Furûğ Ferruhzâd’ın “Kuş Ölümlüdür Sen Uçmayı Hatırla” adlı şiir kitabı, Levent Çeviker çevirisiyle Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
Aşkın bütün güzelliği ve yıkıcılığıyla var ve yaşanabilir olduğunu cesaretle, özgürce ortaya koyan Furûğ’un şiiri, İranlı genç bir kadının baskıcı ataerkil cendereden benliğini ve iradesini kurtarmak için verdiği “ölümüne” mücadelenin de hikâyesidir. Farsçanın ünlü şairlerinden Ahmed Şamlu onu “rüzgârın akışını ve aşk’ı yani ölümün kardeşi’ni kabul etmiş” şair olarak selamladığı şiirinde, bu genç isyancıdan kalanı aramak isteyenlerin “dağın dergâhına, denizin ve otların eşiğine” gitmeleri gerektiğini belirtir. Çağdaşı Sohrâb Sepehrî’ye göreyse Furûğ, en âşıkane coşkuları hayatın aynasında “tefsir eden”, sevginin “ağaç üslûbuyla” konuşan, “hiç”in sınırlarına kadar giderek “ışık havsalası”nın ardına çekilen, yokluğuyla “biz”i yalnız bırakmış büyük bir şairdir. Kadın yaşamını her düzeyde baskılayan sistemin ideolojik, kültürel ve siyasal kaynaklarına yönelik şiddetli bir direnci simgeleyen bu şiir sadece İranlı kadınları ve toplum kesimlerini etkilemekle kalmamış, içerdiği eşitlikçi ve özgürlükçü evrensel bildiri tüm dünyada geniş yankılar yaratmıştır.
Furûğ Ferruhzâd
Fars edebiyatının en ünlü kadın şairi olan Furûğ Ferruhzâd, 5 Ocak 1935’te Tahran’da doğdu. İlköğretimini tamamladıktan sonra Hüsrev-i Haver Lisesi’ne gitti. Klasik Fars şiiri ustalarını, özellikle Hâfız-ı Şirâzî’nin gazellerini örnek alarak kendi şiirlerini yazmaya bu yıllarda başladı.
Henüz on altı yaşındayken, kendisinden on beş yaş büyük olan akrabası Perviz Şâpur ile evlendi. Kısa süren bu evlilik ilişkisinden Kâmyar adında bir oğlu oldu. Doğum sonrası taşındıkları Ahvaz’ın tutucu yapısının da etkisiyle sorunlar yaşadığı eşinden 1954 yılında ayrıldı.
Bir yıl sonra, 1955 yılında, genç bir kadının beklenti, pişmanlık, yalnızlık, terk edilmişlik, kuşku ve yılgınlık gibi ruh hâllerini içeren Esîr (Tutsak) yayımlandı. Aynı yılın eylül ayında, evlilik sürecindeki sıkıntılar, doğum, boşanma ve çocuğundan mahrum edilme gibi sarsıcı olayların etkisiyle geçirdiği sinir krizi sonrasında intihara teşebbüs etti.
Yaşadığı travmatik olayları daha kolay atlatabilmek için Temmuz 1956’da Avrupa seyahatine çıktı. Tahran’a döndükten sonra aynı yıl film yapımcısı, senarist ve yönetmen İbrahim Gülistan’la tanıştı. Aşk ânları, aşk üzerine düşler, âşıkların yakınmaları ve esaret duygusunu işleyen şiirlerden oluşan ikinci kitabı Dîvar (Duvar) yayımlandı.
Furûğ’un Duvar’dan iki yıl sonra çıkan üçüncü kitabı İsyan, şairin içinde bulunduğu karmaşık ruh hâlini, çevresini kuşatan duvarlarla yüzleşmiş genç bir kadının kendini tutsaklıktan kurtarma kıvancını, öfke ve cesaretini imgeleyen şiirlerden oluşuyordu.
