Okurluk ve kitap tutkusuna dair çok şey söylenebilir. Çünkü konu epey değişken bir durum içerir. Bu nedenle konuya dair farklı tanımlamalar yapılmış, pek çok yazar tarafından ele alınmıştır. Örneğin; Manguel “Gezgin, Kule ve Kitap Kurdu”[1] adlı metninde çeşitli okuyucu tiplerinden ve onlara yüklenen metaforik anlamlardan bahseder. “Kitap kurdu”, “kitap delisi” gibi benzetmelerle de okurluğu ve temsil edilme biçimlerini anlamaya çalışır. Bu iki kullanımın “aklı başından gitmiş okuru gülünçleme” anlamında kullanıldığını belirtir. Aklı başından gitmiş okur ona göre Flaubert’in ilk eserlerinden itibaren karşımıza çıkar. Ki haklıdır da.
Flaubert’in “kitap delisi” olmayı anlattığı kitaplarından “Bibliyomani”[2], onun ilk metinlerinden birisi olmasının yanında okurluk ve kitap tutkusu bağlamında da özel bir yere sahiptir çünkü Flaubert, bir kitap bağımlısının hikâyesini anlatır. Öykünün kahramanı kitapçı Giacomo yaşamını sadece kitaplar üzerine kuran bir karakter. Ancak onun kitaplarla kurduğu ilişki bildiğimizin biraz ötesinde. Bir tutku, saplantı ve sonu cinayete kadar giden bir bağımlılık düzeyinde. Flaubert’in cümleleriyle onu daha yakından tanıyalım: “Nadir ve ilginç kitapların satışa çıkarıldığı mezat günleri haricinde sokakta nadiren görünürdü. Mezat günü geldiğindeyse o uyuşuk o gülünç adam gider, yerine bambaşka biri gelirdi. Gözleri parlar, oradan oraya koşturur, yerinde duramaz, durmadan tepinirdi; sevincini, üzüntüsünü, derdini ve ıstırabını dizginlemeyi katiyen beceremezdi; evine göğsü daralmış, nefesi kesilmiş, dili damağına yapışmış halde dönerdi. Biricik kitabını eline alır, bir cimrinin servetine, bir babanın kızına, bir kralın tacına duyduğu sevginin emsali bir tutkuyla onu seyre dalar, gözleriyle okşar, bağrına basardı.” Manguel Flaubert’in bu karakteri için şöyle söylüyor; “Takıntılı kitap manyağı kitapların içinde yolculuğa çıkmadan, onları okumaya azimli bir yere kapanıp, onları sahiden sahiplenmeden biriktiren kitap kurdunun girdiği amansız kılıklardan birisidir. Kitaba can katmayı istemeden veya beceremeden sadece ölü simgeleri istifler…” Şimdi şöyle bir şey düşünebiliriz kitap sevmenin nesi kötü? Aslında burada kitap sevgisinden ziyade ifade edilmeye çalışılan, işin fetişist bir boyuta taşınması. Okunmak için değil de daha çok “hastalıklı” bir hâl ile kitaba bağımlılık çünkü karakterimiz Giacomo okumayı zar zor sökmüş birisi. Burada gördüğümüz okur olmanın dışında, bir kitap tutkusuna ve biraz da istifçiliğe gönderme yapıyor.
Nitelikli okur olmak her kitabı edinmekten çok bireyin kendi zevkine ve ilgi alanına göre kitap edinmesi veya kitabın çevirisini hâttâ yayınevinin politikasını bile biliyor olmasını bile kapsayabilir bana göre. Bunun anlamı sınırlanmaktan çok kısa ömrümüzde okuyacağımız, yaşamımıza bir şeyler katabilecek kitabı seçmek, onunla karşılaştığında etkilenmek veya Manguel’in dediği gibi: “kitaba can katmak”. Yoksa binlerce kitap var, her gün onlarca yeni kitap ile karşılaşmanın mümkün olduğu bir dünyada yaşıyoruz seçici olmak gerek, elbette okurluk sadece Giacomo gibi kitap edinme tutkusuna dönüşmediyse.
Bu biraz kitaba yüklediğimiz nesnel ve niceliksel anlamla da ilişkili sanıyorum. Gündelik yaşamda çok kitap okuyanlara genellikle sorulan sorulara bakarsak bunu görebiliriz. “Ayda kaç kitap okuyorsun? Kütüphanende kaç kitap var? Veya bu kitapların kaçını okudun?” gibi gibi… Soruları arttırabiliriz. Buradaki soruların hep niceliğe yönelik olması tesadüf olmayabilir. Çünkü sayıya yönelik soru sizin kitabı neden okuduğunuzla ilgili değildir daha çok onu biriktirme sebebinizle ilgilidir. Bunun bir başka boyutu da tüketimle ilişkili günümüz dünyasında, enformasyon hızı gibi nedenlerle, her an her yerde karşımıza çıkan reklamlar ile çok sık karşılaşıyoruz. Öyle ki örneğin; google’da bir kitabı aradığınızda bir süre sonra girdiğiniz başka bir sitede aradığınız metinle ilgili ilgisiz pek çok reklam hemen karşınıza çıkıyor. Bu tarz tüketim tuzakları da günümüz okuru üzerinde epey etkili. Kapitalizm peşimizi bırakmıyor. Bu farkında olmadan, kitabın tüketilecek maddesel bir anlama hapsedilmesine veya ona nesnel bir değer atfedip biriktirmeye dönüşmesine neden olabiliyor. Ancak kitap edinmek bir tutku ise çoğu zaman bunun ayırdına varamıyoruz.
