Bir dostumun okuduğu kitabı görünce, gittiğim kentteki ilk işim otelden çıkıp kitapçıya uğramak oldu. Aradığım kitabı orada bulamamıştım. Bana daha büyük bir kitapçının adresini verdiler.
“Arayan bulurmuş,” hesabı; kitabı elimle koymuş gibi buldum.
Aldığım defterlerden bir yenisini de açıp, John Dos Passos’un Doğu Ekspresi’ni okumaya koyuldum. Dostuma da bunun fotoğrafını iletince; bir çığlık gibi şunu demişti: “Okuma hırsızı!”
Sevmiştim onun bu kavramını. Kitap hırsızı vardır, bunu herkes bilir. Buyrun, karşınıza bir de “okuma hırsızı” çıktı!
Siz de öyle misiniz yoksa?
Ben etkilenmeye açık biriyimdir. İyi ve güzel şey beni etkiler. Hele bilgisine, birikimine inandığım birinin okuduğu/yazdığı kitap, izlediği/yaptığı film beni gözü kapalı kendine çeker.
İlk uğradığım kitapçıda karşıma çıkan Hasan Ali Toptaş’ın yeni öykü kitabını hiç evirip çevirmeden almam da bundan.
Demem o ki, siz bazı yazarların olduğu gibi, iyi okur olan dostlarınızın da okuru olursunuz.
Bu tür etkileşimin önemine inanırım. Gelişmenin koşullarından biridir. Montesqieu’nün Kanunların Ruhu Üzerine’sini hatırlarım hep böylesi anlarda. Salt göstermek, öğretmek, bildirmek, bilgilendirmek, uyarmak için değil etkilenmek için de yazdığını düşünürüm Montesquieu’nün. Onun kitabına dair söylediği şu sözünü de severim: “Yazarın amacını keşfetmek isteyenler, bunu ancak eserin amacını keşfederek yaparlar.”
Evet, bu tür okumalar keşif yolculuklarıdır. Ama eğer yazar okuyorsanız, önce yazarın yapıtının içinde gezindiğini bilerek/görerek/gözleyerek bir okumaya yönelmeniz gerekir. Bu onu aramak değildir, o yapıtında neyi/nasıl/niçin söylediğinin ve tüm bunları da nasıl biriktirdiğinin izlerini de size taşır.
İyi bir okurdan alacağınız ilk işaret sizi buna yöneltebileceği gibi, neyi/neden/niçin okuduğunuzun da bilgisini verir bence. Yani okuma seçimlerini rastgele yapmamanız gerektiğini hatırlatır.
Beni Doğu Ekspresi’ne götüren biraz da gittiğim yerin Doğu’da bir kent olması. Bir yazarın gezginliği ise öteden beri ilgi odağımdadır. Ki, kendim de giderek yazan biriyim, o dostum da öyledir.
Yani okurun okuru olmak öyle sıklıkla olagelen şey değildir, ortak noktalarınız/paylaşımlarınızın da olması gerekir.
Sizi taşıyan ne?
Kime zaman ayırıyorsunuz? Kimi neden/niçin okuyorsunuz?
Var mıdır böyle sorularınız dostluk/arkadaşlık ve okumalarınızda… Ve kiminle yol arkadaşlığı yaparsınız; nedendir bu seçiminiz?
Evet, işte tüm bunların kilit noktası da budur: Seçimlerimiz.
Bizi asıl belirleyen, tanımlayan, biçimleyenler de bunlardır.
Renata Saleci’nin Seçme İkilemi, Adam Phillips’ın Kaçırdıklarımız/Hayata Övgü, Yasak Olmayan Hazlar kitaplarında karşımıza çıkan düşünceler de biraz bunları anlatır.
Onların söyleyip ettiklerine Montaigne’nin şu sözünü de eklemek isterim: “İyi Fransızca konuşmayan, Latince bilmeyene ayıracak vaktim yok!”
Geçen gün, Hilmi Yavuz’la bir söyleşimizde onun için “gönlümün kıblesindeki bir şair/yazar” demiştim. Şiir ve yazısında gördüğüm de işte o etkilenmeydi, çağrıydı, göstermeydi, sizi başka yerlere taşımaydı. Ki, şunu eklemiştim o konuşmama; beni kışkırtmayan, heyecanlandırmayan, bana yeni şeyler göstermeyen, söylemeyen bir kitabı/yazarı neden okuyayım…
Demem o ki sevgili okur; önce okurun da okuru olmak gerekir. İyi okurlardır bizi yönlendiren, bize yeni kapıları açıp pencerelerden bakmamızı sağlayan.
İşte aşılamaya bu yüzden inanırım. Bana dostunuzu gösterin ya da kitaplığınızı, size kim olduğunuzu söyleyeyim.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Kasım 2017)