George Orwell’ın şu sorusunu kendimize sorsak: “Britanya (Türkiye) halkının günümüzde kitaplara harcadığı meblağ nedir?”
Kuşkusuz bu bizi okuma oranımızın nerede olduğuna götürmese de en azından birtakım ipuçları verir. Çünkü satılan kitap sayısıyla okuma oranı hiçbir zaman aynı olamaz!
Toplumun okuma yüzdesinin en iyi verilerini ancak yazar, tür, konu, izlek ve nitelikli yayınevi yayın istatistiklerinden öğrenebiliriz. Örneğin; Metis Yayınları’nın satış bilgileri ile bir Pegasus veya Epsilon’unkiler hiçbir zaman aynı olmadığı gibi, bu okur/alıcı kitlesinin de farklılığını yansıtır.
Gazetelere gelince, durum sanırım daha başka bir seyri çıkarıyor karşımıza.
Ekrem Dumanlı’nın Zaman gazetesindeki haftalık dökümü ne ölçüde gerçeği yansıtıyor, bilemem! Ulusal gazetelerin (36 gazete) haftalık ortalama satış rakamını (4.944.319 adet – 5 Ağustos ) bir ölçüt olarak alsak bile bu sayı her gün, beş milyon gazete okurumuz olduğunu göstermez.
Gazete okurluğunun “iyi okur” yetiştirebileceğine inanırım. Merak, izleme, bilgilenme ona yeni okuma, kitapla buluşma yollarını açar. Ama bugün ne yazık ki gazetelerin böylesi bir içerik zenginliği, iyi editoral yapı, iyi okur yetiştirme gibi bir kaygısı yok. Haberlerin bile doğru dürüst yazılıp verilemediği bir mecra ile karşı karşıyayız. Her önüne geleni “köşe yazarı” yapma, röportajcı kılma, gazete yöneticisi atama, muhabir/gazeteci olarak alana sürme bu mesleğin asıl sahiplerini saf dışı etme bu alanda yaşadığımız erozyonu gösterir bize.
Evet, ben de bir gazetede, Dünya’da on yılı aşkın bir süredir bir köşede yazıyorum. Hep yinelerim; ben bir gazeteci değilim, edebiyat insanıyım. Üstelik “angaje yazar” değilim. Nemalanmak için yazmam. Vicdanım, aklımdır. Aklım, çağımın çağdaşı olmak sorumluluğunu verir bana. İşte bu duygu ve düşüncelerle yazarım. Bilimin, sanatın ve aklın tarafındayım. André Gide’in şu sözünü sıklıkla hatırlayarak yazdığımı da söyleyebilirim: “Bir yazar toplumun vicdanıdır”.
“İyi kitap”ı “kötü kitap”tan ayırt etmek…
Bu soruyla her karşılaştığımda verdiğim şu yanıtın eskidiğini sanmıyorum: Kitabı okuyup bitirdiğinizde, sizde yeniden okuma duygusu uyandırıyor mu? Peki, okurken zenginleştiğinizi, hatta heyecanlandığınızı, kendinizi bulduğunuzu, kâğıda kaleme sarılma duygusuna kapıldığınızı hissediyor musunuz, okuduğunuz kitap bunları yaşatıyor mu size? İşte “iyi kitap”ı ellerinizde tutuyorsunuzdur demek. Tersi bir durumsa hissettiğiniz, hiç vakit öldürmenize değmez!
Kurmaca edebiyatı kimler okur?
Şunu söylemeliyim ki; ülkemizde kadınlar erkeklerden daha çok okuyor. Okumaya, okuma çeşitliliğine ve yazmaya daha meraklı. Kendi atölye çalışmalarımda, verdiğim seminerlerde gözlediğim bu. Üniversitedeki derslerimde ise gene kız öğrenciler açık ara farkla ilerideler.
İnsan, bahane yaratabilen tek canlı olduğuna göre; erkeklerin bahanesi hazır. Çok çalışıyoruz, yoruluyoruz!
Oysa iş disiplini, çalışma yaşamındaki konumları gereği çalışma sürelerindeki verimlilikleri göz önüne alındığında; kadınların yaptıkları işe sadakati ve sürekliliği daha fazla.
Bunu okumayla ilişkilendirmeye gelince; kadın öğrenmeye, yaratmaya, paylaşmaya daha açık. Tabii ki özgürleşmeye de…
Buyurun, tartışalım bunu da öyleyse!
Kütüphaneler bir veri kaynağı olabilir mi?
Birkaç olumsuz örnekten yola çıkarak kendimi indirgeyici/yok sayıcı kılmak istemem ama bizdeki kütüphanelere güvencim giderek daha da azalmakta…
Bir semt kitaplığından daha zengin bir kütüphaneye sahip olduğumu da düşünürsek bunun anlamını/değerini bilir, gerekliliğine de çok inanırım.
