Bir okuma disiplini yaratmak, sadece teşvik edici bir şeye fazlasıyla rol yüklemektir. Okuma tinsel hayatın eşiğidir, oradaki yolu bize gösterebilir, yolu oluşturmaz.
Marcel Proust
Gerçek anlamda okuma, yazı yazar gibi okumaktır.
Adnan Binyazar.
Okumak eylemi insanlık tarihinin en eski ve en güçlü araçlarından biridir. Ancak burada asıl meselemiz, “okur” kelimesinin ötesine geçerek “edebiyat okuru” kavramını ele almak. Çünkü her okur, edebiyat okuru değildir ve edebiyat okuru olmak, yalnızca kelimeleri gözle taramaktan çok daha ötesini gerektirir. Edebiyat okuru olmak “mış gibi” okumaya, gösterişe ihtiyaç duymaz. Örneğin Cemil Meriç’e göre gerçek okuyucu için edebiyat, rastgele bir vakit geçirme aracı değil, başlı başına bir amaçtır.
Okur… Hepimizin tanıdığı, her gün karşılaştığı bir kelime. Ancak, bu tanıdık sözcüğün derinliklerinde saklı olan anlamları pek sorgulamayız. Hele ki “edebiyat okuru” dediğimizde, bambaşka bir dünyanın kapılarını araladığımızı fark ederiz. Çünkü her kitap, her metin, okur için bir pencere sunar; ama bu pencereye bakabilmek cesaret, dikkat ve anlayış ister. İşte edebiyat okuru, tam da bu becerilere sahip, duyarlılığı yüksek ve hassas olan kişidir. Böyle bir kişiliğe sahip olan birey, yani edebiyat okuru ne/neler yaptığı da merak edilir. Örneğin sadece bir hikâyeyi okur ve bitirir mi, yoksa her satırın altındaki insanî gerçeklikleri, toplumsal yansımaları ve estetik dokuyu keşfetmeye mi çalışır?
Bireysel okumalarım ve bu süreçte tuttuğum düşünsel notlar, edebiyat okurluğunu anlamak için psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla ele almanın önemini fark etmemi sağladı. Özellikle, genellikle en çok bilinen bazı edebiyat eserlerini (romanları) okudukça notlarımın giderek daha zenginleştiğini gözlemledim. Bu yazıyı kaleme almamda, bu notların etkili olduğunu söyleyebilirim. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için somut örnekler vermenin faydalı olacağını düşünüyorum.
Psikolojik açıdan, edebiyat okurluğu, bireyin empati yeteneğini beslediği, hayal gücünü zenginleştirdiği ve zekayı efendileştirdiği/eğittiği de söylenebilir. Edebiyat okuru, metnin içine girip onun duygusal derinliklerine inebilen kişidir. Bu kişi, yalnızca olayların ya da karakterlerin yüzeysel hikayelerini okuyup geçmez, aynı zamanda kendi iç dünyasını yeniden keşfeder, bir şekilde metnin ruhuna dokunur. Her kelime, her cümle ve her paragraf, onun zihninde yankılanır ve iç dünyasında bir dönüşüm yaratır. Örneğin, Tolstoy’un Anna Karenina’sını okuyan bir okur, yalnızca Anna’nın trajedisini değil, kendi hayattaki seçimlerini ve tutarsızlıklarını da sorgular. Tolstoy’un Anna’ya çizdiği yol, okuru hem karakterin dünyasına hem de kendi kalbine bir yolculuğa çıkarır.
Bir başka örnek olarak Dostoyevski’nin Suç ve Ceza eserini düşünelim. Raskolnikov’un bir cinayet işlemesinin ahlaki gerekçelerini anlamaya çalışırken, okur yalnızca yazarın anlattığı hikâyeyi değil, kendi vicdanını ve adalet kavramını da sorgular. Edebiyat okuru için bir roman, yalnızca sayfalarda yazılı olan bir hikâye değildir; aynı zamanda kendi ruhunun aynasıdır. Çünkü okur bazen okuduklarına yönelik empati yapar. Empati kurmak Psikolojik açıdan edebiyat okurunun en temel özelliklerinden biridir:Örneğin Dostoyevski’nin bir mahkûmu, Virginia Woolf’un (Dalgalar, Orlando gibi) eserlerinde zihinsel gelgitleri yaşayan karakterlerini okumak, bireyi kendi küçük dünyasının dışına çıkarır. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını okuyan bir kişi, Raif Efendi’nin yalnızlığına, aşka olan çaresiz tutkusuna ve topluma yabancılaşmasına dair bir anlayış geliştirir. Raif Efendi’nin hissettikleri, okurun kendi geçmiş anılarına dokunabilir, belki de onun yalnızlığına ve özlemlerine ışık tutabilir. Okur, bir anda kendi varoluş sınırlarını aşar ve farklı hayatların içine doğar. Bu, yalnızca zihinsel bir süreç değildir; aynı zamanda duygusal bir titreşimdir. İyi bir edebiyat metni, okurun kalbinde yankılanır, onu sarsar, değiştirir veya iç dünyasında dönüşüm yapar.