İsyan kitabının basımı sonrasında Furûğ sinemaya yöneldi. Montaj sürecinde görev aldığı, Ahvaz’daki petrol kuyusu kazısında meydana gelen bir patlamayı konu alan Bir Ateş filmi, 1962 yılında Venedik Film Festivali’nde altın madalyayla ödüllendirildi. Bu süreçte toplumsal etkinliklerini yoğunlaştıran şair, Tebriz’deki cüzzam hastanesinde görüp hissettiklerini içtenlikli bir sinema diliyle aktaran Ev Karadır adlı belgesel filmi çekti. Furûğ’un kendi yaşamından ve şiirlerinden izler taşıyan film 1963 yılında, Batı Almanya Film Festivali’nde “En İyi Belgesel Film” ödülünü kazandı.
1963 yılında İtalyan yazar Luigi Pirandello’nun Altı Kişi Yazarını Arıyor adlı tiyatro oyununda oyuncu olarak rol alan Furûğ, yıl boyunca dönemin önde gelen edebiyat dergilerinde şiirlerini yayımladı. 1964 ilkbaharında, bu şiirleri de içeren dördüncü şiir kitabı Tevellud-i Dîger (Yeniden Doğuş) yayımlandı. Kendine özgü söyleyiş tarzının damgasını vurduğu yapıt, edebiyat çevrelerinde yoğun ilgiye konu oldu. 1966 yılı ilkbaharında, film yapımcılığı ve yönetmenlik eğitimi almak üzere çalıştığı Gülistan Film şirketinin desteğiyle Londra’ya gitti. Oradan Film Senaristleri Festivali’ne katılmak üzere İtalya’ya geçti ve sonrasında Tahran’a döndü.
Furûğ 14 Şubat 1967’de, Tahran’da geçirdiği trafik kazasında, henüz otuz iki yaşındayken yaşama veda etti.
Ölümü edebiyat çevrelerini derinden sarstı. Ahmed Şamlu, Sohrab Sepehrî gibi önemli adlar başta olmak üzere çok sayıda yazar, genç kadın şairin kaybından duydukları üzüntüyü dile getiren şiirler, ağıtlar ve yazılar kaleme aldı.
Kişisel yazgısıyla ilgili kehanet kertesinde göndermeler içeren son şiirlerini bir araya getiren İman Beyaverîm be Âgaz-ı Fasl-ı Serd (İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına) adlı son kitabı, şairin trajik ölümünden yıllar sonra, 1974’de basıldı.
Furûğ, İran toplum yaşamı ve edebiyatındaki “ötekiler”in de sesiydi. Kadınların günlük yaşamda karşılaştıkları sorunları kâğıda döktü. Acı çekmeyi meşrulaştırmayı, bunun bir yazgı olarak kabul edilmesini reddetti. Kadınlara reva görülen hapsedilmiş yaşam tasavvuruna karşı bayrak açtı ve yasaklamalara, kısıtlamalara karşı durdu. Tahrip olan, kesintiye uğrayan aşklar ve parçalanmış birliktelikler, âşıklar ve mâşuklar, zalimler ile mazlumlar, kuş ile onu kafese hapsedenler onun şiirinde kendilerine geniş ölçekte yer buldu. Efendi ya da köle, avcı ya da av, erkek ya da kadın; her biri kendi hayâl kırıklığını ve ıstırabını onun şiirinde tecrübe etti.
Bütün bu şiirsel özelliklerle birlikte şiirinin içerdiği eşitlikçi ve özgürlükçü evrensel bildiri tüm dünyada geniş yankılar yaratmış; kadınların dünya ölçeğinde seslendiremediği çeşitli arzuları içtenlikli, cesur bir dille işleyen güçlü şiiri Furûğ’u zaman içinde çağın şiir söylenlerinden biri hâline getirmiştir.
edebiyathaber.net (7 Kasım 2019)