Önce şunu söylemek isterim: Kütüphaneler özerkleştirilmeli. Mevcut hükümetlerin, siyasal iktidarların politik mecrası olmaktan çıkarılmalı. Yerel yönetimlere bu konuda görevler verilip, yaptırımlar getirilmeli. Mevcut “Milli Kütüphane” ise hem fiziki mekân hem yönetim anlayışı hem de içerik zenginliği açısından uluslararası ölçüde bir yapıya kavuşturulmalı. Kent üniversitelerine de bulundukları semtlerde kütüphane oluşturma koşulu getirilmeli. Bilgi toplumu olmanın ölçüsü kullandığımız bilgisayar ve cep telefonu sayısıyla ölçülmemeli. Ne kadar kütüphanemiz var, bir dönüp bakmak gerek. Kent kütüphanesi başka bir şeydir, semt kütüphanesi başka. Bunu artık müzelerimiz için de söyleyebildiğimize göre…
Okurluğun önemli yolu, bence, kütüphaneden geçer.
Biliyorum, “Bilişim çağında siz neden söz ediyorsunuz?” diye soruyorsunuzdur.
Toplum olarak biz, henüz kütüphane çağını yakalayamamışken; Anadolu bu konuda tam içler acısı durumdayken bilişim çağı diye tutturmanın bir anlamı yok. Sinema tiyatro salonu olmayan, kütüphanesi bulunmayan bir yere uygarlığı götüremezsiniz.
Yolu kütüphaneye düşmeyen ya da yaşadığı yerde kütüphanenin olup olmadığını bilmeyen ne çok insan var üstelik.
Çünkü “okumak bir ihtiyaçtır” düşüncesi/eğitimi insanımıza verilmemiştir. Bir “lüks”, hatta “gereksiz bir şey” olarak algılanır. Okumadan kazanmanın geçer akçe olduğu bir ülkede yaşadığımızı düşünürsek…
Durum böyle olunca, “her semte bir kütüphane” gibi bir sav çok komik olur herhalde (!)
Eminim ki, bu konuda, sayısal olarak da çok alt sıralardayız dünya ölçeğinde.
Yeni hapishanelere sesimiz çıkmaz, yeni camilere, kuran kurslarına da öyle… Ama şuraya bir kütüphane kuralım derseniz gülüp geçer herkes.
İstanbul’da yaşadığım semtte (Çekmeköy) bir kültür merkezi yapmıştı belediye. Sevinmiştim buna, içinde sinema tiyatro salonu, kütüphane olur diye! Ne gezer! Bir de baktım ki girişteki en güzel alan, belediye meclis üyesi birine ait markete komple kiraya verilmiş.
Söylediklerim belki bilinen şeyler.
Giderek kütüphanesizleşen bir toplumda siz okuma verilerinden nasıl söz edebilirsiniz ki?
Verilen diplomayı, satılan gazete/kitap sayısını okumanın bir ölçüsü olarak gören toplumda kütüphaneden söz etmek… Kütüphaneye üye sayılarına bakmak… Hele hele okur profiline oralardan erişmek ham hayal şimdilik!
Okuduklarınız kaç m2 alanı kapsıyor?
Bilmem hiç düşündünüz mü bunu? Orwell hatırlattı bana da! Bu bayram sessizliğinde, gölgede, doğaya sığınarak Yaşar Kemal’in dört ciltlik İnce Memed’ini yeniden okumaya verdim kendimi. Üstelik okurken yazıyordum da romana dair.
Bir an duraladım. Okuma planımda, her gün 200 sayfa okumak vardı. Toplam 2163 sayfa okuyacaktım. Demek ki bitirebilmem için 10 gün gerekti bana. İki günde 460 sayfa okuyabildiğime göre; en az 8 gün gerekiyordu. Bir yandan da yazdığımı, notlar aldığımı düşünürseniz… Bir ara, şunu da düşünmekten alamadım kendimi kitabın boyutlarına bakarken: 2163 sayfa, 13,5×21 cm ölçüleri geniş bir alana yayarsanız kaç m2’lik bir alanı kapsar okuduğunuz sayfalar? Yaklaşık 60.564 m2’lik bir alan, eğer doğru hesapladıysam! Deliye pösteki saydırmak mı bu bilemem ama… Yıllar önce amcamın, ailenin çocuklarını bir arada yakaladığı her defa sorduğu şu soruyu hatırlattı bana bu sayım.
Onun bize sorusu şuydu:
80 ser at, 90 kır at, 100 de dor at; hepsinin nalı mıhı (çivisi) ne yapar? Buyurun, bunun hesabını siz yapın.
***
George Orwell’ın denemelerinin yer aldığı Kitaplar ve Sigaralar kitabı bana keyifli geldi. Henüz 16. sayfadayım, bunları düşündürttüğünü söylemeliyim sevgili okurum.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (13 Ağustos 2013)