Edebiyat okurluğu sadece empati yapmakla, iç dünyada dönüşüm gerçekleştirmekle sınırlandırılamaz, edebiyat okurluğu cesaret de ister. Çünkü iyi bir okur, yalnızca mutluluk ve huzur verici hikayelerle değil, insan ruhunun karanlık yüzüyle de yüzleşme durumunda kalır. Örneğin Kafka’nın karamsarlığı, Albert Camus’nün anlamsız/saçma gelen düşünceleri ya da bir başka yazarın/eserin hüzünlü dünyası, okuru rahatsız edebilir. Ancak bu rahatsızlık, bireyin içsel sorgulamalarına zemin hazırlar ve onu daha olgun bir insan yapar. Psikolojik açıdan, edebiyat okuru, kendi zihinsel dönüşümünü sürekli olarak harekete geçiren bir bireydir.
Sosyolojik açıdan edebiyat okuruna bakıldığında onun yalnızca bireysel bir varlık olmadığı; aynı zamanda toplumsal bir aktör olduğu gerçeğidir. Çünkü her metin, yazıldığı dönemin ve coğrafyanın bir aynasıdır. Toplum, bir bireyin dünyasında olduğu kadar, edebiyatın dokusunda da kendini gösterir. Bu bağlamda, edebiyat okuru, bir metni okurken o dönemin sosyal, politik ve kültürel bağlamını dinamiklerini ve tarihsel bağlamını anlamaya çalışır. Yani sosyolojik açıdan, edebiyat okuru, bir metni toplumsal bir ayna olarak görebilme becerisine sahiptir. Örneğin, Charles Dickens’ın eserlerini okurken, 19. yüzyıl İngiltere’sinin sınıf ayrımlarını ve sanayi devriminin yarattığı çelişkileri fark eder. Ya da Yaşar Kemal’in satırlarında, Anadolu insanının çile dolu hayatına tanıklık eder. Bu bağlamda, edebiyat okuru, sadece bir gözlemci değil; aynı zamanda bir sorgulayıcıdır. Okuduğu metinler üzerinden toplumu, düzeni ve hatta kendi bireysel sorumluluklarını sorgular. Yine Charles Dickens’ın Oliver Twist’i, Viktorya dönemi İngiltere’sinin yoksulluk ve sınıf ayrımını ortaya koyar. Bu romanı okuyan bir edebiyat okuru, yalnızca Oliver’in hayatta kalma mücadelesine değil, aynı zamanda sanayi devriminin yarattığı toplumsal adaletsizliğe de tanık olur. Bu tanıklık, okurun yalnızca kitap sayfalarında kalmaz; aynı zamanda kendi dünyasını da sorgulamasına neden olur.
Benzer şekilde, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Anadolu köylüsünün toprak ağalarına karşı mücadelesini işler. İnce Memed’in adalet arayışı, bireysel bir hikâye gibi görünse de, aslında bir dönemin toplumsal eşitsizliklerini gözler önüne serer. Edebiyat okuru, bu hikâyeyi okurken, kendi toplumunda var olan adalet anlayışını, hak mücadelesini ve bireyin sistemle olan çatışmasını sorgulamaya başlar.
Bir diğer önemli nokta, edebiyatın, farklı kültürleri bir araya getiren bir köprü olmasıdır. Edebiyat okuru, farklı milletlerden, dillerden ve kültürlerden gelen eserleri okuyarak, dünya görüşünü genişletir. Bu, yalnızca bireysel bir zenginlik değil; aynı zamanda toplumsal bir gerekliliktir. Çünkü edebiyat, toplumların birbirini daha iyi anlaması ve ötekileştirme yerine bir arada var olabilmesi için en güçlü araçlardan biridir. Farklı kültürlere açılan bir kapı olarak edebiyat, sosyolojik bir köprü işlevi görür. Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ını okuyan bir edebiyat okuru, yalnızca Buendía (romanın geçtiği güney Amerika kasabası) ailesinin destansı hikâyesine değil, Latin Amerika’nın toplumsal yapısına, siyasi çalkantılarına ve tarihine de şahit olur. Böylece edebiyat okuru, kendi kültürel sınırlarını aşar ve evrensel bir anlayış geliştirir, ufku genişler.
