Neden okuruz? Belki uzun ve yorucu bir günün ardından dinlenmek için, bilmediğimiz insanları ya da yerleri öğrenmek için, gülmek ya da hayallere dalmak için… Belki de kendimize hiç sormayız bu soruyu ve istediğimiz ya da ihtiyacımız olan şeyleri bulacağımıza dair bir sezgiyle kitabın sayfalarını çeviriveririz.
İnsanların okumaya neden bu kadar zaman ve emek harcadıkları sorusu, hem metin hem de zihin araştırmaları için ilginç bir sorudur. Söz konusu kurgu eserler ve şiirse bu soru bilhassa ilginçtir çünkü bu durumda yukarıdaki soruya verilen yanıtların pragmatik bir yanıtı yoktur. Yanıt ne olursa olsun, soru bize edebiyat hakkında olduğu kadar insan doğası hakkında da fikir vermeyi vaat eder.
Bilişsel edebiyat alanında çalışan araştırmacılar, kurgu eser okumamızın nedenlerini on yıllardır araştırıyorlar. En yaygın yanıtlardan biri, okumanın, bilhassa anlatı ve çoğunlukla kurgu eser okumanın zevkli olduğu çünkü gerçek dünyanın risklerine maruz kalmaksızın bilişsel becerilerimizi bileme şansı sunduğu yönünde. Bu düşüncenin vardığı yerlerden biri, okumanın bizi “formda” tutarak daha sağlıklı olmamıza edebi bir destek olduğu.
Kendine yardım kitaplarından başlayalım. “Kendine yardım bibliyoterapisi” üzerine giderek artan araştırmalar bu tür kitapların diğer terapi türlerine güçlü alternatifler olduğu ya da onları tamamlayıcı nitelikte olduğunu gösteriyor.
Okurların şiire, kurgu eserlere ve diğer anlatı türlerine klinik olarak nasıl tepki verdiğine dair çok az şey biliniyor ama bu bilgi eksikliği, bazı iddiaların ve teorilerin öne sürülmesini engellemiyor. Hatta psikiyatr ve psikoterapistlerin kurguyu ve şiiri klinik amaçlarla kullanması yaygınlaşıyor.
Sanatın iyileştirici gücü olduğuna inanmak hüsnükuruntu mu yoksa gerçekten böyle bir şey var mı?
Bu çalışmamın konusu yeme bozuklukları. Kurgu okumanın yeme bozukluklarına etkisini bulmak için yeme bozuklukları üzerine çalışan, İngiltere’nin önde gelen hayır kurumlarından Beat ile işbirliği yaptık. Deneklerin okuma alışkanlıklarıyla ruh sağlıkları (yeme bozuklukları bağlamında) arasındaki bağlantıları görmek için ayrıntılı bir çevrimiçi anket hazırladık. Ankete 885 kişi katıldı ki bunlardan 773’ünün yeme bozukluğuyla ilgili kişisel deneyimleri vardı.
Sonuçlar yeme bozukluğu deneyimi olanların %69’unun, yeme bozukluklarını düzeltmek için hem kurgu hem de kurgu dışı eserler okuduklarını ortaya koydu. Bu deneklerin %36’sı ise kurgu ya da kurgu dışı eserler okumanın yeme bozukluklarını aşma konusunda kendilerine yardımcı olduğunu belirtti. Farklı metin türlerinin yeme bozukluklarına yararlı mı yoksa zararlı mı olduğu sorulduğunda denekleri %15’i, konusu yeme bozukluğu olmayan kurgu eserlerin kendilerine diğer metinlerin hepsinden daha fazla yardımcı olduğunu belirttiler. Aynı zamanda, içinde yeme bozukluğu geçen anıların en zararlı metinler olduğu, ikinci en zararlı metin türünün ise yeme bozukluğuyla ilgili kurgu eserlerin olduğu ortaya çıktı. Bu sonuçlar, çok karmaşık bir etkiler toplamını ortaya koyuyor.
