“İnsanların çoğunluğunun sorunu cehaletleri değil, bilmedikleri halde bildiklerini sanmalarıdır…” Bu sorunsala edebiyat ne denli yaklaşır ya da nasıl çözer? Asıl olarak edebiyatın böyle bir derdi yok. Edebiyat, pozitif bilimler gibi metodolojik bir yöntem de gereksinmiyor ama bir kuramı var. Peki, nedir edebiyat kuramı? İngiliz Edebiyat Profesörü Paul H. Fry, Edebiyat Kuramı’nda buna yanıt vermeye çalışıyor. Fry’ın Yale Üniversitesi’nde öğrencilerine verdiği derslerin derlenip, düzenlenmiş bir sunumundan oluşan Edebiyat Kuramı, oldukça kapsamlı bir çalışma. Zira bir metnin bütün süreçlerini masaya yatırıyor.
Aslında –temel malzeme olarak- bütün süreçler, metin-yazar-okur ekseni etrafında dönüyor. Ancak her bir sürecin karmaşık yolları var. Sadece bir okuma süreci bile “karmaşık ve neredeyse sonsuz bir eylem” olarak karşımıza dikilirken, okuma deneyiminin neye benzediği ve metinle ne şekilde bir ilişkiye gireceğimiz gibi soruları da beraberinde getiriyor. Tabii hemen ardından da tüm bunların nasıl yorumlandığını ki, işin bu kısmı da “Hermenötik tarafından sorulan sorular” olarak kendini dayatıyor.
“Edebiyat kuramı, değer biçmeyle ilgilenmez”
Fry, edebiyat kuramındaki bağlamları analiz etmeden önce, “yapacağımız, söyleyeceğimiz ve makalelerimizde yazacağımız her şeyin kuramsal çevrede ayaklarının yere bastığını anlamak zorunda” olduğumuzun düsturunu vererek şöyle diyor: “Eğer onlarlar uzlaşmaya varmazsak nasıl olduklarının ve onları nasıl kullanacağımızın tam anlamıyla farkında olmadan safça yeniden üreteceğiz, daha doğrusu onlar bizi kullanacak. Bu nedenle kuramı anlamak her zamankinden önemli…”
Fry’ın yaptığı her analiz ve saptamanın ardından asıl olarak yeni sorular ürettiğine dikkat çekmekte yarar. Düşünür, geldiği her aşamada edebiyatın kuramıyla ilgili yeni parantezler açtığından çerçevesi çizilmiş bir edebiyat kuramıyla karşılaşılacağı sanılmasın. Zira edebiyat kuramı, “edebi eleştirinin itirazsız kabul ettiği bir şeyi” kaybediyor. Böylelikle de, “edebiyat kuramı değer biçmeyle” ilgilenmiyor. Tam da burada karşımıza Fry,“entelektüel tarihin bir toplamı”nı çıkarıyor ve bunun kolları da mitolojiye kadar uzanıyor. Yaygın doğrular ve doğruluk iddiasında olan ihtimaller hedef alınıp, asıl olarak da modernite zemini üzerine basılıyor. Ama sanıldığı gibi bu yirminci yüzyıl modernizmi değil. Modernite derken, “Descartes’ın, Shakespeare’in ve Cervantes’in erken modern” zamanından bahsediliyor ve geçmişteki zamanla, şimdiki zaman birbirlerinden bağımsız değil.