Edebiyat okuru olmak, dikkatli ve eleştirel bir zihin gerektirir. Bir metni okumak, onun her kelimesine ve her mesajına teslim olmak anlamına gelmez. Çünkü edebiyat okuru, metni pasif bir şekilde tüketen biri değildir. O, metni sürekli olarak sorgulayan, yazarın anlattıklarının ötesine geçen bir düşünürdür. Yazarın ne anlatmak istediğini ve bunu nasıl başardığını çözümlemeye çalışır. Eleştirel bir bakış açısı, edebiyat okurunun en önemli özelliklerinden biridir. Örneğin, George Orwell’in 1984 romanını okuyan bir okur, yalnızca totaliter rejimlerin baskısını değil, modern dünyada bireylerin nasıl kontrol edildiğini ve kişisel özgürlüklerin ne şekilde tehdit altında olduğunu, benzer yapıları da sorgular. Eleştirel okuma, edebiyat okurluğunun temel taşlarından biridir. Ancak bu eleştiri, yıkıcı değil; yapıcı bir eleştiridir. Edebiyat okuru, metni daha derinlemesine anlamak ve ondaki boşlukları doldurmak için sorular sorar. Bu da onun edebi zevkini ve entelektüel birikimini sürekli olarak geliştirir.
Dikkatli bir okuma, aynı zamanda metnin estetik boyutuna değer vermek anlamına gelir. Bir yazarın dilini, üslubunu ve kurgusunu anlamak, edebiyat okurunun keyfini katlayan unsurlardır. Metni sadece bir “mesaj” olarak değil, bir sanat eseri olarak görmek, edebiyat okurunun estetik bilincini gösterir. Aynı şekilde, eleştirel bir okur, bir yazarın anlatım tarzını ve üslubunu da inceler. Örneğin, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını okuyan bir edebiyat okuru, eserin hem ironik dilini hem de alt metinlerinde yatan bireysel ve toplumsal eleştirileri analiz eder. Bu süreç, okuru metni derinlemesine anlamaya iter ve ona edebiyatın estetik değerini takdir etme fırsatı sunar.
Neticede edebiyat okuru olmak, hem bireysel hem de toplumsal bir yolculuğa de benzetilebilir. Bu yolculuk hem içe dönük hem de dışa dönük bir keşfe yol açar. Psikolojik olarak bireyin kendi ruhuna, sosyolojik olarak ise toplumların dinamiklerine açılan bir kapıdır. Her metin, okur için yeni bir dünya ve yeni bir düşünce evreni sunar. Çünkü edebiyat, insan ruhunun en derin sırlarını taşıyan ve bunları okuruna açan bir aynadır. Tolstoy’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Yaşar Kemal’e, Dostoyevski’den Gabriel Garcia Marquez’e kadar, her büyük yazar, okurunu kendi dünyasında bir yolculuğa çıkarır.
Bu yolculuk, empatiyle, dikkatle ve eleştirel bir zihinle yapılır. Edebiyat okuru, yalnızca kitapları bitirmekle yetinmez; onları anlamak, sorgulamak ve onlardan öğrenmek ister. Edebiyat, bir ayna gibi, hem bireyin ruhunu hem de toplumun yüzünü yansıtır. Bu aynaya bakmayı bilen her kişi, gerçek bir edebiyat okuru olma yolunda ilerler.
Proust’un “kitaplarda sahte sevimlilik yoktur” düşüncesine, okumada da sahte yaklaşım olamaz anlayışı eklenebilir. Bunun için mış gibi veya okumuş olmak için okumamak şartıyla, her kitap, okurunun kalbinde ve zihninde yeniden yazılır. Derrida’nın da dediği gibi her metin her okur tarafından ayrı anlamlar kazanır. Bu yeniden yazma süreci, edebiyat okurunun en büyük gücüdür. Bu gücü kullanabilen herkes, hem kendini hem de dünyayı daha iyi anlayabilir.
edebiyathaber.net (3 Aralık 2024)