Peki, kurgu okumak sağlığımızı, olumlu ya da olumsuz, gerçekten nasıl etkileyebilir? Etkileyebilir mi? Baskın teorik bakış, özdeşleme sürecinde (metindeki karakterle ya da durumla özdeşleşmenin) terapötik etkilerin ortaya çıktığını öne sürüyor. Bu sürece muhtemelen güçlü bir katarsis de eşlik etmekte, sonrasında da metinden devşirilen içgörünün kişisel değişime dönüştürüldüğü sorun çözme aşaması gelmektedir. Bu model, genellikle, okuyucununkine mümkün olduğunca çok benzeyen durumların betimlendiği metinleri gerektirmektedir ve metinlerin mutlu ama gerçekçi sonları olmalıdır.
Bu modeli sorgulamak için birçok nedenimiz var. Eğer kendimize çok benzeyen biri hakkında okumanın tedavi edici etkileri varsa, o halde sözgelimi, bunun kendi günlüklerimizi tekrar tekrar okumaktan ne farkı olabilir? Benzerlik kavramı bir noktada kendini sınırlıyor mu? Eğer öyleyse hangi noktada? Ve hangi durumlarda (hastalığın doğası, yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum) benzerlik daha etkilidir?
Terapötik değişimde içgörünün her zaman temel itici güç olup olmadığı da sorgulanabilir. Kronik yeme bozukluğu durumunda, içgörü seviyesinin yüksek olması genellikle bu içgörüyle hareket edememeyi de beraberinde getirir. En azından uzun süredir bu dertten mustarip olanlarda, hastalığın korkunçluğunu teyit eden okuma deneyimlerinden ziyade kişinin kendine inancını ve motivasyonunu arttıran okuma deneyimlerinin daha önemli bir rolü olabileceği söylenebilir.
Araştırma bulguları, dikkatimizi okumanın olumlu etkilerinin yanı sıra olumsuz etkileri de olabileceğine götürmektedir: Birden fazla yeme bozukluğundan kurtulmaya çalışan 18 yaşındaki bir kadın denek, bu durumu “kendimi neden aç bırakmak istediğimi ve mantıksız düşüncelerimi hatırlatıyor” diyerek ortaya koymuştur. Okumanın yeme bozuklukları üzerindeki etkileriyle ilgili ifadeler, ezici bir çoğunlukla olumsuzdu: 18 denek birbirinden habersiz şekilde, “tetikleyici” metinler seçtiklerini ya da yeme bozukluklarını kötüleştireceğini düşündükleri kitapları seçtiklerini söylediler.
Birçok denek de yeme bozukluklarının, okuyacakları kitapları seçerken onları oldukça seçici olmaya zorladığını çünkü en ufak bir şeyin karışık zihin durumlarını kötüleştirebileceğini belirtti. Eğer bir sebepten (benlik saygısının düşük olması gibi) yeme bozukluğu sizi kapana kıstırmış gibi hissediyorsanız, muhtemelen belirli türdeki metinleri okumaya ya da belirli biçimde (olumlu şeylerde bile kötü bir şeyler arayarak) okumaya meyledeceksiniz. Bu da kendinizi daha kötü hissetmenize neden olacaktır; belki kendinizi birdenbire daha şişman hissedeceksiniz ya da kilo verme konusunda daha kararlı hale geleceksiniz. Bu durum sizi daha sağlıksız okuma biçimlerine götürecek ve bu kısır döngünün kırılması gidererek daha zor hale gelecektir.
Nedir, kurgu okumak bu döngüyü kırabilecek ender şeylerden biridir. Yeme bozukluklarıyla tamamıyla ilgisiz olan kurgu eserler, birçok bakımdan tedavi edici olabilir. Alternatif dünyaları keşfedip kendinize hayatınızın çok daha farklı olabileceğini telkin edebilirsiniz. Anoreksiyadan kurtulmaya çalışan 27 yaşındaki bir erkek deneğin ifade ettiği gibi: “Bilim kurgu okuduktan sonra modum yükseldi ve evrenle barış içinde hissetmeye başladım.”
Bir dahaki sefere elinize kitap aldığınızda soluklanıp neden okuduğunuzu bir düşünün. Beyaz kağıt üzerindeki siyah işaretlerde belki de avuntunun, şifanın ya da ilhamın izlerine rastlayacaksınız.
Emily Troscianko
Oxford Üniversitesi İnsani Bilimler Araştırma Merkezi
Kaynak: The Independent
Çeviren: Onur Çalı
edebiyathaber.net (18 Ocak 2019)