“Kalite kontrol muhafızı” olmadığıma göre, ad vererek yazabilirim.
“Çoksatar”lığına güvenerek, eski yayıncısı Ayşe Kulin’e yeniden kapılarını açıp, Hayal adlı “anı” kitabını 150 bin basarak bu “gözde yazar”ını taçlandırdığı gibi “susamış okur”un da merakını bir nebze olsun giderdi. Türkçede yayımı tam da aynı günlere denk gelen Paul Auster’ın İç Dünyamdan Notlar adlı anı kitabını da, Ayşe Kulin’in kitabıyla art arda okudum, bir susamış olarak!
Kulin’in yavanlığı ile Auster’ın zenginliği/yoğunluğu beni şaşırtmasa da düşündürttü ister istemez.
Bir yayıncı olarak önüme böyle bir dosya gelseydi asla basmazdım.
Gelin görün ki yılların yayıncısı Remzi Kitabevi, böyle bir kitaptan medet umarak allayıp pullayıp piyasaya sürüyordu…
Aslında kızacak bir durum yok.
Türkiye’nin gerçeği bu. Yazmaya soyunan, yazarlık yaftasını boyunlarına geçirenlerin, kendilerine “çoksatar”lıkla “mega yazarlık” arasında bir yerde paye biçenlerin sığlığı/yüzeyselliği, edebi bellek/birikim yoksunluğu hemen kendini ele verse de; alıcı buluyorlar.
Evet alıcı, okur değil; bakan, seyreden, “Ezel”ini merak eden!
Bir tür anı niyetine özel yaşam dedikodusu aktaran bir kitabın çoksatarlık hanesinde görülmesi, o kitabın “iyi”, Kulin’in de “iyi yazar/edebiyatçı” olduğu anlamına gelmez. Bu, ülkenin kültürel ikliminin nerede olduğu/hangi seyri izlediğinin bir göstergesidir aslında.
Ötede İskender Pala vak’ası, ortada Ayşe Kulin parlatması, şimdi de “mega yazar”lığa soyunan, “sosyalistim” diyerek ortada dönenip medya maymunluğu yapan bir Enver Aysever parodisiyle karşı karşıyayız.
Sevgili okur; burada, bugün size çok söz etmeyeceğim. Çünkü hem bir yolculuktayım, hem de Dubravka Ugresiç’in Okumadığınız İçin Teşekkürler kitabını okumaktayım yudum yudum.
Size önerim, yaşadığımız bu vahim durumları daha derinden görebilmek; bunların yalnızca ülkemizde sahnelenmediğini kavrayabilmek için Ugresiç’in kitabını okumanız.
O, her ne kadar öyle dese de; siz okuyun; cehaletimizi, yozluğumuzu, düzenbaz okur/alıcı/bakıcılığımızı görün, vandallığımızı seyredin…21. yüzyılda okul/müze/kütüphane yakmanın Anadolu’un hangi kadim uygarlığının topraklarında gerçekleştiğine tanık olun. Elinizi çabuk tutun, yakında yayınevleri de yakılabilir, yazarlar da öldürülebilir, hayatın her alanına sansür de gelebilir!
Su yükseliyor. Tufanın uğultusu işitiliyor bir yerlerden…
Görmemek, duymamak, konuşmamak kapanları kuruluyor öteden beri. Alev toplarının gelip odanıza düşmesini beklemek bilinç tutulması aymazlığıdır olsa olsa.
Okuyun Ugresiç’i, iki on yıl önce Balkanlar’da tezgahlanan oyunun bütün aşamalarının en çok da kültürel dokudaki mutasyonda gerçekleştiğini göreceksiniz.
2000’lerin Türkiyesi’nde olup bitenlerin sonuçlarını şimdi şimdi görüyoruz. Bu değirmene su taşıyanlar mega starlıklarına, medya maymunluklarına devam etsinler…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Ekim 2014)