Eskiden beri polisiye filmlerin ve dedektiflik romanlarının bende ayrı bir yeri olmuştur. Son yaptığım üç okumanın da aynı türde olduğunu fark edince, bu konuda bir şeyler yazmanın, üç yazarı ve kahramanlarını bir araya getirmenin ilginç olabileceğini düşündüm.
Kızıl Dosya – Arthur Conan Doyle
Yazarın kahramanı Sherlock Holmes’ü ve arkadaşı, yardımcısı Dr. Watson’ı okurlarına tanıştırdığı ilk kitabı. İlk kitabın gördüğü ilgi ve gösterdiği başarıdan sonra, Sherlock Holmes ve Dr. Watson’ın maceraları seriye dönüşmüş, polisiye edebiyatın en tanınmış ikilisini oluşturmuştur. Maceraları birçok dile çevrilmiş, filme alınmıştır. Halen Netflix’te Benedict Cumberbatch’in Sherlock Holmes’ü başarıyla canlandırdığı -elbette Arthur Conan Doyle’un yazmadığı, kahramanını ödünç verdiği- modern versiyonu yeni kuşaklar tarafından ilgiyle izlenmektedir.
Kızıl Dosya, kurgusu, temposu düşmeyen canlı anlatımıyla türün klasikleri arasında yer almaktadır. İlk yayımlandığı tarih olan 1887’den beri, aradan geçen onca zamana rağmen, hâlâ okurun ilgisini çekmeyi başarmaktadır. Kitapta yazarın anlattığı olaylar, mekânlar, yarattığı karakterler kolayca gözümüzde canlanmaktadır. Yazıldığı dönemin çok ilerisinde, ardından gelen birçok yazara ilham kaynağı olmuş bir romandır. Bu arada, Kırmızı Kedi’nin klasik olarak yayımladığı romanın keyifle okunmasında İlknur Özdemir’in başarılı çevirisinin de payı olduğunu belirtmeliyim.
Kitap, Dr. Watson’ın anlatımıyla başlıyor. Sherlock Holmes’le tanışmalarına tanık oluyor ve daha sonra kira bedelini azaltmak için aynı evde yaşamaya başlamalarıyla onların dünyasına giriyoruz. Kahramanlarımız, iki yaşlı Amerikalının peş peşe Londra’da öldürülmeleriyle Londra polisine yardım etmek için olaylara dahil oluyorlar. Yazar, Watson üzerinden, onun gözlemleriyle ve heyecanına okuru da ortak ederek Sherlock Holmes’ün ince zekâsını, metodik düşünce tarzını, küçük ipuçlarından çıkardığı varsayımlarla olayları çözme yeteneğini adım adım gösteriyor.
Kitapta bana en ilginç gelen, şaşırtan taraf kurgusu oldu. Doyle, kahramanları Holmes ve Watson’a kitabın ortalarında cinayetleri çözdürüp, katili de yakalatıyor. Bundan sonra ne anlatabilir ki diye düşünürken, yazar cinayetlerin sebebini anlatmak için okuru başka bir zaman ve mekâna götürüyor. Amerika’da geçen ikinci kısımda mormonlarla tanışıyoruz. Onların gelenek, görenek, yaşayış şekillerini ve gizemli dünyalarını öğreniyoruz. Bu uzun bölümde Sherlock Holmes ve Watson yok.
Kitabın ilk bölümü Londra’da geçen bir polisiye, ikinci bölümü ise 40-50 yıl önce Amerika’da geçen bir western gibi. Roman bittiğinde sanki iki ayrı kitap okumuş hissine kapıldığımı da belirtmeliyim. Yazar, her iki bölümde de, bir polisiyede mutlaka olması gereken en önemli unsurlardan biri olan merak duygusunu sonuna kadar koruyor. Bu nedenle türünün klasikleri arasına girmeyi başarıyor.
Son olarak, Arthur Conan Doyle’un 1800’lü yılların sonlarına yaklaşırken iletişim olanaklarının kısıtlı olduğu bir zamanda mormon tarikatıyla ilgili bu bilgileri nasıl edindiğini, başka bir kıtada yaşamasına rağmen Amerika’yı nasıl bu kadar iyi anlatabildiğini de merak ettim doğrusu. Yayımlandığı tarihte okurlar tarafından mormonların anlatıldığı ikinci kısım nasıl karşılandı bilmiyorum ama bugün bile okurken tarikat yaşamını ürkütücü bulduğumu söylemeliyim.
Roger Ackroyd Cinayeti – Agatha Christie
“Roger Ackroyd Cinayeti”, İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin en başarılı eserlerinden sayılmaktadır. Küçük bir taşra kasabası olan King’s Abbot’ta geçen olayları yazar ilmek ilmek işlemiştir. Sayfalar ilerledikçe gerilim ve merakın dozu giderek artar. Olaylar kasabanın doktoru James Shephard’ın gözünden ve kaleminden anlatılır. Dr. Shephard ablası Caroline ile birlikte yaşayan, mesleği gereği kasabadaki herkesi tanıyan biridir. Hemen bitişik evde yeni komşuları olan, kendini emekliye ayırıp King’ Abbot’a gelmiş meşhur Belçikalı dedektif Hercule Poirot oturmaktadır. H. Poirot birden kendini içinde bulduğu Roger Ackroyd cinayetini çözmeye çalışırken, Dr. James Sephard ona yardımcı olur. Sherlock Holmes’ün yardımcısı Dr. Watson’ın yerini burada Dr. Shephard alır ilginç bir tesadüfle.