Benjamin kitap edinmenin sadece uzmanlık ve parayla ilgili olmadığına dikkat çekiyor, ona göre “bu iki faktör bile biraz akıl ermez ve aynı zamanda eşsiz bir şey olan gerçek bir kitaplık oluşturmaya yetmeyebilir. Kataloglardan satın alan birinin bahsettiğim özelliklerin yanı sıra (yazar öncesinde, satıcıların önerilerinin rol oynamadığına, aşina olmanın bir kitabı edinmeye yetmeyeceğine değiniyor) doğal bir yatkınlığa sahip olması gerekir. Tarihler, yer isimleri, önceki sahipleri, cilt ve daha neler neler: Tüm bu detaylar ona bir şey anlatmalıdır.” [3] Benjamin burada daha çok koleksiyonculardan bahsetse de okurluğa ve kitap satın almaya dair de önemli bir şeye işaret ediyor. Konunun uzmanı olmak veya kitabı almaya yetecek parası olmak; iyi bir kitaplık sahibi veya okur olmak için yeterli olmayabilir. Bir kitap tutkusundan ve onu edinmekten söz ediyorsak sahiden de okurluk deneyiminin bize kazandırdığı doğal bir yatkınlık olduğunu görürüz. Kitabın küçük detayları, tarihi, yazarın daha önceki metinleri, çeviri ise daha önce sözünü ettiğimiz gibi çevirmeni, dönemi, ne anlatıyor olabileceği tüm bunlar bize bir yol açar ve biz bu yatkınlıkla o yolun hangi patikasına uğrayacağımızı bilebiliriz.
Benjamin, “Her tutku kaosa yakınsar; ama koleksiyoncunun tutkusu bilhassa hatıraların kaosuna yatkındır. Daha da fazlası, gözlerimin önünde geçmişin üstünü kaplayan şans, kader; bu kitapların alışılmış karmaşasında bariz bir şekilde mevcuttur”[4] diyor. Kitabı tutku haline getirmek, ona ulaşmak yıllar içerisinde biriktirdiğimiz, farklı duygularla edindiğimiz metinlere bakmak düşünürün bahsettiği gibi hatıralarla da ilişkilenir. Kitaplığınızın karşısına geçip onu seyre daldığınızda tüm o başka başka şeylerden bahseden metinlerin kaosunda, tuhaf bir duygu dolar içinize. Bir kitabın elimize geçişinden, okunduğu zamandan, onun ile başka metinler arasında kurduğunuz bağlantılardan yola çıkarak belleğinizin derinlerinde bir yerlere dalıp gidersiniz. Kitapların kaderleri vardır “kullanışlılığını vurgulamaktan ziyade onları kaderlerinin oynandığı bir sahne olarak inceleme ve sevme üzerine kurulu bir ilişki”[5] diyor Banjamin. Sanırım bu ilişki ister koleksiyoncu olun, isterseniz tutkulu bir okur metin ile aramızdaki bağlantıyı belirleyen bir yerde duruyor ve bu bir sevgi ilişkisi oluşturuyor. Böylece metinlere yüklediğimiz anlam niceliksel veya nesnel olmanın ötesine geçiyor.
Kitaplarla kurduğumuz ilişkinin farklı açıları var. Bazen sadece kütüphanemizde olsun diye, bazen gerçekten tutkuyla yazarına bağlı olduğumuz için, bazen de işlevsel nedenlerle kitap ediniyoruz. Bu durum “hastalıklı” bir şekilde istifçiliğe de dönüşebiliyor, kitapların büyüsüne kapılıp işi koleksiyonculuğa vardırmaya da veya Borges gibi inatçı, gözleri kör edercesine bir okurluğa da. Kısacası okurluk, her boyutuyla ilginç ve üzerinde düşününce farklı açıları olan bir konu.
Emek Erez – edebiyathaber.net (11 Haziran 2018)
[1] Manguel, A., (2016), “Gezgin, Kule ve Kitap Kurdu ‘Metafor Olarak Okur”, (Çev. Dilek Şendil), İstanbul: YKY.
[2] Flaubert, G. (2017), “Bibliyomani”, (Çev. Ayberk Erkay), İstanbul: Sel Yayıncılık.
[3] Benjamin, W., (2016), “Kitaplığımı Yerleştirirken Kitap Koleksiyonculuğuna Dair Bir Konuşma”, (Çev. Deniz Kurt), s.22-23, İstanbul: SUB.
[4] Bir önceki dipnot. A.g.e. 3.
[5] Üç numaralı dipnot: A.g.e. 7.