Tabii buradan edebiyata giden yol merak edilebilir. Örneğin, tümüyle kurgusal bir öze dayana edebiyatın gerçekle ilişkisi nasıldır diye sorabiliriz. Hemen burada, gerçeğin ne/nasıl olduğu konusunun değişen düşünce ve değerlerle birlikte, dil ve bilinçten bağımsız olmadığı durumu çıkıyor karşımıza. Gerçek nedir diye sorduğumuzda da, entelektüel tarihin duraklarında –çokça- bu sorunun asılı olduğunu görüyoruz. Fry’ın çalışmasının önemli unsurlarından biri olan bu duraklarda Nietzsche’nin yanı sıra Foucault, Habermas, Marx, Lacan, Freud, Bourdieu gibi düşünürler duruyor. Fry’ın tezlerine gelince, bu düşünürlerle birlikte yol alıyor. Misal, gerçek derken (Marks) bunun ideolojik bir durum olduğunu teslim etmek gerekiyor. Yani, bizim kendi özgün düşüncelerimiz olduğunu sandığımız şeyler; sosyal, tarihi ekonomik unsurlar tarafından biçimlendiriliyor. Bu durumda da, “aldatılmış” olduğumuz yönünde saptama yapmak doğru olabilir. Bir de, bilinci belirleyen bir şey olarak dil konusu geliyor gündeme ki burada da gerçek, (düşünürün Nietzsche’den yaptığı alıntıyla) “metaforlardan, ad aktarmalardan, insan biçimcilikten kısaca poetik ve retorik olarak şiddetlenen insan ilişkileri toplamından meydana gelen hareket halinde bir ordu ve şimdi değeri düşmüş bozuk paralardan başka bir şey olmayarak” karşımıza çıkıyor.
Mutsuz bilinç…
Misal, nesnenin kendisini bilebilir miyiz? Bilinçle, dış dünya arasındaki yolların çapraşıklığı bu sorunun yanıtını güçleştirdiğinden, çok zor gibi gözüküyor. İşte sırf Kant bunun için, “nesnenin kendisi etrafında görkemli bir iskele” yükselterek, “bilemememize rağmen onu nirengi noktası” yapıp dolaylı yollardan onunla uzlaşmamızın önünü açıyor. Aklın Fenemolojisi’nde ise, Hegel şöyle diyor; “Biz, bizi baktığımız nesneden çok uzağa yönlendiren yabancılaşmış bir bilinç durumuna ‘mutsuz bilince’ sahibiz. Neye bakıyor olduğumuzdan artık emin olmadığımızda, bilinç kendini yabancılaşmış hisseder…”
Tabii bütün bu değinilerin açımlaması, Fry’ın, Yorumlama ve Okumanın İlk Yansımaları, Metin ve Yapı, Yazar (Okur) Ve Ruh, Toplumsal Bağlam, Kuramın İyi Ve Kötü Tarafları adlı bölümlerde temellendirdiği çalışmasında açık hale geliyor. Söz konusu bölümlerin her birinin de önemli alt başlıkları kapsadığını göz önünde bulundurduğumuzda ise, yazarın dokunuşlarıyla açığa çıkan bir edebiyat olgusu beliriyor.
Oldukça kapsamlı bir çalışma olan Edebiyat Kuramı, dikkatli okuma gerektiren bir kitap. Zira çoklu izlekler devreye girdiğinden, temel meselenin ne olduğu konusu da gözden kaçabiliyor. Böylelikle Fry’ın, okuma sürecinin önemini bizzat konu ettiği çalışmasına okuyucusunu da –sınayarak- dahil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İnsanlığın çağlar boyunca varolmakla ilgili yaptığı saptamalar, sorular ve yanıtlar uzayıp giderken, edebiyatın bu soru ve saptamalarla nasıl bir ilişki kurduğu ise yapacağımız çıkarsama ve yorumlara bağlı. Elbette ki Fry, Edebiyat Kuramı’nda, böyle bir formülasyondan hareket etmiyor. Ancak ayrıntılı bir şekilde tarihin düşünsel, sosyal, kültürel, siyasi… yapı taşlarında gezinirken, edebiyatın da bu süreçlerdeki salınımını mercek altına alıyor. Zira edebiyat, bütün bunlardan uzak olmadığı gibi, bu süreçlerle de sıkı bir ilişki içinde bulunuyor. Ancak, -ara ara biz okuyucularda- felsefe başta olmak üzere, diğer disiplinlerin dolduramadığı boşluklara edebiyat yanıt veriyormuş gibi bir his oluşturuyor ama asıl derdi bu değil. Belki de, bir metin ortaya çıkarken, yüzyıllardır biriken bilinç- bilinçaltı-bilinçdışından beslenmektedir demek istiyor. Edebiyat Kuramı’nı böyle okumak da mümkün pekala. Zaten Fry, dünya edebiyatına damgasını vuran anlatılara, bilinen-bilinmeyen metinlere, şiirlere, şarkılara başvurarak açımlamasını genişlettiğinde, bu kanı güçlenir gibi oluyor.
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (15 Kasım 2017)