Agatha Christie, diğer kitaplarında da olduğu gibi, cinayetin ardından olayla uzaktan yakından ilgili olabilecek kişileri ve detayları teker teker dedektifi Hercule Poirot’un araştırması sırasında okurla paylaşır. Olayla ilgili tüm kişilerden şüphe etmemizi sağlayacak küçük ipuçlarını verir ve her zaman başardığı üzere kitabın sonunda beklenmedik sürpriz bir finalle bizi şaşırtır.
“Roger Ackroyd Cinayeti”, Christie’nin okuduğum diğer kitaplarından daha farklı daha esprili bir kitap. Caroline ve James Shephard’ın son derece ince zekâ içeren birbirlerini iğneleyici diyaloglarını, kasaba sakinlerinin en önemli aktiviteleri olan dedikodularını okurken yüzünüzde hafif bir tebessümün belirdiğini fark edebilirsiniz.
Kitap sadece polisiye bir roman olarak değil, o dönemdeki İngiliz taşra kasaba hayatını anlatan bir edebi eser olarak da başarılı.
Hercule Poirot’un olayları çözümleme şekli ve kitabın kurgusu sonuna kadar klasik Christie anlatımıyla ilerlemişken, finalde yazar yine okuru ters köşe edip, bütün tahminleri yanlış çıkarıp şaşırtmayı başarıyor.
Final bana günümüz yazarlarından Dennis Lehane tarafından romanı yazılmış, yönetmen Martin Scorsese tarafından başrolünü Leonardo Di Caprio’nun oynadığı başarılı bir filmi de yapılmış “Shutter Island”ı (Zindan Adası) hatırlattı. Lehane’in kitabını yıllar önce okuyup finaldeki şaşırtıcı kurgusuyla çok beğenmiştim. Ancak, “Roger Ackroyd Cinayetini” okuyunca. Lehane’in fazlasıyla bu kitaptan esinlendiğini düşündüm.
Yanlış Bir Adım – Harlan Coben
Harlan Coben ile tanışmam “Asla Vazgeçme” isimli kitabından yapılan filmi izlemem ile olmuştu. Daha sonra yazarın Türkçeye çevrilen neredeyse tüm kitaplarını okudum. Hemen belirteyim “Yanlış Bir Adım” Coben’in okuduğum son kitabı ama en iyi kitabı değil. İlk defa okumak isteyenlere “Asla Vazgeçme” ile başlamalarını öneririm. Daha sonra da yazarın aykırı dedektif ikilisi Myron Bolitar ve Win ile tanıştığım ilk kitabı olan “Oyun Bozan”ı tavsiye ediyorum.
Harlan Coben günümüz Amerikan “Best Seller” edebiyatının en tanınmış isimlerinden biri. Kitapları 41 dile çevrilmiş ve 50 milyondan fazla satmış. Coben, “Edgar, Shamus ve Anthony” gibi üç önemli ödülü birden alan ilk yazar olma özelliğine de sahip.
Coben’in kitaplarında mizah ve diyaloglar önemli bir yer tutuyor. Amerikan toplumuna, dizilerine ve sansasyonel kişilerine yaptığı göndermeler bizim gibi yabancı okurları tarafından her zaman tam anlaşılamasa da, yine de kitaplarını okurken yer yer kahkahalarla gülebiliyorsunuz. Kahramanları Myron ve Win’e en zor en sıkışık durumlarda bile espri yaptırabiliyor.
Coben’in kitaplarında dikkatimi çeken bir başka özellikte yazarın Amerikan toplumunu çok iyi gözlemlemiş olması, orta ve alt kesimlerdeki aile yapılarını, ilişkileri ve diyalogları çok canlı bir şekilde romanlarına taşıması. Kurmaca okuyor hissine kapılmadan okuyorsunuz.
Bir de sanırım Coben’in elinde keşke bende de olsa diyebileceğim çok sağlam bir polisiye kurmaca formülü var. Kitapları hep aynı formatla, formülle benzer şekilde yazılmış görünseler de, her defasında sıkılmadan sonuna kadar okutmayı başarıyor. Yazarın diyaloglardaki başarısını tekrar vurgulamak isterim. Romanlarının neredeyse % 90’ı diyaloglardan oluşuyor. Yazarlık yapanlar bilir, akıcı, yapay olmayan diyaloglar oluşturmak hiç de kolay değildir. Bir polisiye romanda diyaloglarla olay örgüsünü tempoyu düşürmeden, okuru sıkmadan ilerletmek ise daha da zor bir iş.
Harlan Coben’in sıra dışı kahramanları Myron Bolitar ve Win’in , Sherlock Holmes-Watson ikilisi ile veya Agatha Christie’nin kahramanları Hercule Poirot veya Miss Marple ile en ufak benzerlikleri yok. Myron ve Win günümüzde yaşıyorlar, her türlü pis işe bulaşıp çıkıyorlar. Bazen Win yasa dışına da çıkıyor. Yine de romanların sonunda olayları çözüp okurun sevgisini ve takdirini kazanıyorlar. Onlarda Sherlock Holmes ve Hercule Poirot’taki kibir de yok.
İskoç yazar Arthur Conan Doyle, İngiliz yazar Agatha Christie ve Amerikalı yazar Harlan Coben ve yarattıkları kahramanlar, polisiye türünün meraklıları tarafından okunmayı bekliyorlar. Klasik ya da ağır sayılacak zorlu edebi metinlerden bunaldığınızda, biraz keyif, merak ve tebessümle kolay okunabilecek bir şeyler istediğinizde, elinizin altında birkaç tanesinin olması size de iyi gelebilir.
Ahmet Erdemli – edebiyathaber.net (23 Mart 2020)