kurar, kurduğum dünyaların mevsimlerinde dolaşırım.
Güneş doğunca sadece yeryüzü aydınlanmaz düşünmeye duran zihinlerde aydınlık ve dupdurudur. Herhalde bunun için sabah kahvaltıya oturmadan önce dipdiri ve dinlenmiş bir zihinle okumayı çok severim. Farklı sabahlara farklı yazarlarla başladığım olur. Bu günlerde sabah kahvaltısından önce Çehov’un öykülerinden okumak bana başka bir okuma zevki veriyor. Belki onun “insan öyle yazmalı ki okur yazardan hiçbir açıklama ihtiyacı duymasın” düşüncesinin öykülerine sinmiş olması beni çekiyor. Hiç düşünmedim ve planlamadım ama belki Çehov’un 29 Ocak’ta doğumunun (1860) 162. yılı olması da okumalarımın bu tarihlere rastlaması da bir tesadüf olmuş olabilir.
Birçok kaynakta aktarıldığı gibi Çehov “Tıp benim nikâhlı karım, edebiyat ise metresim olur” gibi bir sözü dile getirmesine pek değil hiç sıcak bakmasam da bu sözü yok sayarak onun öykülerini okumaya devam ediyorum. Hatta Çehov’un asıl mesleğinin doktorluk olduğunu düşündüğümde mesleğine saygın bir anlam yüklemiş olduğu için onu bu sözündeki düşünceden dolayı yargılamayı bir tarafa bırakıyorum. Özellikle de Çehov’un kısa öykülerini çoğu defa sabah kahvaltılarından önce okuduğumda güne daha zengin başladığımı, günün, topluma ve insan ilişkilerine bakışımın daha bir zenginlik kazandığını da anlıyorum. Mesela bugün Çehov’un Prenses adındaki öyküsünü okurken öykünün kahramanlarından olan doktorun ağzından toplumun çelişkilerini, uygulamalardan gelen tutarsızlıkları, adaletsizlikleri dile getirdiğini okudum: “… Öte yandan, Tanrı için birkaç lokma ekmek, giyecek bir şeyler verirlerdi onlara. Bu hapislikten, yaşlı kadınları gözaltında bulundurmakla görevlendirdiğiniz karınları tok alçakların verdikleri dinsel öğütlerden bir an önce kurtulmak için gece gündüz dua ederlerdi zavallılar. Peki yüksek görevlerde olanlar ne yaparlardı?..”
Çehov, diğer bazı öykülerinde olduğu gibi bu öyküsünde de yönetenler yönetilenler çelişkisini, aralarındaki uçurumları, insanların çırpınmalarını ele almıştır. Sabah kalkıp da kahvaltı yapmadan önce Çehov’u okuduğumda biraz sakinleştiğimi anlıyorum. Çünkü anlıyorum ki içinde yaşamakta olduğum ve toplumumuzda yaşananlar dün de varmış bugün de diye olaylara öfkelerimi bir kenara koyarak, mümkünse akıl süzgecinden geçirerek bakmaya çalışıyorum. Çehov bende sadece okuma zevkinin sürekliliğini zenginleştirmekle, devam ettirmekle kalmıyor çekilmez gibi üzerimize gelen yapay gündemlere daha anlaşılır bakmayı da sağlıyor. Elbette bunlar için Çehov okumuyorum ama her nasılsa Çehov öyküleri bende böyle düşünceler, duygular çağrıştırıyor.
edebiyathaber.net (9 Şubat 2022)